9 Temmuz 2013 Salı

"Ne Mursi ne Sisi" saçmalığı

Sözde sosyalistler arasında bu saçmalığın kökü eskilere dayanıyor.
Emperyalizmin "Etnik ve dinsel örgütlenme özgürlüğü demokrasinin temelidir" zokasını yutan sözde sosyalistler, her sorunda emperyalizmin yedeğine düşme tehlkesinden kurtulamamışlarıdr.
 
Amerika'nın Irak'a saldırmaya hazırlandığı günlerdeydi.
"Savaşa hayır" afişleri ortalığı kapladı. Ne kadar itiraz etsek de, "Arkadaşlar, savaş yok, ABD saldırısı var" desek de anlatamadık.
Doğru söylem "Amerikan saldırısına hayır" olmalıydı. "Savaşa hayır" söylemi, Iraklıların saldırıya direnmesini önlemekten başka bir sonuç vermezdi. Amerika saldırıdan vaz geçmeyeceğine göre, Irak'ın teslim olması isteniyordu. Sözde solcuların isteği bu olmasa bile, söylemlerinin yaşamdaki karşılığı buydu.
 
Daha sonra, "Ne Sam ne Saddam" söylemi geldi. Sözde sosyalistlerimiz ne Amerika'yı (Sam Amca), ne de Saddam'ı istiyorlardı. Saddam gitmeli idi. İtiraz ettik, "Arkadaşlar, şu anda Irak'ta örgütlü, silahlı tek güç Saddam. Ondan başka Amerikan saldırısına direnebilecek bir güç yok. Varsa söyleyin, biz de onu destekleyelim. Saddam giderse Amerika gelir. Üçüncü seçenek var mı?" dedik. Cevap yok. "Saddam'a hayır" demek, o şartlarda Amerka'yı desteklemekten başka bir anlama gelmiyordu.
 
Ne Sam, ne Saddam. Peki, ne? Bu ikisinden başka bir üçüncü seçenek var mı? Orada sosyalistler örgütlenmiş, silahlanmış da hem Saddam güçlerine, hem de Amerikan askerine karşı savaşıp sosyalizmi kurmak için hazır bekliyorlar mıydı? Tam tersine, bizim sözde solcularla aynı kafada olan Irak Komünist Partisi, "Amerikalılara direnmeyin" talimayı yayımladı. Mükafat olarak işgalcilerin kurduğu mecliste koltuk kaptılar.
 
"Savaşa hayır", "Ne Sam ne Saddam" saçmalıklarının, bu söylemi ortaya atanların amaçları bu olsa da olmasa da, aslında Amerikan taraftarlığı olduğu böylece tabak gibi ortaya çıkmış oldu.
 
***********
 
Şimdi de "Ne Mursi ne Sisi" saçmalığı... Sisi, Mursi'yi deviren Genelkurmay Başkanı... "Ne Mursi ne Ordu" yani...
Bunlara göre, ordu, devrimi çalmış. Halk devrim yapacakmış, ama ordu buna engel olmuş. Peki, halk nasıl bir devrim yapacak, bir iktidar adayı var mı "Mursi istifa" diyen kitlenin? Bir Başbakan, Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu önerileri var mı?

Diyelim ki, Mursi gitti, veya halk saraya girip onu bacağından astı. Ordu da kenarda seyrediyor, hiç karışmıyor. Kim, hangi parti veya partiler kuracak yeni hükümeti?

ÖDP'ye yakın BİRGün gazetesinin manşeti:
"Halk: Ne Mursi ne de ordu"
Halk sözde böyle diyormuş. Ben duymadım. Kimse duymadı. Herkesin gördüğü manzara şu: Halk, askeri helikoptere el sallıyor, komutanları, askerleri omzuna alıp yürüyor. Tahrir Meydanı'nda "Mursi istifa" diye haykıran kitlenin içinden bir tek kişinin bile "Ordu sen işe karışma" dediğini hiç kimseler duymadı. Öyle bir pankart yok. Öyle bir slogan yok. Bu, ÖDP yöneticilerinin kendi düşünceleri. Masa başı uydurması.
PKK kuyrukçusu EMEP'e yakın evrensel gazetesinin manşeti:
"Devrime ordu müdahalesi"
İyi de, sokağa dökülen halkın içinde orduya "Ne müdahale ediyon devrime, git lan işine" diyen var mı? Yok. Yirmi milyon insan devrim yapmak için sokaklara dökülecek, ordu devrime müdahale edecek, yirmi milyon kişiden tek bir itiraz gelmeyecek. Acaba EMEP yöneticisi arkadaşlar bu saçmalığa kendileri inanıyorlar mı?
Başka bir sözde diğerlerinden daha akıllı olarak bildiğimiz bir sosyalist parti de, "Mısır ordusu halkın devrimini çaldı" buyurmuş.
Heyecanla ayağa kalkıp ortalığı birbirine katan 20 milyon kişinin elinden bir şey çalacaksınız, kimsenin sesi çıkmayacak. Buna çocuklar bile inanmaz.
Bu "halkın devrimini çalma" işi aşağıdaki karikatürdeki gibi olmuşmuş:


Peki, üçüncü bir seçenek var mı? Mursi'den veya ordudan başka üçüncü bir seçenek var mı? Yok tabii. Olsa, söylemezler mi?
Mursi'nin kovulmasından bugüne, üç gündür, halk yine ayakta, ve devrimi kutluyor. "Vay devrimimi çaldın" diye orduya söz söyleyen yok.
Demek ki, bizim sözde solcuların kuruntuları gerçek değildir.
 
***********
 
Bu arkadaşlar, hala 19. yüzyılda, 20. yüzyılın ilk yarısında yaşıyorlar.
Barikat devrimleri çağı bitti arkadaşlar. Öyle devrimler olmayacak artık. Olmuyor da.
Aristokrat orduları, Sultanların orduları çağı bitti artık. Osmanlı'nın son zamanlarında bile orduda halk içinden gelen subaylar vardı. Bırakın artık geçmişte yaşamayı.
 
Bugünkü Aydınlık'ta Silivri tutsağı Prof. Dr. Yalçın Küçük, "Ey Türkiye'nin Gericileri. Hayır, "Darbe" Değil, Bu Bir Devrim" başlıklı yazısında  olayı şöyle özetliyor:
"Mısır Devrimi'ne bakarak, Beşar Esad, "İşte sonları budur" açıklamasını yaptılar.
"Peki, darbe olsa ne çıkar? Yobazizm gidiyor mu, Nasırizm geliyor mu, işte asıl mesele budur."
"Demokrasiye uymuyormuş, gerçekte çok uyuyor.... Şu CHP tümden bir cahiliye partisi olmuştur. Sokaklar cadde, ve artık barikatlar mazi oldular. Barikat devrimi sona ermiştir. Artık halk yapar, ordu sona erdirir. Başka yolu yoktur. Mısır'da milyonlarca halk sokaktaydı, yobazlar azınlık oldular, ve Silahlı Kuvvetler son noktayı koydular. Tek yol, budur."
"İşte, "aynen öyle", 27 Mayıs'ta öyle yaptık. Biz yaptık, gençlık ve halk. Bakkal Mektebi mezunu Kılıçdaroğlu, köyündeki jandarma onbaşısından başka asker ve subay görmemiştir, ve hiç bir mücadelesi yoktur. Ordu düşmanıdır."
 
***********
 
Aydınlık'ın bugünkü sürmanşetindeki fotoğraf, "demokrasi" palavrasını sona erdiriyor.

Yobazın elindeki Mursi fotoğrafının altında: "Mursi... El-Şeriat" yazıyor.
Demokrasi değil, şeriat, yani dikta istiyorlar.

                                            Aydınlık sürmanşet 9 Temmuz 2013
Peki, demokrasi ile şeriat arasındaki ilişki nedir?
7 Temmuz 2013 günlü Aydınlık'taki "Ya demokrasi, ya Allah'ın nizamı" başlıklı yazısında Mehmet Ali Güller bu ilişkiyi ortaya koyuyor.
 
Müslüman Kardeşler örgütünün en önemli isimlerinden, 1966'da idam edilen Seyyid Kutub şöyle demişti:
"Demokrasi, Allah'ın nizamının gasp edilmesidir"
 
Şeriatçılar, demokrasiyi kullanarak iktidara geldikten sonra Allah'ın nizamını kurmak için demokrasiyi ortadan kaldırmak zorundadırlar. Çünkü, Allah'ın nizamı tektir, kuralları Allah koymuştur ve hiç kimse bu kurallara karşı gelemez.
 
Mehmet Ali Güller şöyle  yazıyor:
"Gerçekten de demokrasi, Allah'ın nizamını gasp etmektir. Doğrusu, "Allah egemenliği" yerine "millet egemenliği"ni hakim kılmaktır. Nasıl? Devrimle. Allah adına yeryüzünde düzeni uyguladığını söyleyen kralları, padişahları devrimle yıkarak."
 
Neden devrimle yıkıyorlar? Çünkü o düzende demokrasi, seçim yok ki. O düzen devrşimle yıkılıyor, ancak o zaman demokrasi kurulabiliyorr.
 
"Müslüman Kardeşler hareketi, Seyyid Kutub'un saptamasına göre konumlanmıştır . "Ya demokrasi, ya da Allah'ın nizamı" seçeneklerinden "Allah'ın nizamı"nı seçmiştir."
 
"Dünyadaki tüm Müslüman Kardeşler üyesi yöneticilerin "demokrasi" tanımlarının sakatlığı buradan gelir. Demokrasiyi doğrudan reddedemedikleri için (çünkü onu kullanacaklar), onu "araç", "tramvay" diye niteliyorlar."
 
Uygun zaman gelince tramvaydan inecekler, demokrasi ortadan kaldırılacek, diktatörlüğe geçilecek.
Mursi, tramvaydan hemen inmek istediği için maskesi çabuk düştü ve millet ayaklandı.
 
Müslüman Kardeşlerin kardeşi AKP bu süreci yavaş yürüttüğü için maskesi geç düştü, ama düştü. "Tramvay" benzetmesini Tayyip Bey de kullanmıştı. Ama o zaman diktatörlüğe gideceği geniş kitlelerce anlaşılmamıştı. Gezi sürecinde diktatör olduğu geniş kitlelerce anlaşıldı. "Hükümet istifa", "Diktatör istifa" haykırışları jetonun düştüğünü gösteriyor.
 
Güller şöyle devam ediyor:
"Dolayısıyla, demokrasiyi gerçekte reddeden, fakat demokrasiden yararlanarak Allah'ın nizamını kurmaya çalışanların devrilmesi, demokratiktir.

Bu durumda Başbakan Erdoğan'ın "demokratik darbe mi olur" diye yakınması anlamsızdır.
**********

1 yorum:

  1. Abdel Fattah el Sisi'nin BiRADER Ziyâ ul Hak'a benzer bir yanı hiç mi yok? Bu Ziyâ, 1983 yılında buraya geldiğinde, bugün Şeyh Tamim bin Hamad el Tani'nin estirdiği güzellik rüzgarlarını estirmişti.

    YanıtlaSil