19 Temmuz 2011 Salı

Mehmetçiğin katili Amerika

Yeniçağ gazetesi: "Gerçek fail ABD" dedi.
Yandaş liboş gazeteler "Terörü kınama" manşetleri ile dolu. "Kahpe katiller", "Yeter artık" vesaire.
Hepsi tetikçileri öne çıkarıyor, gerçek fail olan Amerika'yı gözlerden saklıyorlar.
Hepsi, Klintın'ın "PKK teröristlerini takip etme konusunda (sıcak takip) Türk ordusunu geçmişte destekledik. Bu desteğimiz sürecek. Terörizmin ne kadar tehlikeli olduğunun farkındayız." sözlerini öne çıkarıyorlar.
Yeniçağ doğrusunu yazıyor:
Amerika, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’a girip bataklığı kurutmasına Kandil’deki terör yuvasının hamiliğini yaparak engel oluyor...Hillary, açıkça alay ediyor!
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 21 Şubat 2008’de başlattığı “Güneş Harekatı” da dönemin ABD Başkanı Bush tarafından durdurulmuştu.
Buş, askerlerimiz Kandil'e yaklaştığında telaşa kapılmış, "Yeter artık, harekata son verin" demişti.
Amerika hem PKK'nın ana üssünü yok etmemize engel oluyor, hem de Klintın'ın ağzından "ABD, PKK’yı terör listesine koymuştur. Bu PKK’yı kınamamızın en halka açık yoludur. PKK’yı hiçbir zaman desteklemedik, hep kınadık." diyerek alay ediyor.
Türk Ordusu'nun Kandil'i ele geçirmesine, PKK'nın ana üssünü yok etmesine izin vermemek, PKK'yı desteklemek değil midir?
Katil devlet töreni ile karşılanmakta, tetikçiler ise sözde kınanmaktadır.
"Mehmetçiğin katili Amerika, gerçek fail ABD" demeden terörü lanetlemek gerçek katili korumak demektir.
Başta Hürriyet olmak üzere tüm yandaş gaz tenekelerinin yaptığı budur.

Balbay ve Haberal'a karşılık Yeni Anayasa

 
Yorumlardan geçilmiyor.
"Yeni CHP teslim oldu", "Kılıçdaroğlu tükürdüğünü yaladı" vesaire.
Hepsi palavra. İşin özü bu değil.
 
"Aman CHP'liler rencide olur" baskısı yetti artık.
Gerçeği yazacağım, ne olursa olsun, kim kızarsa kızsın, kim rencide olursa olsun :
 
Kılıçdaroğlu, Fetrullahçı çetenin yaptığı bir operasyonla CHP'nin başına getirilmişti.
Ama bunu bilmezden gelerek, Gandi Kemal'i Kemalist saflara çekme uğraşına giriştik.
Aydınlık ve Ulusal Kanal'da kendisi ile söyleşiler yapıldı, AB aleyhine söylediği bazı sözler cımbızla çekilerek öne çıkarıldı.
"Liboşlar sana kucak açıyor, aman tuzağa düşme" diye uyarılar yapıldı, ama hiçbiri fayda etmedi.
 
Son bir gayretle seçimlerden önce güçbirliği teklif ettik.
İP, ADD temsilcileri, Cumhuriyet Güçbirliği temsilcileri defalarca kendisini ziyaret etti.
Ancak CHP yönetiminden cevap bile gelmedi.
CHP'nin teslim olduğu, güçbirliğini reddetmesi ile herkes tarafından görüldü.
 
Neden güçbirliği yapmayı reddetti Kılıçdaroğlu?
Çünkü o zaman bölücüleri, Fetullahçıları aday gösteremeyecekti.
Yeni Anayasa (Federasyon Anayasası) için AKP'ye destek olamayacaktı.
 
Diyeceksiniz ki, Balbay ve Haberal'ı neden aday gösterdi?
Çünkü, Yeni Anayasa'ya destek vermesini mazur gösterecek bir olaya ihtiyacı vardı.
Balbay ve Haberal'ı aday göstererek bir taşla iki kuş vurdu.
Seçimlerden önce:
-- Bölücülerin ve Fetocuların parti yönetimine getirilmesi ve Milletvekili adayı gösterilmesine karşı parti içinde yükselen muhalefeti dizginledi
Seçimlerden sonra:
-- "Anlaşma yaptık, AKP Balbay ve Haberal'ı hapisten çıkaracak, biz de karşılık olarak Yeni Anayasa'yı destekleyeceğiz" dümenine yatmanın yolunu açtı.
 
Yani Kılıçdaroğlu, AKP'nin Yeni Anayasa'sına destek vermek için Balbay ve Haberal'ı bahane olarak kullandı.
 
AKP-CHP arasında imzalanan "İrade Beyanı"nın şu satırları, olayı olanca çıplaklığı ile yansıtmaktadır:
 
"Tüm Milletvekillerinin TBMM'de olmaları gereğine inanıyoruz...
Anayasa dahil tüm mevzuatın... özgürlükleri genişletici bir anlayış ile yorumlanması gerektiğine inanıyoruz...
Ortaya çıkan bu fırsat toplumsal sözleşme tanımına uygun bir Anayasa yapılması hedefi için kullanılmalıdır"
 
Yani ne tükürdüğünü yalama var, ne de teslim olma...
Olay başından beri planlı. Balbay ve Haberal'ın aday gösterilmesinden sonra olanların hepsi önceden planlı.
Gözümüzün önünde "Federasyon Anayasası"nı elbirliği ile çıkarmak için bir danışıklı dövüş, bir kayıkçı dövüşü yapılıyor.
Bundan maksat, CHP'nin Atatürkçü üyelerini AKP ile işbirliğine razı etmek.
Kılıçdaroğlu diyecek ki: "Ne yapalım arkadaş, hapistekileri kurtarmak için Türkiye'nin bölünmesine razı olduk"
MHP'nin bu oyuna katılıp katılmayacağını göreceğiz.
 
İşte söyledim. Kim kızarsa kızsın, kim rencide olursa olsun...

--Poşet mi var orada??? --Şşşştttt!!!

 
Poyrazköy Davası ile birleştirilen "Amirallere Suikast" Davası'nın 14. Duruşması...
Avukat İrfan Sütlüoğlu, bir video kaydını mahkeme heyetine ve dinleyicilere izlettiriyor.
 
Tutuklu Teğmenler Faruk Akın ve Efe Noyan'ın evinin araması sırasında kayıt yapan polis kamerası görüntüleri.
 
Görüntülerde polislerin kendi aralarında yaptıkları konuşmalar duyuluyor.
Polisler buzdolabına yöneldiklerinde, daha ortada bir şey yokken, bir polis "Poşet mi var orada" diye buzdolabını göstererek soruyor.
Diğer polis heyecanla "Şşşşttt!!!" diye arkadaşını uyarıyor.
 
Görüntünün devamında, polisler ellerini dolabın arkasına sokarak buldukları poşetleri zorlanarak çengel benzeri bir araçla çıkardılar.
Poşetlerin içinde hem suikast emri veren bir pusula, hem de o suikastta kullanılacağı iddia edilen, yarım kilo ağırlığında patlayıcı bulunmuştu.
Poşetin içindeki kağıt parçasında “Uğur ve Metin Paşa’ya yapılacak operasyon”
yazısı bulunuyordu.
Bu görüntüler duruşma salonunda dinleyiciler arasında tepki ile karşılanırken, mahkeme heyetinin kılı bile kıpırdamadı.
Bu "önemsiz" ayrıntı, komploya dahil olan mahkeme heyeti tarafından dikkate alınmayacaktır.
Çünkü, mahkemelerin siyasi iktidar tarafından emirle yönetildiği "İleri Demokrasi" çağında yaşamaktayız. Ne mutlu bizlere.
 

Poyrazköy Belgeleri, Binbaşı tutuklandıktan sonra oluşturulmuş

Poyrazköy Belgelerindeki zaman çelişkilerini İskenderun Deniz Üs Komutanı Tuğamiral Fatih Ilgar açıkladı.
Tuğamiral Ilgar Balyoz davasında tutuklu, Poyrazköy davasında tutuksuz yargılanıyor.
 
"Emekli Binbaşı Levent Bektaş'ta 11 adet CD ve DVD ele geçirildi" diya yaygara kopartıldı.
 
Ancak, 22 Nisan 2009'da yapılan ilk incelemede, herhangi bir suç unsuruna rastlanmadığına dair rapor düzenlendi.
 
Bu rapor üzerine Amerikancı-Fetocu çete küplere bindi. "Baştan incelene" emri verildi.
4 Mayıs 2009'da saat 11:09'da 2 CD'ye polis tarafından ikinci inceleme başlatıldı.
 
İncelenen 1 nolu CD içinde "Kafes adresler" klasörü bulundu. Ahanda suç unsuru...
Ancak, bu belgenin üst verilerine bakıldığında, "kafes adresler" klasörünün 4 Mayıs 2009 saat 11:26'da oluşturulduğu görüldü.
Yani, polis incelemesinin başladığı 11.09'dan 17 dakika sonra...
 
Yine aynı CD'de, ilk incelemede bulunmayan "Notlar" başlıklı ikinci bir klasör bulundu.
Bu klasörün oluşturulma tarihi ise 27 Nisan 2009.
Bu CD'ler ele geçirildikten sonra 22 Nisan 2009 tarihinde ilk inceleme yapılmıştı.
"Notlar" klasörünün oluşturulduğu 27 Nisan 2009 tarihinde bu CD'ler 5 gündür polisin elinde idi ve bu tarihte CD'lerin sahibi olduğu iddia edilen Emekli Binbaşı Levent Bektaş tutuklu idi.
 
4 Mayıs incelemesinde, ilk incelemede bulunamayan "Kafes Eylem Planı" belgesi de tesbit edilmişti.
Ne var ki, bu belgenin bulunduğu 4 Mayıs tarihinden tam bir hafta önce, 27 Nisan 2009'da, şüpheli olarak ifadesi alınan Eren Günay'a bir hafta sonra bulunacak olan "Kafes Eylem Planı" ile ilgili sorular sorulmuştu Savcılıkta...
 
Bu çelişkileri aktaran Tuğgeneral Ilgar, sözlerini şöyle bağladı:
"Bu çelişkiler, komployu kurgulayanların istem dışı yaptıkları bir hatadan kaynaklanmaktadır ve araştırılması gerekmektedir."
 
Bugüne kadar Ergenekon, Balyoz vesaire tertip davalarında buna benzer yüzlerce yalan dolan, tarih hatası, yer hatası,ünvan hatası vesaire tesbit edildi.
"Belge" diye sunulanların sonraki tarihlerde konulara hakim olmayan kişiler tarafından çalakalem uydurulup yazıldıkları defalarca anlaşıldı.
Ancak bu gibi ufak (!) ayrıntılar mahkeme heyetini hiç ilgilendirmiyor.
Tuğgeneral Ilgar'ın "araştırılsın" isteği, komploya dahil olan mahkeme heyeti tarafından dikkate alınmayacaktır.
Çünkü, mahkemelerin siyasi iktidar tarafından emirle yönetildiği "İleri Demokrasi" çağında yaşamaktayız. Ne mutlu bizlere...
 

Sosyalist BOP Partisi için düğmeye basıldı

İlk "Sosyalist BOP Partisi" Irak'ta ortaya çıkmıştı.

Adından başka sosyalizmle, komünizmle hiçbir ilgisi olmayan Irak Komünist Partisi Amerikan işgaline destek vermiş, işgalden sonra yeni yönetimde yer almak için Amerika'ya yaltaklanmıştı.
Amerika, şimdi de Türkiye'de Irak Komünist Partisi benzeri "sosyalist" bir yandaş ve bölücü parti kurmak için düğmeye bastı.

Bu yandaş parti, 12 Haziran seçimlerinden önce kurulan, tutuklu komutanların ve İşçi Partisi'nin de katıldığı "Cumhuriyet Güçbirliği" karşıtı bir oluşum olarak tasarlanıyor.
"Çatı partisi" olarak adlandırılan bu partinin doğal önderi PKK olacak.

Bölücübaşı Öcalan, bu "çatı partisi" için şunları söyledi:
"Bu blokta tüm sol-sosyalist çevrelerin olması gerekir.
Zaten üç sol-sosyalist aday da seçildi. Seçilen üç kişi şimdilik yeterli sayılabilir"
Bu demeç, Öcalan'ın "çatı partisi"ni tam denetim altında tutma anlayışını yansıtıyor.

12 Haziran seçimlerinden önce kurulan ve seçimlere katılan "Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku", bu çatı partisinin temelini oluşturacak.

Öcalan'ın sözünü ettiği "seçilen üç sosyalist aday" da bu bloktan milletvekili seçilmişti.
Seçilenlerden Abdullah Levent Tüzel, Emek Partisi (EMEP) Eski Genel Başkanı.
Milletvekili seçildikten sonra yaşananlar bu blokun ne olduğunu açıkça gösteriyor.
Amaç emek, demokrasi, özgürlük, sosyalizm falan değil, doğrudan doğruya bölücülük.
Okuyalım:
"Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku Istanbul 3. Bölgede sonuçlar büyük bir sevinçle karşılandi. 3. Bölge Merkez seçim Bürosunda toplanan yüzlerce çocuk, kadın ve genç, Milletvekili Abdullah Levent Tüzel’i “Kürdistan seninle gurur duyuyor” sloganlarıyla ve sevinç gözyaslarıyla karşıladı." (http://www.aleventtuzel.org/)

Esas olarak PKK'nın yasal partisi BDP'nin başını çektiği bu blok, şu örgütlerden destek almıştı:

Barış ve Demokrasi Partisi BDP
Demokrasi ve Özgürlük Hareketi
Devrimci İşçi Partisi
Devrimci Sosyalist İşçi Partisi
Emek Partisi EMEP
Emekçi Hareket Partisi EHP
Eşitlik ve Demokrasi Partisi
İşçi Cephesi
İşçilerin Sosyalist Partisi
Hak ve Özgürlükler Partisi
Katılımcı Demokrasi Partisi
Köz
Sosyalist Birlik Hareketi
Sosyalist Dayanışma Platformu
Sosyalist Demokrasi Partisi
Sosyalist Gelecek Parti Hareketi
Toplumsal Özgürlük Platformu
Türkiye Gerçeği
Uluslararası İşçi Dayanışması Derneği (UİD-DER)
Partizan


Bu birliğe ilişkin olarak BDP sitesinde şu saptama yer almıştı:

"Dinci milliyetçi blok ve ulusalcı blok karşısında demokrasi özlemi duyanlara; özgürlükçü, eşitlikçi, demokrat ve sosyal bir anayasa için mücadele edenlerle yan yana geliyoruz" diyen
 Demirtaş'ın ardından EMEP Genel Başkan Yardımcısı Ender İmrek, Sosyalist Parti Genel Başkanı Sevim Belli ve EHP Genel Başkanı Sibel Uzun, oluşturulan bloğa ilişkin düşüncelerini paylaştı. Oluşturulan birlikteliğin sadece seçimlere dönük bir birliktelik olmadığını dile getiren isimler, kurulan bu birlikteliğin Türkiye'de bu günden itibaren sol güçlerin stratejik birleşmeleri olduğunun altını çizdi." (http://www.bdp.org.tr/haber-arsivi/2011/nisan/nisan-1.html)

**********

İlk operasyon PKK'ya yapıldı.
Amerika daha önce "sosyalizmden, soldan uzak dur" talimatı vermiş, PKK da bayrağından solu çağrıştıracak işaretleri çıkarmıştı.
Bu sayede etki alanını daha geniş Kürt nüfus içine genişletmişti.

Şimdi amaç daha değişik.
Dönekleşmiş, ipini satmış eski solculara sayfalarında "sosyalist" ünvanını bol keseden dağıtmakta olan ZAMAN'a diğer gaz tenekeleri de katıldı.
Şeyh Sait, Seyid Rıza gibi devrim düşmanlarının hayranları "sosyalist" ünvanı ile piyasaya sürüldü.
PKK desteği ile "Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku" listesinden milletvekili seçilen Ertuğrul Kürkçü, Abdullah Levent Tüzel, Sırrı Süreyya Önder gibi isimlerin önüne haber ve yorumlarda mutlaka "sosyalist" sıfatı eklendi.
Başta Doğan gurubuna ait gazete ve televizyonlar olmak üzere tüm yandaşlar bu yönde yayın yapmaya başladılar.

Sosyalistler, "Demek ki sosyalistliğin icabı bölücü olmakmış" deyip başını PKK'nın çektiği bu bloka ve "çatı partisi"ne yönlendirileceklerdi.

Halkımız da "Demek ki sosyalistlik bölücülük imiş" deyip sosyalizme nefret duyacaktı.

Doğu Perinçek gibi gerçek sosyalistler ise, "darbeci, ulusalcı, faşist, Ergenekoncu, Gladyocu, kontrgerillacı" sıfatlarıyla aşağılanmaya çalışılacaklardı.

Bir taşla ne kadar çok kuş vurmayı planlıyorlardı.

Öcalan, İmralı'dan Ahmet Altan'a, Cengiz Çandar'a, Yasemin Çongar'a selam gönderiyordu.
Taraf gaz tenekesi ise bu selama manşetten "Ve aleykümselam Öcalan" diye nal gibi harflerle cevap veriyordu.

Tezgah gizli değil, apaçık bir şekilde uygulamaya konmuştu.

**********

Adının ne olacağı henüz belli olmayan "çatı partisi"nin temel özellikleri şöyle olacak:

--Ulus devlete karşı çıkacak
--Atatürk devrimlerini küçümseyecek ve karşı çıkacak
--"İlericilik, diktatörlere karşı çıkmak" bahanesiyle Amerika'nın bölge ülkelerine saldırısını destekleyecek
--Etrnik ayrışmayı, bölünmeyi "ulusların kaderini tayin hakkı" olarak savunacak
--Fetullahçılarla işbirliği yapacak
--Yeni Anayasa için AKP'ye destek verecek
--Avrasya işbirliğine, Rusya, İran, Suriye ve Çin ile dostluğa şiddetle karşı çıkacak
--"AB'ye girelim" yaygarasının ön saflarında yer alacak
--NATO'nun, Amerika'nın bölge ülkelerine saldırısı için kamuoyunu hazırlayacak
--İran'a karşı kamuoyu yaratacak

16 Temmuz 2011 Cumartesi

Perinçek'in engel olamadığı İkiz Sözleşmeler sonunda gündeme getirildi

Tarih:2003
+++++++++
Doğu Perinçek feryat etti, kendini parçaladı.
O zamanki Cumhurbaşkanı Necdet Sezer'i makamında ziyaret etti.
"İkiz Yasalar Türkiye'nin bölünmesine yol açar, PKK'nın işine yarar" dedi.
"Hükümetin imzaladığı bu yasaları onaylamayın" dedi
Konuyu açıklayan bir dosya sundu, ayrıca sözlü olarak anlattı.
Necdet Sezer kös dinler gibi dinledi, iki gün sonra yasaları imzaladı.
 
İşçi Partisi'nin seferber olması, Milletvekillerine uyarıcı mektuplar yazması, rektörleri ziyaret edip tehlike uyarısı yapması fayda etmedi.
Diğer siyasi partiler kulaklarının üzerine yattılar, Türkiye'yi bölecek olan yasalara karşı hiç bir şey yapmadılar.
İkiz Yasalar, "Anayasa'ya aykırılığı öne sürülemeyecek" biçimde kabul edildi. "İç hukuk" haline geldi.
Anayasamızın "Türkiye'nin bölünmez bütünlüğü" ilkesine açıkça karşı olan bu yasaların Anayasa'ya aykırı olduğu öne sürülemeyecekti.
 
Tarih: 2011
++++++++++
Perinçek'in dediği gibi oldu. Sonunda bakla çıktı.
Bölücüler, İkiz Yasalara dayanarak "Özerklik" ilan ettiler.
BDP Genel Başkanı Demirtaş: "İkiz Yasalara göre, kendi kaderimizi tayin hakkımız var" dedi.
 
İkiz Yasalar nasıl kabul edildi
++++++++++++++++++++++++
İkiz Yasalar olayına tarih sırası ile bakalım:
 
1966
İkiz Sözleşmeler Birleşmiş Milleteler tarafından hazırlandı, üye ülkelerin imzasına açıldı.
37 yıl boyunca Türkiye bunları imzalamadı. İmzalamaya mecbur değilsin. İmzaladın mı, kement boynunda...
 
15 Ağustos 2000
DSP-ANAP-MHP Hükümetinin talimatı üzerine Türkiye'nin Birleşmiş Milletler Daimi Delegesi Volkan Vural İkiz Sözleşmeleri imzaladı.
 
4 Haziran 2003:
Tayyip Erdoğan Hükümeti, CHP'nin de yardımı ile, Volkan Vural tarafından imzalanmış olan İkiz Sözleşmeleri Meclis'ten geçirdi.
Böylece Sözleşmeler T.C. Yasası haline geldiler ve ondan sonra "İkiz Yasalar" olarak anıldılar.
 
İkiz Yasalar ne diyor
+++++++++++++++++
"Müslüman" AKP'nin, "Atatürk'ün kurduğu parti" CHP'nin, "Milliyetçi" MHP'nin, "Demokratik Ecevit Solcusu" DSP'nin elbirliği ile başımıza bela ettikleri, İşçi Partisi haricinde hiçbir partinin karşı çıkmadığı  yasalar bakın ne diyor:
 
"Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir.
Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler"
 
"Bütün halklar, doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir.
Bir halk, sahip olduğu maddi kaynaklatrdan hiçbir koşulda yoksun bırakılamaz."
 
"Bu sözleşmeye taraf bütün devletler, kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir ve Birleşmiş Milletler şartının hükümlerine uygun olarak bu hakka saygı gösterir"
 
Birleşmiş Milletler'in müdahale hakkı
+++++++++++++++++++++++++++++++
Bu yasa, Birleşmiş Milletler'in denetiminde uluslararası bir yasa.
İmzalayıp taraf olan devlet, bu yasanın uygulanmasında BM denetimini kabul etmiş oluyor.
BM'in patronu Amerika. Büyük Kürdistan kurmak, bunun için Türkiye'yi bölmek isteyen de Amerika.
Aldın mı başa belayı?
Anladın mı şimdi Perinçek ve komutanlar niçin Ergenekon tezgahı ile esir edildi?
Verdin mi oyları CHP'ye, kaldı mı komutanların esir kampında, girdi mi PKK avukatları, Atatürk Devrimi karşıtları, Fethullahçılar, Seyit Rıza hayranları Meclis'e, aç rakıyı yak sigarayı, iç bade sev güzel var ise akl-ı şuurun, dünya var imiş ya da yok, ne umurun.
Ara sıra da, entellik icabı "Perinçek oyları böldü"diye sızlanmayı unutma. Rahatlarsın. Necip Fazıl Kısakürek üstadımızın tavsiye buyurdukları üzere, Amerika'nın kucağına nazlı bir gelin gibi....


13 Temmuz 2011 Çarşamba

Suriye aydınları, Türk solunu eleştiriyor

11 Temmuz tarihli Aydınlık gazetesi, "Suriye solundan Türkiye soluna eleştiri" başlığıyla bir haber yaptı.

Ancak haber başlığı yanlış.
Çünkü Suriyeli aydınların eleştirdiği sol Türkiye solu değil, Amerikancı sol.
Türkiye solu, Amerika ve NATO ile, yani Haçlılarla birleşip komşu ülkelere saldırır mı?
Sadece sol değil, Türkiye sağı dahil, Türkiyeli olan hiçbir görüş Haçlılarla birleşip (Müslüman olsun olmasın) diğer ülkelere saldıramaz.

Kays el-Muarri, Lazkiye'den bildiriyor:
Suriye aydınları diyorlar ki:
"12 Eylül rejiminden kaçan Türkiyeli solcuları güvenli bir liman olarak misafir etmiştik.
Dostluk bu dönemde gösterilmeyecekse ne zaman gösterilecek?
Suriye üzerine kanlı bir oyun kurgulanıyor, Tayyip Erdoğan yönetimi bu oyunda doğrudan rol oynuyor.
Kimi Türkiyeli solcular, Suriye'ye karşı askeri operasyon tellallığı yaparak, emperyalist saldırının parçası oluyorlar.
Bilmeden, araştırmadan, halkın gerçek eğilimlerini tespit etmeden, yalan ve kurgular gölgesinde yayılmacı militarist görüşleri solculuk diye algılayanlar Türkiye'de halkı asla temsil edemezler, ve, komşuluk ilişkilerine herkesten daha çok bunlar zarar verir.
Eğer Türkiye'ye böyle bir saldırı olsaydı, Suriyeli devrimciler Türkiye halkını böylesi bir durumda asla yalnız bırakmazdı"

Suriye aydınları çok nazik bir üslup kullanmışlar.
Yoksa, onlar da Suriye'ye saldırı korosuna katılan ve kendilerine "solcu" payesi veren kişilerin bilip araştırmadan bu işi yapmadıklarını, ruhlarını Amerika şeytanına, Avrupa Birliği şeytanına, NATO şeytanına satmış olduklarını biliyorlar.

Suriyeli Kürt lider: "Bölücülük çıkar yol değil"

İşte iki karşıt görüş.
 
AKP koruması altında Hatay'da toplanan Suriye muhalefeti içindeki Kürt temsilciler hem Suriye hem de Türkiye'deki Kürt sorunu hakkında bölücü yaygaralar koparırlarken,
 
Suriye hükümetinin düzenlediği toplantıda, Suriyeli Kürt lider, Türkiye Kürtlerine "Bölünmeyin" çağrısı yapıyor.
 
"İleri demokrat" AKP tarafında mısınız, "Zalim diktatör" Esad tarafında mısınız. karar sizin.
 
Aydınlık yazarı Hasan Bögün ve Gamze Çınlar, Şam'dan bildiriyor:
 
 
Suriye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Faruk el-Şara başkanlığında Şam'da toplanan 200 kişilik gurup, Esad'ın reform programını ulusal bir eylem planına dönüştürmak için çalışmalara başladı.
 
Gurupta yer alan Kürt lider Ömer Osso şöyle dedi:
"Suriye Kürtleri, ülkenin bölünmez parçası ve tek (üniter) yapı içinde eşit yurttaşlardır.
Tayyip Erdoğan Türkiye'de de, Suriye'de de bölücülüğü kışkırtıyor.
Başka türlüsü mümkün değil. Suriye'de bölücülük yaparsan, kendi ülkeni de bölersin.
Suriye'de karışıklık çıkaranlar, Büyük Ortadoğu Projesi'nin (BOP) başarıya ulaşmasını isteyenlerdir.
Erdoğan, BOP yüzünden karışıklığa alet oluyor, Türkiye'de olduğu gibi bizi de bölmeye çalışıyor.
Biz Suriyeli Kürtler, bu ülkenin asli unsuru olarak, dış saldırıya karşı sonuna kadar ve şiddetle karşı duracağız"
 
 

Fenerbahçe'ne sahip çık



Cemaat Fener'le başa çıkamaz
++++++++++++++++++++++++++
 
"Şike" yaygaraları ile yapılmak istenen, Fenerbahçe'yi denetim altına almak, diğer kulüplere de aba altından sopa göstermek.
Federasyon, "Mahkeme sonucunu beklemeyiz, delillere göre karar veririz" demekle, AKP'ye biat ettiğini göstermiş oldu.
Böylece "İleri Demokrasi"lerde mahkemelere gerek olmadığını, bazı kurum ve kuruluşların "delillere bakarak" sanıkları cezalandırma hakkı olduğunu da öğrenmiş olduk.
 
Peki, yadeliller Ergenekon, Balyoz vesaire tertiplerinde görmüş olduğumuz gibi polis tarafından düzenlenmişse?
Ergenekon Savcısı, "O CD'leri delil torbasına sehven koymuşum" diye duruşmada itiraf etti.
Avukatlar o CD'lerin "El konulan delil tutanağı"nda olmadığını farkedip işin üzerine gitmeselerdi, o CD'lerin üzerinde Savcının el yazısı ile yazılmış bir kağıt olduğunu tesbit etmeselerdi, o CD'lerdeki sahte Delillere dayanılarak insanlar suçsuz yere mahkum edileceklerdi.
"Şike" delillerinde de benzer bir durumun olmadığı ne malum?
Gerçek olup olmadığı mahkeme tarafından tesbit edilmemiş olan delilere dayanarak Federasyon nasıl karar verebiliyor?
Buna hakkı var mı?
 
Bu bir "Fethullah Operasyonu"dur. İşin özü budur.
 
AKP Milletvekileri, AKP Başbakanı, AKP Cumhurbaşkanı "dokunulmazlık" zırhı arkasına saklanmışlar, "malı götürme" suçlaması ile yargılanmaktan kurtulmuşlar.
AKP belediyelerinin "malı götürme" suçları AKP Bakanının izin vermemesi nedeniyle soruşturulmamış.
Gemicikler hangi parayla alınmış, unlar nasıl akıtılmış, listelesen cilt cilt kitap olur.
 
Bütün bu yağmalar hasır altı edilirken, Fenerbahçe olayını "yolsuzluğun üzerine gidilmesi" olarak göstermek, operasyonun asıl amacını gözlerden kaçırmaya hizmet eder sadece.
"Şike" olayının "Çıkar amaçlı örgüt eylemi" haline dönüştürülmesi çabaları, Fenergenekon işaretleri vermektedir
 
 
Neden Fenerbahçe?
İktidarın ve Fetullah tarikatının bir türlü ele geçiremediği bu alan, 20 milyon taraftarı ve milyarlarca liralık rantıyla ağızlarını sulandırıyor.
Aziz Yıldırım'ın adı çeşitli bahanelerle Ergenekon soruşturmalarına karıştırıldı.
Şimdi de şike için "Ergenekon işi" deniliyor.
Ergenekon tehdidi ile tüm kulüpler Fetullah tarikatına boyun eğdirilmek isteniyor

Suriyeli sığınmacılar geri dönmeye devam ediyor

Ali Serdar Bolat    9 Temmuz 2011
 
Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı 5 Temmuz günü açıkladı:
 
"Suriye'den bugüne kadar 15.351 Suriyeli giriş yaptı.
Bunlardan 5.673 kişi kendi isteği ile ülkelerine döndüler.
Sığınmacı sayısı 9.678'e düştü
Suriyeli sığınmacıların geri dönüşleri devam etmektedir"
 
Bu açıklamadan sonra, 6 ve 7 Temmuz'da 473 sığınmacı daha döndü.
Dönenlerin sayısı 6.096 kişiye ulaştı.
 
Yandaş gaz tenekelerinin geri dönüşleri önlemek için attıkları palavralar işe yaramadı.
İşte faydasız kalan yaygaralarından birkaç örnek:
Türkiye gaz tenekesi: "Suriye dönenleri kurşuna dizdi"   (18 Haziran 2011)
Star gaz tenekesi: "Suriye'ye dönen 65 mülteci öldürüldü" (18 Haziran 2011)
Zaman gaz tenekesi: "Ordu yolları kesti, Suriye'den kaçış zor"  (20 Haziran 2011)
 
Sığınmacı (mülteci) tezgahı böylece boşa çıktı.
Türkiye'den giriş yapıp 120 Suriye asker ve polisini, ve birçok sivili öldürüp cesetleri parçalayan, yakıp yıkan NATO'cu çeteler, Suriye ordusu'nun yaklaştığını haber alınca Türkiye'ye geri kaçarken:
"Biz yandaşları öldürdük, ordu da yönetim karşıtlarını, Sünnileri öldürür, bizimle beraber gelin.
Türkiye'de el üzerinde tutulacaksınız. Amerika, Avrupa bizi destekliyor. Tayyip Bey size ev, bol paralı iş verecek"
diye binlerce kişiyi aldatarak Türkiye'ye getirmişti.
 
Rahat evlerini bırakıp bu masallarına kanarak gelenler, el üstünde tutulmak bir yana, çadırlarda dar bir arazide adeta hapis hayatı yaşamaktan bıkmışlar, çocuklar hastalanmış, yardımlar aşiret ileri gelenlerinin karaborsa ağına düşmüştü.
 
Evlerini özleyenler, ev ve bol paralı işten ümidini kesenler dönmeye başladı.
 
Amerikancı yandaş gaz tenekelerinin sığınmacıların ağzından uydurup yazdıkları
"Canlarını zor kurtardılar. Suriye ordusu kadınlara tecavüz edip göğüslerini kesiyordu. Hamile kadın can havliyle kendini sınırdan Türkiye'ye attı. Her şeylerini geride bırakıp kaçtılar. Ordu tanklarla, toplarla hücum etti. Kendini ormana atan canını kurtardı"
gibi Meşhedi palavraları doğru olsaydı, gelenler geri döner miydi?

"Kirli Fener Kalmasın" yutturmacası

Fenerbahçe ve diğer bazı takımların yöneticileri gözaltına alındı.
Hemen sonra Deniz Feneri sanıkları için de gözaltı kararı çıktı.
 
Yandaş basın yaygarayı bastı: "Kirli Fener kalmasın"
Yani Fenerbahçe ve Deniz Feneri pislikleri temizlenecek, bu iki fener pir-ü pak olacakmış.
Bu dolmayı aziz halkımız ballı börek gibi yiyip yuttu.
Halbuki bu iki fenere yapılan operasyonlar tamamen zıt amaçlara yönelik.
İşte yutturmacanın içyüzü:
 
Fenerbahçe
++++++++++
Başta AKP'li belediyeler olmak üzere tüm yandaşlar hakkında deliller de gösterilerek örneğin CHP'nin açıkladığı yolsuzluk iddialarının soruşturulması için izin vermeyen AKP'nin Fenerbahçe'ye yaptığı operasyonun amacının "yolsuzluğu cezalandırmak" olduğunu pabucuma anlatın.
 
Bu operasyonla AKP şu mesajı vermektedir:
"Türkiye'de bu işler benim kontrolüm altında yapılır. Hem siyasi olarak karşımda durup hem de benden habersiz böyle işlere kalkışırsan oyarım."
 
Yani Fenerbahçe operasyonunun amacı, tüm takımların yönetimlerini AKP'ye biat ettirmek.
Önce AKP'ye biat et, sonra ister şike yap, ister yolsuzluk, rahat rahat uyu be kardeşim.
 
Deniz Feneri
+++++++++++
Bu davanın dosyaları 3 yıldır bekletiliyor.
Alman mahkemesi: "Asıl suçlular Türkiye'de" demişti 3 yıl önce....
Ama suçlular 3 yıldır ellerini kollarını sallayarak serbestçe gezdiler.
Ergenekon, Balyoz, Fenerbahçe sanıkları gibi sabaha karşı evleri basılmadı, tutuklanmadılar, bilgisayarlarına el konmadı, evleri, işyerleri aranıp evraklara el konulmadı, geçmişe ait telefon konuşmaları basına servis edilmedi.
Çünkü AKP iktidarı, yandaşları olan bu sanıkların suçsuz olduğuna, delilleri karartmayacağına gayetle emindi. (!)
Ergenekon, Balyoz vesaire tertiplerinin sanıkları "kaçabilir, delilleri karartabilir" diye 3-4 senedir tahliye edilmezken, Deniz Feneri Efendileri hortumladıkları paraları bir güzel yediler.
 
Bu arada aziz halkımızın fereranduma "yes" demesi ile, HSYK, Danıştay, tüm yargı AKP'nin eline geçti.
Özel yetkili mahkemeler zaten AKP denetiminde idi.
AKP yandaşı Deniz Feneri sanıklarını AKP denetimine geçmiş olan mahkemelerin yargılamasında bir sakınca kalmamıştı..
Mahkeme sonunda mahkum olmaları gibi bir tehlike kalmamıştı çünkü..
 
Gözaltılar eşliğinde davayı başlatmanın bir başka amacı da, sanıkları Almanya mahkemelerinden kaçırmaktı.
Bir sanık aynı suçtan iki yerde yargılanamıyor.
Alman mahkemesine: "Sanıkları size veremeyiz, çünkü iddianameyi hazırladık, gözaltına aldık, biz yargılayacağız" diye cevap verilecek.
Almanya'daki dava kapanacak, dosya Ankara'ya "emin ellere" gelecek...
Böylece Deniz Feneri Efendileri kurtarılacak.
 
İşte "Kirli Fener Kalmasın" yutturmacasının içyüzü:
Fenerbahçe yöneticileri cezalandırılarak AKP'ye biat etmeleri sağlanacak,
Deniz Feneri Efendileri ise "gözaltı" göz boyaması ile ceza almaktan kurtarılacak.
 
Konuyu Aydınlık çizeri Derya Sayın muhteşem bir şekilde özetledi. Buyrun:
 
 

3 Temmuz 2011 Pazar

AKP, Filistin örgütlerine: "Milli Hükümet kurmaktan vazgeçin" baskısı yapıyor

3 Temmuz 2011
El-Fetih, Milli Filistin Hükümeti kurmak için HAMAS'a el uzatmış, aracı olması için AKP hükümetine başvurmuştu.
Filistin örgütlerinin birleşerek milli bir hükümet kurmaları ve Birleşmiş Milletler'e devlet olarak tanınmak için başvurmaları Amerika'nın Büyük Ortadoğu Projesi'ne ve İsrail'in çıkarlarına aykırı idi.
Bu yüzden AKP, El-Fetih'in çağrısına sessiz kaldı.
Olaya Mısır el koydu.
El-Fetih ve HAMAS Kahire'de buluştu, milli bir hükümet kurulması konusunda anlaştılar, diğer Filistin örgütleri de anlaşmaya katıldı.
AKP'nin, dinsiz (!) El-Fetih'e karşı Müslüman HAMAS taraftarlığı yaparak Filistin'in bölünmüş olarak kalmasını sağlama siyaseti çöktü.
El-Fetih, HAMAS ve diğer örgütler aralarında ilelebet çatışıp güçten düşecek, İsrail rahat edecekti.
Bu çatışmaya son vermek için ağırlığını koyan yeni Mısır hükümeti, Mübarek'in ABD-İsrail eksenli siyasetinden farklı bir tutum izleyeceğini ortaya koymuş oldu.
Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abas, Filistin Devletinin kurulması için Eylül ayında Birleşmiş Milletler'e başvuracaklarını açıkladı.
192 üyeli Genel Kurulun 128 üyesi onay verirse Filistin Devletinin kurulması kabul edilecek.
Şu ana kadar 120 devlet onay vereceğini bildirdi.
Ancak, oylama gününe kadar milli bir hükümet kurulması lazım.
El-Fetih ve HAMAS, Başbakanın ve bakanların kimliği konusunda henüz anlaşamadılar.
Tam bu noktada AKP son gayretini göstererek El-Fetih'ten Mahmut Abas'ı ve HAMAS'tan Halid Meşal'i Ankara'ya davet etti.
AKP, Mahmut Abas'a "Halid Meşal da burada, ortak bir basın toplantısı yapıp hükümeti kurmayı ertelediğinizi açıklayın" diye baskı yaptı.
Abas bu emrivakiye sinirlenerek bavullarını toplamaya başladı.
Ancak güçlükle kalmaya ikna edilen Abas, Meşal ile buluşmaya yanaşmadı.
Suudi Basın Ajansı, planı açık eden şu haberi yayımladı.
"Abas, Meşal ile görüşmemekle birlikte, Türk makamları aracılığı ile, hükümeti kurmayı ertelediğini Meşal'e iletti"
Bu yalan haber, Suudilerin de Amerika-İsrail-AKP komplosunda yer aldıklarını gösteriyor.
Abas, AKP'nin baskısına direniyor.
AKP, Amerika'nın Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanlığı rolünü oynamaya devam ediyor.

    Aydınlık, 2 Temmuz 2011 sürmanşet 
Konu ile ilgili 10 Mayıs tarihle yazımı tekrar veriyorum:
Filistin'de AKP kaybetti, Mısır öne geçti
+++++++++++++++++++++++++++++++++
Ali Serdar Bolat      10 Mayıs 2011
AKP, Filistin politikasını HAMAS'ı destekleme görüntüsü altında yürütüyordu.
HAMAS, dinsiz (!) El-Fetih ile çarpışıyor, Filistin İsrail karşısında bölünmüş, güçten düşmüş bir durumda bulunuyordu.
Sünni HAMAS, bu destek görüntüsü altında Şii İran'dan ve İran'ın müttefiki Suriye'den kopartılmaya çalışılıyordu.
Amerika'nın Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanı olduğunu defalarca ilan etmiş olan Tayyip Erdoğan'ın bu konudaki görevi, HAMAS'ı kendi tarafına çekerek ABD politikasına bağlamaktı.
Van minıt, Mavi Marmara gösterileri vesaire hep bunun içindi.
HAMAS da, "Böyle bizden yana Sünni kardeşlerimiz varken ne işimiz olur Şiilerle" deyip AKP yörüngesine girecekti.
Daha geniş bir perspektifte, İran'a sempati ile yaklaşmaya başlamış olan Arap kamuoyu ve Suriye dahil bazı Arap yönetimleri de, İran yerine İsrail karşıtı (!) Türkiye'nin çekim alanına gireceklerdi.
Filistin anlaşması soğuk duş etkisi yaptı
++++++++++++++++++++++++++++++++++
El-Fetih lideri Mahmud Abbas, HAMAS ile anlaşma isteğini Türkiye'ye iletti.
Bu haber, AKP'de soğuk duş etkisi yaptı. AKP Hükümeti bu konuda sessiz kaldı.
İsrail, anlaşmaya tepki gösterdi.
İsrail Cumhurbaşkanı Peres şunları söyledi:
"Kurucularından birinin terör örgütü olacağı bir ülkenin oluşumuna dünya destek vermez.
Seçimlerde hem Gazze hem de Batı Şeria'da terör örgütü iktidarı ele geçirebilir.
Bu anlaşma bir Filistin Devletinin oluşturulmasını önler, barış şansını ve istikrarı sabote eder"
Amerika da paniğe kapıldı.
ABD Dışişleri Sözcüsü, Amerika'nın şu an için Filistinlilere yaptığı yardımları devam ettirdiğini, ancak ittifak konusunda daha fazla bilgi almak istediğini belirtti.
Böylece, Türkiye-İsrail-Amerika üçlüsü Filistin barışı karşısında ortak tavır almış oldular.
"Van minıt" ve Mavi Marmara gösterilerinin aldatmaca olduğu bir kere daha ortaya çıktı.

HAMAS: "Suriye'ye sırtımızı dönmeyiz"
+++++++++++++++++++++++++++++++++
HAMAS'ın siyasi kadrosu, çalışmalarını çok uzun zamandır Şam'da sürdürüyor.
Batı destekli bir kısım Arap medyası "Hamas Suriye'yi terk edecek, Mısır ya da Katar'a gidecek" yönünde haber yaptı.
Sözde Suriye yönetimi Alevi idi, ve ayaklanan çoğunluktaki Sünnilere karşı katliam yapıyordu.
Bunun için, Sünni HAMAS da Suriye muhalefetinin yanında idi ve bu yüzden HAMAS yönetimi Suriye'yi terk edecekti.
HAMAS lideri Halid Meşal bu haberi şöyle yalanladı:
"Şam'da kalacağız ve Suriye yönetimine destek vermeye devam edeceğiz.
Hamas, zor günlerinde Suriye'ye sırtını dönmeyecektir"
HAMAS siyasi kanat üyesi İzzet el-Raşk da, örgütün siyasi kadrosunun Şam'dan ayrılmasının söz konusu olmadığını açıkladı.
Bu yalanlama, BOP görevlilerinde ikinci soğuk duş etkisine neden oldu.
Mısır öne geçti
++++++++++++
El-Fetih lideri Mahmud Abbas'ın anlaşma isteğini Türkiye duymazdan gelince, Abbas yüzünü Mısır'a çevirdi.
Mısır olaya el koydu.
Mahmud Abbas, HAMAS'ın kontrolündeki Gazze'de seçimlere gitmeye hazır olduğunu söylemişti.
Yeni Mısır yönetimi, hemen HAMAS ile temas kurdu. Birkaç gün içinde HAMAS'ı ikna etti.
HAMAS yöneticileri anlaşmayı imzalamak için Şam'dan Kahire'ye giderken Ankara'ya haber vermediler.
AKP'nin uzun uğraşılar sonunda HAMAS ile ulaştığı düzlem, El-Fetih'in müdahalesi ile anında çöktü.
El-Fetih, Amerika'dan aldığı yardımları kaybetme riskini göze alarak Filistin Ulusal Birliği için esaslı bir adım attı.
Politikasını Filistin'deki bölünme üzerine inşa etmiş olan AKP kaybetti, Büyük Ortadoğu Projesi büyük bir yara aldı.
Yeni Mısır yönetimi, Filistin Ulusal Birliği'ni sağlama yolunda attığı adımla eski Mübarek yönetiminin İsrailci-Amerikancı politikasından sapma gösterdi.
"Mübarek'e karşı isyanı Amerika düzenledi" iddiası derin bir yara aldı.
Sonuç olarak:
-- El-Fetih Amerikancı politikasından ayrılma işaret verdi
-- Yeni Mısır yönetimi, eski yönetim gibi kayıtsız şartsız İsrail-Amerika yörüngesinde olmayacağı işaretini verdi
-- HAMAS, Amerikancı AKP yörüngesine girmekten kurtuldu.

2 Temmuz 2011 Cumartesi

İsrail şıkır şıkır oynuyor

AKP Hükümeti Haçlı saldırganların öncü kuvveti olarak Suriye ile hır çıkarma yolunda ilerledikçe, İsrail sevinçten ne yapacağını bilemiyor, şıkır şıkır oynuyor.

İsrail hükümetinin görüşlerini yansıtmasıyla tanınan Haaretz gazetesinde Zvi Barel imzası ile yayımlanan yazıda özetle şunlar söyleniyor:

"İki taraftan (Türkiye ile İsrail kastediliyor) iyi niyetli insanlar (Türkiye ve İsrail Başbakanları kastediliyor) ilişkileri düzeltmeye çalışıyorlar.
Örneğin İsrail Başbakanı Netenyahu, Tayyip Erdoğan'ı seçim zaferinden dolayı kutladı.
Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin soğuması da, (Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin düzeltilmesine) yardımcı oluyor."

Zvi Barel, asıl müjdeli haberi yazısının sonuna saklamış. Diyor ki:

"Türkiye, hiçbir ülkenin (İran ve Suriye kastediliyor)
                       İsrail ile ilişkilerini koparması konusunda
                                               kendisine baskı yapmasına izin vermedi."

Hızını alamayarak, bakın İsrail hükümetine ne öneride bulunuyor:

"Türkiye ile yeni bir girişim başlatmanın en doğru zamanı.
Türk vatandaşlarının öldürülmesi konusunda Türkiye'den özür dilemek İsrail için felaket olmaz.
Özür dilemek suçu kabul etmek anlamına gelmez"

Plan şöyle:
Türkiye hır çıkarıp Suriye ile ufak çapta çatışma çıkarsın, NATO da "Üyemiz Türkiye'ye yardıma gidiyoruz" bahanesiyle Suriye'ye saldırabilsin.
Çünkü Rusya, Çin, Hindistan ve Brezilya'nın şiddetli muhalafet yüzünden Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nden Libya için çıkardıkları gibi bir kınama kararını Suriye için çıkaramıyorlar.
Çıkarabilseler, aynen Libya'ya yaptıkları gibi durumdan vazife çıkarıp Suriye'yi de bombalamaya başlayacaklar.
Ama karar çıkaramıyorlar, tek çare Türkiye'nin hır çıkarması, yani Haçlı ordusunun öncü birliği görevini görecek Türkiye.

Türkiye eğer bu görevi başarı ile yapar da Esad rejimi yıkılıp aynen Irak'ın bölündüğü gibi Suriye de bölünür ve Kuzeydoğu Suriye'de özerk bir Kürt bölgesi kurulursa, İsrail değil özür dilemek, AKP'nin ayaklarının altını bile öper.

Çünkü o zaman, Suriye'deki Kürt bölgesi, Irak'taki Barzani devleti ile birleşip, Türkiye'den güneydoğu bölgesini koparmak için daha büyük bir kuvvetle yüklenebilecektir.

İran başta olmak üzere bölge ülkelerini karşısına almış olan Türkiye bölgede yalnızlaşacak, Barzani Devleti + Suriye Kürt Bölgesi + PKK birliğinin baskılarına karşı koyamayarak parçalanacaktır.

Silivri Esiri E. Org. Çetin Doğan'ın dediği gibi:
"Suriye'ye müdahale, Türkiye'yi bölünmeye götürebilir.
Suriye veya İran'a yapılacak bir harekata katılmak, ülkemize ihanet olur."


Yeni Şafak'ın başına hangi taşın düştüğü anlaşıldı

Asia Times Online yazdı, İşçi Partisi MKK Üyesi Bülent Esinoğlu açıkladı:

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, 2003 yılında Amerika'nın zulmünden kaçıp Suriye'ye sığınan 1,5 milyon Sünni Iraklı Arabı Irak'a geri gönderme tehdidinde bulunmuş.

Böyle bir durum ne Irak'ın, ne de Irak Başbakanı Maliki'nin işine gelir.
Çatışmalar artar, Irak'ta şu anda görülen sahte denge bozulur.
Amerika'nın Suriye'de yaratmaya çalıştığı huzursuzluk Irak'a aktarılmış olur.

Bu yüzden, Şam Valisi Esad'a "Çekil git" diyen Osmanlı Sultanı'nın sesi kısıldı, 
başta Yeni Şafak olmak üzere tüm yandaş gaz tenekeleri, Amerikancı holding medyası şaşkınlığa düştü.
Bu yüzden Yeni Şafak gaz tenekesi
"Hatay'daki mülteciler ülkelerine dönmeye başlarken,
 Batı basını Türkiye ile Suriye arasında gerilimi tırmandırmaya çalışıyor.
diye yazdı, Hatay'daki kamptan Suriye'ye dönen sığınmacıların otobüsün pencerelerinden Esad lehine sloganlar attığını yazdı.

Ben de, 8 Haziran tarihli yazımda:
"Suriye düşmanlığı körükleyen Yeni Şafak gaz tenekesi nasıl oldu da gerçekleri yazdı, başına taş mı düştü, itiraf edeyim anlayamadım"
demiştim.

Osmanlı Sultanı'nın ve gaz tenekelerinin başına düşen taşın Suriye'deki 1,5 milyon Iraklı Sünni Arap sığınmacı olduğu anlaşıldı.
Bülent Esinoğlu'nun dünkü yazısının başlığı "Anlaşıldı" idi.

"Sünnilere eziyet ediyor", "Sapık Nusayri, Alevi diktatör" diye karalanmaya çalışılan Beşar Esad'ın 1,5 milyon Sünni sığınmacıya kol kanat gerdiği, yedirip içirdiği, barınak ve yiyecek temin ettiği gerçeği ortaya çıkacak, yalanları anlaşılacak diye gaz tenekeleri korku içindeler.