31 Temmuz 2020 Cuma

Hacca yürüyerek ve incelmiş binitler üzerinde gidilir

Hacca nasıl gidileceği 22 Hac Suresi Ayet 27'de ayrıntılı olarak açıklanmış.
Kur'an "Hacca gelin" deyip kesip atmıyor. "Nasıl gelirseniz gelin, yeter ki gelin"
demiyor. Hacca nasıl gelineceğini ayrıntılı olarak tarif ediyor.
Ayete göre hacca ancak yaya olarak veya deve ile gidilir.

Ayetin Arapça aslı şöyle:

وَأَذِّنْ فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالًا وَعَلَى كُلِّ ضَامِرٍ يَأْتِينَ مِنْ كُلِّ فَجٍّ عَمِيقٍ

Okunuşu:
Ve ezzin fîn nâsi bil hacci ye'tûke ricâlen ve alâ kulli dâmirin ye'tîne
min kulli feccin amîk

Şimdi ayeti sözcük sözcük çevirelim:
Ve ilan et içinde insanlar haccı sana gelsinler yaya ve üzerinde her incelmiş
(yorgun) binit (deve) gelen her türlü yollardan uzak

Sözcükleri anlamlı bir tümce olacak şekilde yeniden dizersek:
İnsanlar içinde haccı ilan et, yürüyerek veya uzak yollardan (yorgunluktan)
incelmiş binitler üzerinde sana (Mekke'ye) gelsinler.

Her Arapça sözcüğün Türkçe karşılığı için bakınız:



Elmalılı Hamdi YazırYaşar Nuri ÖztürkDiyanetPickthallYusufaliShakir
İnsanları hacca çağır; yürüyerek veya incelmiş binitler üstünde (uzak yollardan) her derin vadiyi aşarak sana gelsinler.İnsanlar içinde haccı ilan et ki, gerek yaya olarak gerekse derin vadilerden gelerek, yorgunluktan incelmiş binitler üzerinde
sana ulaşsınlar.
İnsanlari hacca çağır; yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelsinler.And proclaim unto mankind the pilgrimage. They will come unto thee on foot and on every lean camel; they will come
from every deep ravine,
And proclaim the Pilgrimage among men: they will come to thee on foot and (mounted) on every kind of camel, lean on
account of journeys
 through deep and distant mountain highways;
And proclaim among men the Pilgrimage: they will come to you on foot and on every lean camel, coming from every remote
path,

Pickthall ve Şakir, "lean camel" diyorlar. Yani "incelmiş deve"

Yusuf Ali "every kind of camel, lean on account of journeys" diyor.
Yani "yolculuk nedeni ile incelmiş her türlü deve"

Burada, uzun süren yolculuk süresinde yorgunluktan incelmiş 
yani zayıflamış olan binit (deve) kastedilmektedir.

Ayette "deve" değil "binit" denilmektedir (dâmirin). Yukarıda verilen 3 Türkçe
çeviri sözcüğü doğru çevirmiş. Müslüman İngiliz Pickthall ve diğer iki Arap
uzman ise binit sözcüğünü camel (deve) olarak çevirmiş.

+++

Prof. Rudi Paret ise önce doğru çeviriyi veriyor (narin binitler), sonra da
ayıraç içinde açıklamasını yapıyor (zayıflamış develer):

"Ve insanları hacca çağır ki, onlar yürüyerek veya derin geçit yollarından çıkıp
gelen narin binitler (zayıflamış develer) üstünde sana gelsinler."

Niçin binit sözcüğü deve olarak anlaşılıyor? Çünkü o dönemde çöller ve derin
vadiler ancak deve ile aşılabilirdi.

Devenin de "incelmişi" isteniyor. Çünkü deve hac yolunda yorulmuş, incelmiş
yani zayıflamıştır. İncelmiş otobüs veya incelmiş uçak olamaz.

+++

Yukarıda verilen ilk Diyanet çevirisinde "yürüyerek veya binekler üzerinde"
denilmekteydi. Diyanet, "incelmiş" sözcüğünü ortadan kaldırıvermiştir. Amaç,
araba ve uçakla da gidilebileceği yorumu yapabilmektir.

Diyanet yeni çevirisinde düzeltme yapmış, "yorgun deve" demiştir:

Diyanet İşleri Meali (Eski)

İnsanları hacca çağır; yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelsinler.

Diyanet İşleri Meali (Yeni)

İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler.


Bakınız:

+++

Kur'an'da: "Şimdi yaya olarak ve deve ile gelirler, ama ileride motorlu araçlar
icat edilecek, o zaman o araçlarla gelirler" diye bir ibare yok.

Türkçe çevirilerde "gelsinler, ulaşsınlar", İngilizcede "they will come" emir kip-
lerine dikkat ediniz. Yaya ve ya deve ile gelmek emrediliyor.

"Kur'an hükümleri değişmez" deyip işlerine gelmeyeni görmezden gelmek
kabul edilemez.

Diyanet:
"Ey Müslümanlar, hacca deve ile gitmeniz lazım, otobüs veya uçakla değil.
Ayet böyle emrediyor. Kurbanı da  Mekke'de kesmeniz emrediliyor, hacca
gitmeyenlerin kurban kesmesi gerekmez"
demiyor, diyemiyor.

Halkı din açısından aydınlatması gerekenler, karanlıklar içinde kalmasına ses
çıkarmadıkları gibi, tam aksine, bunu onaylıyorlar.

Halkımız da "Dinimizin emirlerini yapıyoruz" diye boşuna çırpınıp duruyor,
din emri olmayan şeyleri din emri sanarak yapmaya çabalıyor.

+++





26 Temmuz 2020 Pazar

Ayasofya vakfı laneti palavrası ve Atatürk'e lanet

İktidar da, muhalefet de Atatürk'ün Ayasofya'yı tapuda cami olarak tescil ettiğini, müze olarak kullanımının geçici olduğunu gizliyor.

İktidar yobazlara göz kırpıyor, Atatürk düşmanlığı temelinde oyları Babacan ve Davutoğlu'na kaptırmama düşleri görüyor.

Muhalefet ise gerçeği gizleyerek iktidarın "Atatürk müze yapmıştı, biz tekrar cami yaptık" saptırmasına ortak oluyor.


+++

Bir kaç satırla Ayasofya tarihi:

29 Mayıs 1453: 
Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u aldı, Ayasofya Kilisesi cami yapıldı.

13 Kasım 1918:
İtilaf Devletleri'ne ve Yunanistan'a ait 73 harp gemisi İstanbul önlerine demir attı. İngiliz, Fransız ve İtalyan askerleri İstanbul'u işgal ettiler. Ancak idareye el koymadılar. 15 Kasım'da gemi sayısı 167'ye çıktı.

Vahdettin İstanbul'un temsili anahtarını İngiliz komutana teslim etti. Görüntü kaydı:          
https://www.youtube.com/watch?v=Qk7egz2MwHY

Ayasofya elimizden çıktı. Fatih'in torunu Vahdettin, dedesinin Hıristiyanlardan aldığı Ayasofya'yı Hıristiyanlara iade etti.


U.S.S. North Dakota  harp gemisinden
Amerikan askerleri Ayasofya içinde - 1918

16 Mart 1920:
İşgal kuvvetleri İstanbul'da idareye el koydu.
İngilizler Şehzadebaşı Karakolu'nu ve Meclis'i basarak Milletvekillerinin bir kısmını tutukladı ve sürgüne gönderdi.

9 Eylül 1922:
İzmir'in kurtuluşundan sonra Türk Ordusu Çanakkale'ye yöneldi. Savaşı göze alamayan işgal kuvvetleri anlaşma yapmaya razı oldular.

17 Kasım 1922:
İzmir kurtarıldıktan sonra sıranın İstanbul'a geleceğini ve ülkeyi düşmana  teslim etmesinin hesabının sorulacağını anlayan Vahdettin, bir İngiliz zırhlısına binerek ülkeden kaçtı.

24 Temmuz 1923:
Lozan Anlaşması imzalandı

6 Ekim 1923:
Türk Ordusu İstanbul'a girdi. 
İstanbul'un, dolayısıyla Ayasofya'nın ikinci fatihi Atatürk'tür.

24 Kasım 1934:
Çanakkale ve İstanbul Boğazları'na Türk askerinin girmesini yasaklayan Lozan Anlaşması maddesinin kaldırılması isteğimize Rusya ve Yunanistan'ın onay vermesini sağlamak amacıyla bir taviz olarak Ayasofya'nın müze yapılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı çıkarıldı.

20 Temmuz 1936:
Montreux (Montrö) Anlaşması imzalandı, Türk askeri Boğazlara girdi.

19 Kasım 1936:
Atatürk'ün emri ile Ayasofya, tapuya cami olarak tescil edildi. Çünkü amaca ulaşılmış, askerlerimiz Boğazlara girmiş, artık Ayasofya'nın müze olmasına gerek kalmamıştır.


Ayasofya'nın tapu fotoğrafı ve konu hakkında geniş bilgi için bakınız: 

Ancak müze kararı hemen iptal edilmedi. Çünkü bu, başta o zamanki müttefikimiz Rusya olmak üzere Yunanistan ve İtalya'ya "Sizi aldattık" demek olacaktı. Bu konu zamana bırakıldı. Ancak araya Hatay sorunu da girince Atatürk'ün ömrü yetmedi.


+++

Boğazlar sorunu ile birlikte Balkan Paktı sorunu da Ayasofya konusunda etkili oldu. Her iki sorunda da işin içinde Yunanistan var. Ancak Boğazlar olmazsa olmazımızdı. Balkan Paktı'nın da yürümesi Yunanistan'ın Boğazlar talebimizi kabul etmesi için gerekliydi. Celal Bayar anlatıyor:


+++

"Atatürk müze yapmıştı, biz yeniden cami yaptık" iddiasının doğru olmadığı tapuyu gören her aklı başında kişi tarafından anlaşılacaktır.

Atatürk eğer Ayasofya'yı müze yapmak isteseydi, tapuya "Vasfı: Müze" yazdırırdı. Halbuki "AYASOFYAYI KEBİR CAMİİ ŞERİFİ" yazdırmış.


+++

Erdoğan'ın yakın çevresindeki çoğu Danışman etiketli gizli Amerikancılar, FETÖ sevdalıları, Babacan ve Davutoğlu yandaşları birdenbire Ayasofya diye tutturdular. Kendisini uyarmamıza rağmen dolduruşa gelen Erdoğan uçuruma doğru ilerledi ve tezgaha geldi. Geniş bilgi için bakınız: 

"Babacan ve Davutoğlu'nun bizden parça koparmasını engellemek için  Ayasofya'yı ibadete açalım, müze statüsünü iptal edelim" dediler.

Halbuki Fethullahçılar ve onların etkiledikleri kesimler Ayasofya ibadete açıldı diye Erdoğan'a oy vermezler. Tam tersine, Ayasofya bahanesiyle Atatürk'ün hedef alınması, Erdoğan'a oy veren bir kitleyi de uzaklaştırdı.


Bir kere halkın derdi ekonomi, Ayasofya değil.
İkincisi, kararı mahkeme verdi, Erdoğan değil.
Üçüncüsü, muhalefet itiraz etmedi.
Yalnızca Vatan Partisi tuzak uyarısı yaptı. 

AK Partili olmayan, ancak istikrar için, muhalefete güvenmediği için, muhalefetin HDP (PKK) ile işbirliği  yapmasına tepki duyduğu için Erdoğan'a sıcak duran, oy veren, oranı da epeyce yüksek bir kesim son dönemlerde bıçak sırtındaydı, Ayasofya kararı sonrası bu kesim uzaklaştı.


Ayrıca, Irak ve Suriye'de PKK-PYD ile mücadele, Kıbrıs, Akdeniz Kıta Sahanlığı, Akdeniz'de petrol ve gaz sondajları, Libya gibi bir çok sorun karşısında uluslararası planda dostlarımızı çoğaltma gereksinimi varken, düşmanlarımızın eline Türkiye ile dostları arasına kama sokmak için kullanabilecekleri bir vasıta vermiş olduk.

Erdoğan, uyarılarımızı dinlemeyerek, Amerika'nın kurduğu tuzağa düştü.


+++

Ayrıca, Ayasofya'nın bir bölümü 1991'de ibadete açılmıştı.


Cumhurbaşkanının "Tarihe ihanet" sözlerinden sonra Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın isim vermeden Atatürk'e lanet okuması AK Parti'yi biraz daha yalnızlaştırdı. O kadar korkaklar ki, lanet okurken ismini veremiyorlar.

"FatihSultan Mehmet Ayasofya'yı cami olması için vakfetti. Bizim inancımızda vakıf malı dokunulmazdır, dokunanı yakar. Vakfedenin şartını çiğneyen lanete uğrar" demişti Ali Erbaş.

Vakfedenin şartını asıl Vahdettin çiğnemiş olmuyor mu? Ayasofya'yı Hıristiyan ordularına teslim ederek, yukarıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi Hıristiyan askerlerin ayakkabılarıyla Ayasofya içinde dolaşmalarına neden olan Vahdettin lanete uğramıyor, onu geri alan ve vakıf statüsünün devamını sağlayan Atatürk lanete uğruyor, öyle mi? Bunu söyleyebilen kişi gerçekten lanetlidir.



Ali Erbaş'a ilk tepki Vatan Partisi'nden geldi.
Vatan Partisi Genel Sekreteri Utku Reyhan:
"Sayın Ali Erbaş. Siz Atatürk'e duacı olmalısınız. O, Ayasofya'yı ve İstanbul'u kurtarmış, Başkanı olduğunuz Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kurmuştur.
Cumhuriyet yoksa siz de yoksunuz.
Memuru olduğunuz Devletin kurucusuna saygısızlık yapamazsınız."

Uğurcan Yardımoğlu - Vatan Partisi MKK (Merkez Karar Kurulu) Üyesi  Aydınlık Gazetesi Genel Müdür Yardımcısı
"Biz söyleyeceklerimizi söyledik. 1920'de Düzce'de, Adapazarı'nda, Konya'da, Yozgat'ta. Berzak Safer'e, Anzavur'a, Çapanoğlu'na. Damat Ferit'e ve Vahdettin'e. 
Onlarla aynı dilden konuşacak olana o gün verilen yanıt tekrar verilir."

Onur Sinan Güzaltan - Aydınlık Yazarı:
Ali Erbaş'ı görevden almamak, söylemlerini kabul ettiğiniz ve
desteklediğiniz anlamına gelir.
Atatürk'le kavgası olanların Türk milletini bir araya getirmesi,
yerli ve milli olması mümkün değildir.

+++

Ayrıca Kur'an'da bu konuda bir ayet yok.
Bu lanet konusunun nereden uydurulduğu merak konusudur.

Vakıflar, Emevilerce fethedilen topraklardaki vakıf benzeri Hıristiyan kurumlarının hayır ve iyilik gibi İslami kavramlarla birleştirilmesi sonucunda meydana çıkmışlardır.

İki hadiste "Aslını elinde bulundurup (habs) gelirini bağışlama" geçmektedir. Ancak burada da bunun bozulması, bozulursa lanet vesaire gibi şeyler yok.


+++

Dolayısıyla kutsal bir "Bozulması günah olan vakıf" ve "Lanet" iddiaları doğru değil. Demek ki Atatürk isteseydi vakfı bozar, camiyi devletleştirir ve sonra müze yapabilirdi. 

Ama yapmamış. Tapuya "Vasfı: cami, Sahibi: Sultan Mehmet Vakfı" olarak kaydettirmiş. 

Atatürk geri almamış olsaydı, Ayasofya şimdi kilise idi.
Ortada ne vakıf kalmıştı, ne de vakfedenin şartı.
Fatih'in laneti Atatürk'ün değil, torunu Vahdettin'in üzerine olurdu. Ali Erbaş da oraya günah çıkarmak için pasaportla giderdi.



+++

Hattat Mehmet Özçay:

"Farklı isimlerle Ayasofya yazdım. Cumhurbaşkanımız Erdoğan beğenmiş. Ancak kendisi, ismin tapu kaydındaki şekliyle "Ayasofyai Kebir Camii Şerifi" şeklinde yazılmasını istedi. Ben de celi sülus hattıyla yazdım"




İşte şimdi olmadı.

Demek ki Sayın Cumhurbaşkanımız, Ayasofya'nın tapusunu biliyor. Tapuda cami olarak yazıldığını biliyor. Hattata "Tapudaki gibi yaz ismi" diyor... Tapunun Atatürk'ün emri ile düzenlendiğini de biliyor.

Bunu bildiğine göre, öncesini de, yani Ayasofya'nın ne maksatla müze yapıldığını da biliyor.

O halde, nasıl oluyor da Atatürk'ü kastederek "Tarihe ihanet" diyor.


+++

Mustafa İlker Yücel - Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni:

"Atatürk'e lanet okuyanlar FETÖ'nün ideolojik müttefiki,
emperyalizmin de gönüllü kölesidir.

Diyanet İşleri Başkanlığını milletimizin ortak değerlerine saldırı makamı yapmaya çalışan Anzavurlar vatan savaşı süreçlerinde ayak altında kalır.

Her türlü bölücülük ezilir, ezilecek."


+++
Ayasofya için,Fatih’ten bugüne kadar emek verenleri sayıp şükranlarını ifade eden Diyanet İşleri Başkanı Erbaş,1920-23 düşman işgalinden İstabul’u-Ayasofya’yı kurtaran KAHRAMAN’larımıza tek kelime etmediği gibi,dolaylı bir şekilde lanet okudu.Bu ne kindir,yazıklar olsun Erbaş.

+++
Vahidüddin tarafından İngiliz'e anahtarı ile teslim edilen şehri ve o mekanı geri alan ve sana o makamı bahşeden Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'e dua etmek yerine, lanet okuduğun için tanrının gazabı ve laneti kıyamete kadar üzerine olsun.

+++
Cavit Nogay:
Akıllı adam Atatürk'le savaşmaz.
Çünkü Atatürk girdiği tüm savaşları kazanmıştır.


+++

İşin en acı tarafı, Vahdettin'in İstanbul'un anahtarını (belgeleri) teslim ettikten sonra İngiliz komutanı selamlaması. İngiliz komutan Vahdettin'den sonra selam veriyor. Yani Vahdettin makam olarak İngilizden daha aşağı olduğunu kabul etmiş oluyor ve bunu pekiştirmek için de geri geri giderek İngiliz'in yanından ayrılıyor. Bu işe İngiliz de şaşırmış olmalı. Video kaydı yukarıda verilmişti. İşte fotoğraflar:


+++



24 Temmuz 2020 Cuma

Asya Kartalı'nın batı kanadı Türkiye, doğu kanadı Çin

BMC Yönetim Kurulu Başkanı Ethem Sancak, Aydınlık gazetesi yazarı
Adnan Akfırat ile yaptığı söyleşide Asya vurgusu yaptı:

"Türkiye ve Çin kanatlarını ahenkli çırparlarsa buna diğer güçler de katılır.
Asya kartalı havalanır ve emperyalist Amerikan akbabasını yener."


Ethem Sancak üniversite yıllarında Aydınlık gurubuna katıldı.
1976'da İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'ni bitirdikten sonra 2 yıl
Aydınlık gazetesinde çalıştı. Sonra 1981'de parti kapatılana kadar Doğu 
Perinçek'in Başkanı olduğu Türkiye İşçi Köylü Partisi'nin (TİKP) Diyarba-
kır İl Başkanlığı'nı yaptı. 1979'da Apocuların silahlı saldırısından yara
almadan kurtuldu. Parti kapatıldıktan sonra ticarete atıldı.


2004 yılında BMC'yı aldı.

2006 - 2010 yıllarında Brezilya'nın İstanbul Fahri Konsolosluğunu yaptı,
devrimci Brezilya Başkanı Lula'dan en üst düzeyde hizmet madalyası aldı.


Ethem Sancak:

"ABD'nin yağmaya dayalı dev kapitalist sistemi çöküyor. Bunun ipuçlarını
2008 krizinde gördük. Bu kriz aslında 1929 krizi kadar yıkıcıydı. Ama Batı 
karşısındaki güçler organize olamadıklarından, onları bölen ve birbirine
düşman eden çelişmelerin batı tarafından pompalanmasından dolayı bir
güçbirliği oluşturamadıklarından, sanki kapitalizm kendini yeniden düzen-
liyor, krizden kurtuluyor gibi algılandı. Halbuki yangın içten içe devam edi-
yordu. Tekerlek kırılmıştı bir kere. Korona salgını bu süreci hızlandırdı.

Daha organize bir güç olan Asya, salgın karşısında erken tedbir aldı.
yavaş yavaş kendi kimliğine bürünen Asyatik Türkiye de Batılı bütün
toplumlardan önce tedbir aldı.

Sonuçta virüse karşı muzaffer olan 2 güç var: Çin ve Türkiye.

Kapitalizm can çekişiyor. Emperyalizmin sonu yaklaştı.

Kendilerini merkez alan Batı sistemi, kendileri için refah toplumu yarattılar,
ama insanlığın yüzde sekseni açlığa ve sefalete mahkum edildi, yağmalandı.

500 yıldır bu çark böyle dönüyor. Bu çarka karşı direnenlerin zaferleriyle
de dolu bu 500 yıl. Mustafa Kemal, Mao, Sun Yat Sen, Gandi, Lumumba,
Çe Gevara gibi bir çok kahraman çıktı.

Bu 500 yıllık süreçte, Batı'da doğan insanlık düşmanı sistem çatırdamaya
baladı. Marx, "Kapitalizm kendi mezar kazıcılarını yetiştirir" derken, sadece
fabrikada çalışan işçi sınıfını kastetmiyormuş meğer. Bütün insanlığı kaste-
diyormuş.

Kapitalizm, 1929 krizinden itibaren ilerici içeriğini yitirdi. Feodalizme ve kö-
leciliğe karşı kapitalizmin göreceli olarak ilerici yanları vardı ve üretici güç-
lerin gelişmesi anlamında toplumları da ilerletiyordu.

Ama kapitalizm,1929'dan sonra Lenin'in deyimiyle emperyalizm safhasına
geçti ve ilerici bir tarafı kalmadı. Yağmacı bir ideolojiye dönüştü. Dolayısıyla
kapitalizm derken tarihte ilerici olduğu dönemi kastetmiyoruz. Emperyalizm
aşamasını kastediyoruz. Bu sistem çürümüştü, çökecekti. Bu virüs bu çökü-
şü hızlandıracak.


Çin ayağa kalktı. Deng'in o kapitalizme yaltaklanma politikasını bıraktı.
Şi Cinping'in önderliğinde (Xi Jinping) Mao'nun siyasetlerine döndüler.

Çin, asgari refahın hakim olduğu bir toplumsal sisteme dönüşüyor. Üre-
timde ve hasılada ABD'ye rakip bir ülke haline geldi. 

Şi Cinping "Ben bunu insanlıkla paylaşmaya hazırım" diyor.

Kimileri "Çin küreselciliği savunuyor, ABD ulusalcılığa döndü" diyor.
Bu bir yanılsama. ABD kendi ekonomisini toparlamaya çalışıyor.

Çin ise: "ABD'nin küreselciliği başkalarını yağmalama üzerineydi,
benimkisi eşit ilişkiler kurarak beraber kalkınma üzerinedir" diyor.

Çin, Afrika ülkelerini kalkındırmaya çalışıyor. Finans oyunlarıyla o
ülkeleri boğmuyor. Diyor ki, beraber üretelim, beraber kazanalım.
Çin'in küreselleşmesinde bu felsefe var.

Toplam 1 milyar insanı ifade eden kapitalist Batılı sistem, 6 - 7 milyar
insanı yağmalayarak ayakta duruyordu. Şimdi o insanlar ayağa kalkı-
yor. Güney Amerika, Asya, Çin,İran, Türkiye bu durumu yemiyor artık.

"Asya değil, Batı kalkınacak" diyen TÜSİAD görüşü tamamen zırva.
Kazanmanın yolu hazırlıklı olmak ve moral. Batılılar moral olarak
çökmüşler, fiilen hazırlıklı değiller, şaşkınlık içinde birbirlerine düş-
müşler. Öbür taraftan Türkiye, İran, Rusya, Çin gibi ülkeler sorunu
görüyor ve tedbirlerini almışlar.

+++

Artık ruhunu Batı'ya satmış bir Türkiye liderliği yok. 

Döne döne bizi aldatan bu Batılı yağmacılara, verdikleri havuç
ne olursa olsun, dönüp bakmayacağız biz.

Türkiye dönecek, yine ABD'nin, Fransa'nın uzattığı havucu alacak,
tekrar köleleşecek, artık yok öyle yağma, çünkü bunları denedik biz.

Salgında bile ABD yönetimi Türkiye'yi bölmek için oluşturduğu PYD'ye
yığınla yardım yolluyor, Doğu Akdeniz'de aleyhimizde hamleler yapıyor.
Onlar vazgeçmiyorlar bu huylarından.

Artık Türkiye'de bu havuçları aptalca yiyecek bir yönetim yok.

+++

Avrupa Birliği'ne, Dünya Ticaret Örgütü'ne dedik ki: Gümrük duvarlarımı
sıfırlayamam. Tekra koyduk yüzde 30 gümrükleri.

Üreticimize "İthal edilen ürünleri üretebiliyorsan devletin bütün imkanları
emrinde" diyoruz. Üç kamu bankası tarihin en büyük kredi sözleşmesini
ilan ettiler. Bunun esası milli üretimi desteklemeye dayanıyor.

Mustafa Kemal'in yapmaya çalıştığı, zaman zaman milli liderlerin, Demi-
rel'in yapmaya çalıştığı milli üretime dönmek, ki bunların önü darbelerle
kesildi hep, bugün yapılıyor,15 Temmuz'da içini temizleyen Türkiye bunu
yapıyor şimdi."

+++