30 Eylül 2011 Cuma

Bölünme Anayasası için büyük uzlaşma

Ali Serdar Bolat  30 Eylül 2011
 
AKP heyeti, MHP'den sonra CHP'yi ziyaret etti.
CHP'ye "Anayasa süreci Meclis Başkanı Cemil Çiçek'in inisiyatifinde yürütülecek" güvencesi verildi.
 
Sanki Cemil Çiçek'in kim olduğunu bilmiyoruz.
Cemil Çiçek Tayyip Bey'in oluru olmadan kendi inisiyatifi ile bir şey yapabilir mi?
 
Bu tiyatro, CHP'li, MHP'li vatandaşın gözünü boyamak için oynanıyor:
"Anayasa çalışmaları AKP'nin değil, tarafsız (!) Meclis Başkanı'nın inisityatifi altında yapılacak"
 
Yani Bölünme Anayasası'nı AKP-BDP değil, Meclis'in tümü yapmış olacak.
Türkiye gayetle meşru bir şekilde bölünecek.
 
CHP Gurup Başkanvekili Akif Hamzaçebi hiç sıkılmadan bunu nasıl itiraf ediyor bakın:
"Yapılacak Yeni Anayasa değişikliğinin meşruiyeti tartışılmamalı.
Meşruiyet tartışması olmaması için tüm katmanların iradesinin bu değişiklik girişiminin arkasında olması lazım.
Meclis'te temsil edilmeyen yüzde 5'lik kesimin partilerinden de görüş alınmalı.
Önceden olduğu gibi "İstediğinizi söyleyin, Meclis'te çoğunluk benim. İstediğimi çıkarır istediğim maddeyi koyarım" deni,ldiğinde bu iş olmaz.
Halkın benimseyeceği Anayasa ortaya çıkmaz.
Tek parti görüntüsünü ortadan kaldırmak lazım."
 
Gördünüz mü, CHP'li  Akif Bey nasıl AKP sözcüsü gibi konuşuyor...
AKP'nin Anayasa girişimine sadece CHP'nin destek vermesi yetmezmiş, toplumun tüm katmanları bu girişimin arkasında olmalı imiş, hatta barajı geçemeyen partilerin de görüşü alınmalıymış.
 
Eğer AKP bu kadar olumlu girişimler yapıyorsa,
        sizin tek göreviniz de bu girişimleri desteklemek ise,
               vatandaş CHP'ye niye oy versin, MHP'ye niye oy versin?
Gider AKP'ye verir. Olan da budur.
             Muhalefet bile yapamayana iktidar teslim edilir mi?
                                                   Millette uyandırdığınız yargı işte budur.
 
 

AKP Hükümetinin sağ koltuk değneği

Ali Serdar Bolat   30 Eylül 2011
 
      MHP Milletvekilleri arasında yurtsever, aklı başında, 
    AKP'ye payanda olmak istemeyen şahsiyetlerin olması, 
 sadece MHP tabanını oyalamaya, halkın umutlarını bağlamaya yarıyor.
 
Aynen CHP yönetiminde Atatürk Devrimi'ne bağlı kişilerin olması gibi.
Bu kişiler, CHP ve MHP'nin AKP'ye sol ve sağ koltuk değnekliği yapmasını engelleyemiyorlar.
 
MHP ve CHP içindeki aklı başında kişiler, milleti oyalamak için aksesuar olarak kullanılıyorlar.
Onların açıklamaları milletin gazını alıyor, rahatlatıyor, afyonlanan millet CHP ve MHP'nin AKP'ye istepne rolü oynadığını göremiyor.
 
MHP Milletvekili Özcan Yeniçeri, Aydınlık'a yaptığı açıklamada diyor ki:
"Başbakan'ın Özel Temsilcisi, PKK'lılara "Nasıl olsa özerklik olacak" demiş, "Ana dilde eğitimi bu yolla çözeriz" anlamında sözler söylemiş.
Yani, işi bitirmişler. Üniter yapıyı bitirmişler.
Şimdi Anayasa konusu geliyor.
AKP'liler önümüze PKK ile anlaştıkları Anayasayı koyacaklar.
Yani PKK-AKP Anayasası'nı görüşeceğiz."
 
Ama , Yeniçeri'nin bu görüşleri, MHP'nin Uzlaşma Komisyonu'na katılmasına engel olamıyor...
 
+++++++++++++
 
AKP, Yeni Anayasa için muhalefet partileri ile görüşmeye MHP ziyareti ile başladı.
MHP heyetinin, kendilerini ziyerete gelen AKP heyetine şunları söylemesi gerekmez miydi?
"Ülkemizi parçalanmaya götürecek bir Bölünme Anayasası yapmak istediğinizi biliyoruz.
Bu istek, milli devlete ihanettir.
Biz Türk milliyetçileri olarak böyle bir Anayasa yapılmasına karşıyız.
Buyurun, PKK ile yani BDP ile birlikte yapıp Meclis'ten geçirin bakalım.
Ama bu süreçte dünyayı başınıza yıkarız, bu İhanet Anayasası'nı asla kabul etmeyiz.
Milletin silahlı direnme hakkı doğar. Ülkemizi size böldürmeyeceğiz.
Türk Milleti'ni meydanlara yığarız. Her yeri Tahrir Meydanı'na çeviririz.
Anayasanızı gırtlağınıza tıkarız"
 
++++++++++++++
 
Bunları söylemek, AKP'yi uyarmak yerine bakın ne yapıyorlar:
 
MHP Genel Merkezi'nde bir saatlik görüşme esnasında AKP ve MHP heyetleri arasında şakalaşmalar ve gülüşmeler eksik olmuyor.
AKP heyeti görüşmeden sonra "Hoşça vakit geçirdik" diyor.
 
MHP'li Oktay Vural:
"Sayın Adalet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı burada olduklarına göre dinlemeye karşı tedbir almıştır, jammer filan getirmiştir sanırım"
diyor. Bu kadar ciddi bir görüşme geyik muhabbeti ile başlıyor.
 
AKP heyeti, Uzlaşma Komisyonu'nda BDP'nin de yer almasının önemine parmak basıyor.
MHP heyeti bu görüşe destek veriyor, ve:
"Hiçbir parti metin veya taslak dayatmasın, bütün maddelerin Uzlaşma Komisyonu tarafından tartışılarak belirlenmesi şart.
Anayasa bir parti tarafından değil, Meclis tarafından yapılsın.
İnisiyatif TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek'te olmalı"
diye önerilerde bulunuyor.
 
MHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Bal:
"AKP heyeti önemli bir adım atarak önemli bir gelişmeye imza attı.
Partimize yapmış olduğu ziyareti olumlu değerlendiriyoruz."
 
++++++++++++++++
 
MHP'nin bu tutumu alarak yapmış olduğu iş şudur:
 
-- AKP'yi milli ve meşru bir parti olarak göstermek.
   Amerika tarafından kurdurulan ve yöneticileri Amerika tarafından tayin edilen bir partiyi milli ve meşru bir parti olarak göstermek
-- AKP ile birlikte milli, üniter, demokratik nitelikte bir Anayasa yapılabileceği yanılgısını yaymak
-- AKP'nin, Türkiye'yi bölme ve Büyük Kürdistan kurma amaçlı Büyük Ortadoğu Projesi'nin Eşbaşkanı tarafından yönetildiği gerçeğini gizlemek
-- Türkiye'yi bölmekle görevli bir parti ile işbirliği yapılabileceği afyonunu millete yutturmak
-- PKK (yani BDP) ve AKP'nin Bölücü Anayasa için anlaştıklarını,
    bu Anayasayı Meclis'ten geçirmek için AKP ve BDP'nin oylarının yeterli olduğunu,
    Uzlaşma Komisyonu'nun MHP ve CHP'yi bu suça ortak etmek için planlanmış olduğunu
    gözlerden gizlemek
-- "Bu Anayasa AKP ve PKK tarafından yapılmıştır" dedirtmemek için,
    "Bütün partilerin katılımı ile yaptık, bazı maddeler oy birliği ile bazı maddeler çoğunluk oyları ile geçti" demek için
    CHP ve MHP'nin de suç ortaklığına çekilmek istendiği gerçeğini gözlerden gizlemek.
--  Bu Uzlaşma Komisyonu'nun Bölücü Anayasa'ya meşruiyet sağlamak için kurulduğunu gözlerden gizlemek
 
++++++++++++++++++
 
Cumhuriyeti yıkmanın ve vatanı bölmenin Anayasası yapılıyor.
Bunun nesinde uzlaşacaksınız?

Komutanları, yurtseverleri tutuklamaya devam edebilirsiniz

Ali Serdar Bolat   29 Eylül 2011
 
Doğu Perinçek 27 Eylül günlü Aydınlık köşe yazısında (CHP ve MHP'yi kastederek) diyordu ki:
 
“Ordudaki darbeciler temizlensin” diyorlar.
Bu konuda o kadar kararlı ve ısrarlılar ki, tutuklanan general ve amiral sayısının 60’a yaklaşması onları tatmin etmiş değil.
Çünkü amaç, darbecileri falan değil, Orduyu temizlemek!
 
Bu saptamayı Kılıçdaroğlu onayladı. Dedi ki:
"Bu davalar sürmesin demiyoruz. Davalar devam edebilir."
 
Tercümesi:
Yani Kılıçdaroğlu demek istiyor ki:
Komutanları, yurtseverleri tutuklamaya devam edebilir, esir kampında, zindanlarda daha yıllarca tutabilirsiniz.
Kim tutar sizi.
 
CHP böylece AKP'ye, ABD'ye, AB'ye, Fethullahçı çeteye bir kere daha yol vermiş, yeşil ışık yakmıştır.
 
Gazeteci:
"Tutuklu Milletvekillerinin durumu Anayasa sürecini tıkar mı?"
Kılıçdaroğlu:
"Hayır, Anayasa süreci farklı bir şey, kısa sürede sonuçlanabilecek bir şey değil. Ön şart değil."
 
Tercümesi:
Yani Kılıçdaroğlu demek istiyor ki:
Balbay ve Haberal'ı esir kampında tutmaya devam etseler bile, Bölücü Anayasa çıkarabilmeleri için AKP-PKK cenahına yardımı esirgemeyeceğiz.
Onların serbest bırakılmasını ön şart olarak öne sürmeyeceğiz.
 
Kılıçdaroğlu devamla, Anayasa Uzlaşma Komisyonu'na üye vereceklerini, BDP gelmese bile Bölücü Anayasa için canla başla çalışacaklarını şöyle anlatıyor:
"Biz süreci tıkayan bir parti olmak istemiyoruz.
Bunu o Komisyon'da da dile getiririz, dışarıda da.
Amacımız, özgürlükçü, daha çağdaş bir Anayasanın olmasıdır"
 
Tercümesi:
AKP'nin, ABD'nin, AB'nin, Fethullahçı çetenin önünü tıkamayacağız.
Açacağız önlerini. Ülkeyi rahat rahat bölsünler diye peştemal tutacağız.
 
Kılıçdaroğlu, meşru olmayan bir Hükümetin ülkeyi bölmek için yapacağı Yeni Anayasa'ya, yani Bölünme Anayasası'na, yani Özerklik Anayasası'na, yani Federasyon Anayasası'na işte böyle yol veriyor.
Şu veya bu maddeye itiraz etmesi sonucu değiştirmez.
Sonuçta Bölücü Anayasa CHP'nin de katılımı ile hazırlanmış olur, meşruiyet kazanır.
 
CHP muhalefet yapmamakta, Hükümetin istepnesi rolü oynamaktadır. AKP'ye sol koltuk değnekliği yapmaktadır.
"Bunları Amerika seçmiş ve tepemize oturtmuştur, bunlar gayrımeşrudur" diyeceği yerde, peştemal tutmaktadır.
 
Kılıçdaroğlu 26 Eylül günü basın mensuplarının sorularına verdiği cevapta devamla şöyle diyor:
"Parlamentonun meşruiyet kazanması 550 Milletvekilinin yemin etmesi ile başlar"
 
İsterse 10,000 Milletvekili yemin etsin, bu parlamento meşruiyet kazanamaz.
Çünkü Cumhurbaşkanından Başbakana, Bakanlara, Valilere kadar tüm makamlara yabancı bir devlet tarafından, Amerika tarafından atama yapılmıştır.
CIA dergilerinde, 2002 seçimlerinden 7 yıl önce, henüz AKP diye bir parti ortada yokken, o sırada Refah Partisi üyeleri olan Erdoğan'ın Başbakan, Gül'ün de Dışişleri Bakanı yapılacağı alenen yazılmıştı.
Millet seçmedi, Amerika seçti. Bundan dolayı gayrımillidirler, gayrımeşrudurlar. Doğu Perinçek tüm bu gerçekleri halkımıza açıkladı.
Hiçbir yemin, hiçbir hokkabazlık bu parlamentoya meşruiyet kazandıramaz. 
Hele AKP Hükümeti'ne hiç.
 
           İP Genel Başkanı Doğu Perinçek 
     2002 seçimlerinden sonra ilan etmişti:
"Gayrımillidirler, gayrımeşrudurlar, yıkılacaklar"
 
İşte muhalefet budur. Doğru olanı söylemektir. Gerçekleri halkın gözünden saklamak muhalefet değildir.
İşte onun için muhalefet Silivri'de, muhalefet taklidi yapan peştemalciler Meclis'tedir.
 
Cumhuriyet mitinglerinde kürsüden: "Sağcılar MHP'ye, solcular CHP'ye oy versin" diyerek yurtseverlerin önünü tıkamış olan Tuncay Özkan hatasını acaba anlamış mıdır?

AKP - CHP - MHP ortak politikası

27 Eylül 2011
 
 
Erdoğan, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin ortak politikasıTayyip Erdoğan, Ramazan ayında, Kürt meselesinde şiddet politikasını ilan etmişti. Mübarek ayın bitmesini bekliyordu. ABD gezisinde, birden politika değiştirdi, yeniden masaya oturmaktan söz ediyor. Bizce değişen bir şey yok.
Kemal Kılıçdaroğlu, “silahla olmaz” diyor.
Devlet Bahçeli, Kandil seferi çağrıları yapıyor.
 
Dikkatsiz bir göz, üç liderin farklı politikalar savunduğunu düşünebilir.
 
“Orduyu temizleme” politikasında birlikteler
++++++++++++++++++++++++++++++++++++++

“Ordudaki darbeciler temizlensin” diyorlar.
Bu konuda o kadar kararlı ve ısrarlılar ki, tutuklanan general ve amiral sayısının 60’a yaklaşması onları tatmin etmiş değil.
Çünkü amaç, darbecileri falan değil, Orduyu temizlemek!
 
İşte esas süreci belirleyen ortak politikaları budur:
TSK’nin etkisiz hale getirilmesi, hatta tasfiye edilmesi.
 
Geri kalanı boş laftır; hava cıvadır.
 
Türk Ordusunu sahneden çektiğiniz zaman, meydan,
     silahlı güç olarak, ABD, İsrail ve onlara bağlı kuvvetlere kalır.
 
O durumda, uygulanacak biricik çözüm, “özerklik” adı altında
                                                 Diyarbakır merkezli ayrı bir devletin kurulmasıdır.
Yalçın Küçük arkadaşımız, buna “Mısır Modeli” diyor.
Yani hukuken Osmanlı’ya bağlı gibi gözükecek,
                                     ama yabancı devletin denetimine girecek. 
Washington ve Tel Aviv’den yönetilen, ama Türkiye Anayasasına kayıtlı bir Kürdistan!
 
“Silahla çözülmez”i ispat harekâtı!
+++++++++++++++++++++++++++++

Tayyip Erdoğan’ın şiddet politikası ABD planı çerçevesindedir. Verilen görevi iyi anlamak gerekiyor.
 
AKP, sorunun silahla çözülmeyeceğini ispatlamak
            ve Ordunun itibarını yerle bir etmek için 
                son bir denemeyi gündeme getiriyor. 
 
Tayyip Erdoğan, askeri harekâtı başarısız kılmak için 
                  gereken her şeyi yapmıştır. 
                         Burası çok önemli! 
 
 TSK’nin bölücülükle mücadelede deneyimli komutanları hapse atılmış, Ordu bir “suç örgütü” olarak gösterilmiş ve komuta kademesinden rütbesiz ere kadar bütün Ordunun moralini kırmak için her şey yapılmıştır ve harekât devam ediyor.
 
 
TSK’ye kurulan tuzak
+++++++++++++++++++

Tayyip Erdoğan,
TSK’ye karşı ABD güdümünde yürüttüğü tasfiye harekâtında 
 şimdi nihai sonuç alıcı darbeye yönelmiş bulunmaktadır.
 
                                   Açıkçası TSK,
başarısız olacağı bizzat Tayyip Erdoğanlar tarafından 
                               belirlenmiş koşullarda                                                                                                                        uygulamaya sevk ediliyor. 
              TSK bir tuzağın içine itilmektedir.
 
Bölünme anayasasının koşulları hazırlanıyor
+++++++++++++++++++++++++++++++++++++

Uygulamadan sonra, “silahla olmuyor, görüyorsunuz” diyeceklerdir
        ve ABD’nin bölünme anayasası Türkiye’ye dayatılacaktır.
 
Bölünmeyi önleyecek yaptırım gücünü etkisiz hale getirmek yanında, 
                 itibarını bütünüyle kaybeden TSK’nin 
   bölünme anayasasına direnme kabiliyeti de kırılacaktır; 
                                 planlanan budur.
 
İşte bu nedenlerle
“TSK’nin içindeki darbeciler temizlensin” sloganı
Türkiye’yi bölme harekâtının merkezi politikasıdır.
Kılıçdaroğlu ve Bahçeli, bu harekâtın önemli aktörleridir.
 
Giderilmesi mümkün olmayan hata
++++++++++++++++++++++++++++++
 
Bugün her yanlış siyasetin ilerde düzeltilmesi çareleri bulunabilir.
Ancak TSK’ye karşı yürütülen harekâtı desteklemenin yol açacağı sonuçların düzeltilmesi şansı yoktur.
Çünkü bu hata, yığınakta yapılan hata türündendir.
 
TSK’yi temizleme harekâtına tam destek veren Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli, ne söylerse söylesinler, Recep Tayyip Erdoğan’ın misyonuna tarihi katkılarda bulunuyorlar.
O nedenle BOP Eşbaşkan Yardımcılığı sıfatını fazlasıyla hak etmişlerdir.
 
Cürüm ortaklığına son verin!
++++++++++++++++++++++++

                 Eğer bu sıfat onları rahatsız ediyorsa, yapabilecekleri tek bir iş vardır:
“Darbeciler Ordudan temizlensin” sloganıyla işledikleri cürüm ortaklığına derhal son vermek, ve,
         Orduya karşı yürütülen yabancı devlet harekâtına karşı cepheden savaş açmak.
 
 Bu tutumu almayanlar, Türkiye’yi bölen tertibin aktörleri olarak anılacaklardır.
 
+++++ 
Doğu Perinçek'in 27 Eylül günlü Aydınlık başyazısıdır

28 Eylül 2011 Çarşamba

AKP Hükümetinin sol koltuk değneği

Ali Serdar Bolat   28 Eylül 2011

26 Eylül 2011 günlü Aydınlık köşe yazısında Doğu Perinçek diyor ki:

                                "CHP yönetiminde
Atatürk Devrimi'ne bağlı, bağımsızlıkçı, halkçı devrimcilerin olması, 
                       artık bir tek CHP tabanını oyalamaya 
                       ve halkın umutlarını bağlamaya yarıyor.

Çünkü, o insanların
AKP iktidarına karşı bir program ve siyaset seçeneği yaratma konusunda 
CHP'ye herhangi bir katkılarını görmüyoruz."

+++++++++++

Doğu Perinçek'in tesbitinin doğruluk derecesini Yeni Anayasa konusunda sınayalım.

+++++++++++

25 Eylül 2011 günlü Aydınlık haberi:
CHP Gurup Başkan Vekili Emine Ülker Tarhan, Aydınlık'ın sorularını şöyle yanıtlıyor:

"Hükümet-PKK görüşme kayıtrlarına göre AKP'nin Anayasa konusunda PKK ile anlaştığı izlenimi doğmuştur.
AKP, temel ilkelerinde PKK ile anlaştığı anlaşılan Yeni Anayasa'ya meşruiyet kazandırma peşinde.
AKP-PKK Anayasası'na meşruiyet kazandırmak için, Uzlaşma Komisyonu'na muhalefet partilerinin katılmasını hedefliyor olabilir.
Bu yolla da, PKK ile anlaştığı Anayasa'yı "Mutabakat Anayasası" olarak ilan etmesi söz konusu olabilecek."

"Şimdi yapılmak istenen, siyasal paradigmayı değiştirmek,  "Yeni Anayasa" adı altında üniter yapı ile oynamak.
Ardından PKK ve Öcalan'a af getirerek öyküyü sonlandırmaktır.
Bizim görevimiz, bu AKP-PKK Anayasası'na payanda olmak değil, bu oyunu bozmaktır."

+++++++++++++

Gördüğünüz gibi, Emine Ülker Tarhan, aynen Doğu Perinçek gibi, CHP'nin uzlaşma komisyonuna üye vermemesini, AKP'nin çıkaracağı Federasyon Anayasası'na meşruiyet kazandırılmamasını önermektedir.

Doğu Perinçek 30 Temmuz'da uyarmıştı, şöyle demişti:
"Bölünme Anayasasının
          bazı maddelerine karşı oy vermek,
                         CHP ve MHP’yi kurtarmayacaktır.
Çünkü Parti dediğin, AKP’nin amacını en baştan saptar
                                 ve bugünden, AKP’nin anayasa girişiminin
                                                  milli devlete karşı bir suç olduğunu ilan eder.
Eğer bir parçacık akılları varsa, CHP ve MHP bu çemberin içine girmezler.AKP, kalkıştığı ihanetle baş başa bırakılmalıdır.
Bırakın AKP ve BDP, bu karşıdevrim anayasasını birlikte hazırlasınlar."

++++++++++++++++

27 Eylül 2011 günlü Aydınlık haberi:

Meclis'te Filistin Büyükelçisi ile görüştükten sonra basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Kılıçdaroğlu,
"BDP gelmezse, CHP'nin tavrında değişiklik olur mu, o komisyona (Uzlaşma Komisyonu kastediliyor) üye verilmesi konusunda?"
sorusuna şu cevabı veriyor:
"Biz süreci tıkayan bir parti olmak istemiyoruz. Olması gerekenleri söylüyoruz.
Bunu o Komisyon'da da dile getiririz, dışarıda da.
Amacımız özgürlükçü, daha çağdaş bir Anayasanın olmasıdır"

+++++++++++++++++

Demek ki, İP Genel Başkanı Doğu Perinçek'in saptaması doğrudur.
CHP yönetimindeki Emine Ülker Tarhan gibi Atatürkçü yöneticilerin görüşleri CHP'nin siyasetlerine etki edememektedir.
Tarhan, AKP'nin PKK ile anlaştığı Yeni Anayasa'nın üniter yapıyı değiştirme hedefini işaret ederken,
Kılıçdaroğlu bu Anayasa'nın "çağdaş, özgürlükçü" olabileceği konusunda hayaller yaymakta, gözleri karartmaktadır.
        AKP ile birlikte "çağdaş, özgürlükçü bir Anayasa yapılabileceği" 
                         yanılgısını kamuoyuna pompalamakta,  
                     en alasından AKP yardakçılığı yapmaktadır.
Kılıçdaroğlu, AKP'nin bir "Federasyon Anayasası" çıkarmak istediğini gizlemekte, AKP'ye sol koltuk değnekliği yapma görevini ifa etmektedir.
Perinçek, Yeni Anayasa girişiminin "Milli Devlete karşı bir suç" olduğunu tesbit etmiştir.

Kılıçdaroğlu, aklını peynir ekmekle yemedi ise, Milli Devlete karşı işlenecek olan bu suça katılmamalıdır.

+++++++++++++++++

Aydınlık, 28 Eylül 2011

Kılçdaroğlu, İstanbul'daki CHP'li Belediye Başkanları ile buluştu.
Toplantıdan önce Belediye Başkanları kendi aralarında ön toplantı yaptılar, parti yönetiminin Anayasa tutumunu eleştirdiler.
Belediyeler adına Kadiköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, Kılıçdaroğlu'na
"Uzlaşma Komisyonu'na katılmayalım, AKP'nin oyununa gelmeyelim" dedi.

Aydınlık:
"Belediye Başkanlarının Anayasa değişikliği konusunda bir önerisi oldu mu?"
Kılıçdaroğlu:
"Yok, böyle bir öneri gelmedi"


Aydınlık'a ulaşan bilgiye göre, bu talebin karşılanmaması durumunda İstanbul'daki Belediye Başkanları "Partimizi geri istiyoruz" başlığıyla imza kampanyası başlatacaklar.

Silah bırakın pazarlık yapalım

Ali Serdar Bolat   26 Eylül 2011
Aydınlık yazdı, Erdoğan ve Kılıçdaroğlu doğruladı
24 Eylül günlü Aydınlık'ın haberini doğrulayan peşpeşe 4 açıklama yapıldı

 
Tayyip Erdoğan ne dediğini biliyor. Barzani de öyle.
Ama acaba Kılıçdaroğlu ve Süheyl Batum ne dediklerini biliyorlar mı?
 
Mesud Barzani, lideri olduğu KDP'nin yayın organı Peyammer'de "Son hedefimiz Tek Kürdistan" dedi, ve 5 maddelik yol haritasını açıkladı:
1 - Kürtlerin birliği
      Irak, Türkiye, İran ve Suriye'deki Kürtlerin birliği sağlanacak
2 - Kurumlaşma
     Kuzey Irak'ta kurulan Kürdistan Bölgesel Yönetiminin tam bir devlet yapısına kavuşabilmesi için gereken kurumlar oluşturulacak, var olanlar geliştirilecek
3 - Tanınma
     Kuzey Irak'taki Kürdistan bölgesinde daha fazla yabancı ülkenin temsilcilik veya konsolosluk açması için çalışılacak.
     İlerde bağımsız bir devlet olma durumunda bu temsilciliklerin ülkelerini etkilemeleri sağlanacak
4 - Koparılmış bölgelerin kazanımı
     İran'ın, Türkiye'nin ve Suriye'nin Kürdistan'dan koparmış olduğu parçalar geri alınacak, Kuzey Irak'taki Kürdistan bölgesi ile birleştirilecek
5 - Tek yazım dili
     Bu dört parça Büyük Kürdistan olarak birleşince, ortak alfabe zorunlu hale gelecek.
     Bu sorunu  bugünden halletmek üzere ortak alfabe ve yazım dili tesbit edilecek.
     Nasıl Çin'de Mandarin, Kantonez gibi değişik Çince lehçeler olmasına rağmen eğitim dili Mandarin ise, Büyük Kürdistan'da da bir lehçe seçilecek öğretim bu lehçede yapılacak.
 
Barzani böylece, Tayyip Erdoğan'ın Eşbaşkanı olduğu Büyük Ortadoğu Projesi'nin Büyük Kürdistan hedefinin yol haritasını açıklamış oldu.
 
+++++++++++++
 
Kılıçdaroğlu ise bakın ne diyor:
"Yeni bir politika izliyorlar, öyle anlaşılıyor.
İran ile ortak operasyon yapacaklar.
Yni 1990'ların başına dönüp özel güvenlik güçleri yetiştirecekler.
Silahla bu işin çözülemeyeceğini öteden beri söylemiştim.
Siyaset kurumunun terörü sonlandırma konusunda politika, çözüm üretmesi lazım.
Eğer böyle bir adım atılırsa CHP olarak her türlü desteği vermeye hazırız."
 
Kılıçdaroğlu'nun  bu sözlerin en hafifinden "zırcahillik" olarak niteleyebiliriz.
Daha ağır bir niteleme yapmak istemiyorum.
"Silahla bu iş çözülmez" ne demektir?
PKK bu işi silahla çözmektedir, silah zoru ile "Bölgesel özerklik" ilan etmiştir
Silah zoru ile Anayasa'yı değiştirtmektedir.
Kendisine düşmanlık yapan Valileri, Emniyet Müdürlerini silah zoru ile değiştirtmiş, komutanları Hasdal'a ve Silivri'ye göndertmiştir.
Kurtuluş Savaşı sırasında bir Meclis üyesi çıkkıp:
"Yunanlılar Polatlı'ya dayandı.
         Bu işin silahla çözülemeyeceğini söylemiştim.
                         Yunanlılar silah bıraksın konuşup anlaşalım"
deseydi Mustafa Kemal ne yapardı?
Mustafa Kemal'in o Milletvekiline yapacağı şeyi Kılıçdaroğlu ve Süheyl Batum hak etmişlerdir.
Acaba bu ikilinin ağızlarından çıkanı kulakları duymakta mıdır?
İran'ın PJAK'ın işini silahla bitirdiğini bu ikili acaba duymadılar mı?
 
Kılıçdaroğlu, "AKP Hükümeti İran ile ortak operasyon yapacak" demektedir.
Böylece Kılıçdaroğlu, yarım ağızla söylediği "Tayyip Erdoğan BOP Eşbaşkanıdır" sözünün anlamını bilmediğini itiraf etmiş olmaktadır.
Temel amacı "Büyük Kürdistan" kurmak olan BOP'un Eşbaşkanı, İran ile birlikte PKK'ya operasyon yapar mı?
Ancak Milli Hükümet yapabilir bunu. Amerika'dan emir alan Hükümetler ne kendi başlarına, ne de İran ile birlikte Kandil'e sonuç alıcı operasyon yapamazlar.
İran ile birlikte PKK'ya ortak operasyon yapıp Kandil'in zaptedilmesine karşı çıkmakla PKK'yi koruduğunun bilincinde midir Kılıçdaroğlu?
"Zırcahil" diyorum, dilimin öteye geçmesine gönlüm elvermiyor.
 
+++++++++++++
 
Ya anlı şanlı akademisyen CHP Milletvekili Süheyl Batum'un şu zırvalarına ne demeli?
"Bir ülke, özel temsilcisi ile, o ifadelerle pazarlık etmez.
Ne zaman eder? Silahlar susar, insanlar şehit olmaz, ölmez, korku içinde yaşamazlar.
O zaman terör biter, eski terör örgütü ile oturursun yeni gündemi oluşturursun"
 
Senden bir söz almadan PKK silah bırakır mı?
Söz aldıktan sonra bile silah bırakmaz. Sadece "İsteklerim yerine getiriliyor mu" diye görmek için eylemlerine ara verir.
Yerine getirilmiyorsa teröre kaldığı yerden devam eder.
Bir terör örgütünün "Silah bıraktım" demesi sadece bir oyalama taktiğidir.
Teröre kaldığı yerden tekrar başlamak üzere en azından çekirdek kadrosunu korur.
Ki, Kandil'dekilerin en az yarısını böyle bir "silah bırakma" durumunda silahları ile birlikte Barzani'nin peşmerge ordusuna katılacakları herkes tarafından bilinmektedir.
Terör örgütleri, öldürücü darbe yemeden, isteklerini silah zoru ile yaptıramayacaklarını anlamadan, veya istekleri kabul edilmeden kesinlikle silah bırakmazlar.
 
Velev ki silah bıraktılar. O durumda neyin pazarlığını yapacaksın?
Eski terörist - yeni "vatandaş" (!)  ile hangi gündemi oluşturacaksın?
Süheyl Batum bu sorunun cevabını mutlaka vermelidir: Neyin pazarlığını yapacaksın.
Pazarlık sonunda isteklerini kabul edersen, bunları silah zoru ile almış olmayacaklar mı?
Kabul etmezsen teröre kaldıkları yerden devam etmeyecekler mi?
 
Hem sen şu anda iktidar değilsin ki, muhalefet bile değilsin.
Silah bırakırlarsa pazarlığı sen değil AKP Hükümeti yapacak.
AKP Hükümetine nasıl kefil oluyorsun da böyle bir pazarlık öneriyorsun.
Bu önerinle, AKP'nin PKK ile mücadele ettiğini kabul etmiş oluyorsun ki, AKP'nin içine düştüğü kötü durumda ona can simidi atmış oluyorsun, koltuk değnekliği yapıyprsun.
Muhalefet bile değilsin.

 

PKK'lı öldüren güvenlik güçlerini kontrol edemiyoruz

23 Eylül 2011   Ali Serdar Bolat
 
Uluslararası Kriz Gurubu (International Crisis Group), 20 Eylül'de raporunu açıkladı.
47 sayfalık raporun adı: "Türkiye, PKK isyanını bitirmek" (Turkey: Ending the PKK Isurgency)
 
Raporda yazılanlar ve tercümeleri:
 
+++++++++++++
 
İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Güneydoğu'da istenmeyen görevlileri bölgeden uzaklaştırdı.
 
Tercümesi:
PKK istedi, Atalay değiştirdi.
PKK'ya "düşmanlık ve şey" yapan devlet görevlileri alındı, yerlerine "PKK'ya düşmanlık ve şey" yapmayan görevliler atandı.
Tayyip  Erdoğan'ın Özel Temsilcisi Hakan Fidan, PKK'lılara sormuştu: "Kimden şikayetçisiniz?"
"Alandaki Valiler, Emniyet Müdürleri bu noktada gerçekten çok değerli insanlar.
Yani şu anda isim vererek şikayet edebileceğiniz şu adam düşmandır, şu adam şeydir"
Fidan PKK'lılara soruyor: "Var mı hala size düşmanlık ve şey yapan, şikayet edebileceğiniz devlet görevlisi?"
 
++++++++++++++++
 
İçişleri Bakanı Beşir Atalay şöyle dedi:
"Polisin dağıttığı seçilmiş Kürt yöneticilerinin fotoğraflarını görünce çok kızıyorum.
Sanki beni sabote etmeye çalışıyorlar.
Başkalarına: "Burası Türkiye, her şeyi kontrol edemiyoruz" diyorum"
 
Tercümeye gerek yok, herşey tabak gibi ortada.
 
++++++++++++++++
 
AKP'nin Güneydoğu politikası, Beşir Atalay ve AKP Diyarbakır Milletvekili İhsan Aslan tarafından çizildi.
Beşir Atalay, Kürt asıllı sosyolog Mazhar Bağlı'yı Polis Akademisi'nde görevlendirdi.
Mazhar Bağlı 81 ili dolaştıktan sonra, Atalay'ın başkanlığında 500 kişinin katıldığı  toplantılar yapıldı.
Bu toplantılardan sonra, "Merkezden bölgeye atanan bazı görevliler değiştirildi"
 
Tercümesi:
"PKK'ya düşmanlık ve şey" yapan devlet görevlileri sosyolog Mazhar Bey tarafından tesbit ediliyor, Bakan Atalay da bunları görevden alıyor.
 
+++++++++++++++++
 
AKP'li yetkililer, Kriz Gurubu Raportörleri'ne TSK'yı şikayet ediyorlar.
Raporda şöyle deniyor:
 
Üst düzey bir (AKP Hükümeti) yetkili(si):
"İnisiyatif alarak PKK guruplarını etkisiz hale getiren ve öldüren güvenlik güçlerini her an kontrol edecek otoritemiz yok"
dedi.
 
+++++++++++++++++
 
Raportörlerimize açıklama yapan AKP Milletvekilleri ve üst düzey Türk yetkililere göre:
2011 başından itibaren Türk yetkililer ve PKK-BDP temsilcileri arasında tekrar bir uzlaşmaya yaklaşıldığından beri genel af çıkarılması gündemde
 
+++++++++++++++++
 
AKP Diyarbakır Milletvekili İhsan Aslan, raportörlerimize şunları söyledi:
"Şimdi bütün düşünceler tartışılabilir.
Daha önce genel af sözünü bile kullanamazdın.
Şimdi, "Öcalan ev hapsine alınabilir" fikrine kimse tepki göstermiyor"
 
++++++++++++++++++
 
Bir üst düzey yetkili, raportörlerimize şunları söyledi:
"Birkaç yıllık barış sürecinden sonra Öcalan ve diğer PKK'lı yöneticilerin  politikaya girmesine izin verilmeli"
 
Tercümeye gerek yok. İhanet apaçık meydanda.
 

Abdullah Gül'ün "Yazıcıoğlu" bombası:

“Helikopterin beynini keçiler sökmemiş”
++++++++++++++++++++++++++++++

24 Eylül 2011

Helikopterin düşüş nedenin araştırılırsa, CIA’nın 1970’lerdeki isitikrarsızlaştırma operasyonun bütün “kahramanlarını” gözler önüne serilir.
Dahası;  Muhsin Yazıcıoğlu’nun Fethullah Gülen ile Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül ve başkalarıyla meçhul ilişkileri de aydınlanır.

++++++++++

Abdullah Gül’ün Berlin’den, yaptığı açıklamayı okuyunca, gözlerime inanamadım. Bir daha okudum:

“Helikopterin beynini keçiler sökmemiş”
“Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümü konusunda çok büyük şeyler ortaya çıktı açıkçası. İnanmak mümkün değil. Açıklar ortaya çıktı. Yani düşünebiliyor musunuz, Meclis falan kapanmıştı… Ama ortaya çıktı ki düşen helikopterin bütün beyni, o helikopterin her şeyini kayda geçen hafıza yok ortada şimdi.


“Keçiler gelip söküp götürmedi. (…) Özel vidalarla sökülmüş, yok ortada. Daha bunun gibi insanın aklının almayacağı şeyler var. Çok fazla söylemeyeyim. Bu tespit edildikten sonra da ihbarlar yağdı. ‘şunlar şunlar da var, al şu videoya bak’ diye gönderdiler bana. Baktım ki bir taraftan cesetleri zorla buzdan falan çıkarıyorlar, birisi de orada vidayı söküyor. Hepsi çıktı ortaya. Şimdi cinayet de diyemeyiz, onu savcılık diyecek.

 “Gül, ‘Hafızayı kim söküyor?’ sorusunu ‘Neyse…’ diyerek yanıtlamadı…” (Hürriyet, 21 Eylül 2011)

++++++++++

Çankaya tarihinde, “Helikopterin beynini keçiler sökmemiş” başlığıyla verilen bu açıklamanın benzerine rastlanamaz.

Kamuoyu tam Aydınlık’ın yayınları sonucu, PKK ile hükümetin görüştüğünü konuşurken, Ankara’nın göbeğinde bombalar patlarken, Berlin’den bu beyanat patlatılıyor.

Türkiye’de adına bir zamanlar devlet denen teşkilatın bütün görevleri yeniden tanımlanmaktadır. Herkes, artık her görevi yapmaktadır.
En yüksek makam sahipleri, en mütevazi işlere soyunmaktadır.


++++++++++

Gladyo - tarikat cenazesi
+++++++++++++++++++++


Muhsin Yazıcıoğlu’nun cenazesi, neresinden baksanız, tam bir Gladyo cenazesidir.
Bütün devlet büyükleri, eski ve yeni Gladyo kuşakları sıra sıra gelmişleridir.
O zamanki Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un katılımı özel dikkat çekmiştir.
Ve cenaze, özel Bakanlar Kurulu Kararıyla bir dergâha gömülmüştür. Aynı zamanda bir tarikat cenazesidir.
O tören, varolan rejimi tanımlamıştır.

“Abdullah Çatlı’nın kader arkadaşı”
++++++++++++++++++++++++++++++


Muhsin Yazıcıoğlu, Abdullah Çatlı’nın reisidir.
Hürriyet, o zaman gazete idi ve “Muhsin Yazıcıoğlu ile Abdullah Çatlı ikilisinin kaderleri aynı oldu” diye yazmıştı.
Bir "Susurluk Vakası"na işaret ediyordu.
Yazıcıoğlu’nun, Bahçelievler’de 5 Türkiye İşçi Partili gencin boğulmasından birçok başka cinayetlere uzanan itirafları vardı. Dosyalarda duruyor.
Mamak’ta bir gecede bir tarikata bağlandığını ülkücü arkadaşları yazdı.

Fethullah Gülen’in MİT Raporu'na geçen yardımları
++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++


MİT’in 1996 yılında yazdığı Susurluk Raporu’nda Fethullah Gülen’in Muhsin Yazıcıoğlu’na yaptığı maddi manevi destekler saptanıyordu
(Nusret Senem, Fethullah ve Susurluk, s. 152. Raporun tam metni ve incelemesi, s.25 vd, s. 397 vd.).



MİT’in ve Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın raporları, Muhsin Yazıcıoğlu’nun faaliyetlerine özel ilgi gösteriyorlardı.
Erbakan-Çiller Hükümeti, Susurluk’un üzerini kapattı. Abdullah Gül de o Hükümetin mensubuydu.

Azerbaycan’da ABD adına yaptıkları darbe girişimi sırasında ölen 23 ülkücü ve Nizam-ı Âlem üyesi, Azeri mezarlığına defnedilmişlerdi.
(Soner Yalçın-Doğan Yurdakul, Reis, Gladyo’nun Türkiye Tetikçisi, s.240).


Her siyasal cinayette aynı kadro
+++++++++++++++++++++++++++


Trabzon’daki Rahip Santoro cinayeti,
Mc Donalds’ın bombalanması,
Danıştay yargıçlarına suikast,
Hrant Dink’in katledilmesi,
Malatya Zirve cinayeti...

                            Bunların hepsinde 
      Muhsin Yazıcıoğlu’nun liderliğini yaptığı BBP'nin 
ve Nizam-ı Âlem Ocaklarının (Alperen Ocakları) mensupları vardı. 

                  Ancak Ergenekon davalarına bakın,
 bir tek BBP (Büyük Birlik Partisi) üyesine rastlayamazsınız. 
                                      Çok anlamlı değil mi?


Yazıcıoğlu - Tayip Erdoğan anlaşması
++++++++++++++++++++++++++++++++


         Fethullah Hoca ile çok yakın ilişkiler içinde olduğu 
         devletin çeşitli raporlarında vurgulanan Yazıcıoğlu, 
Tayyip Erdoğanlar ile hep sıcak ilişki içinde oldu ve 2006’da anlaştı. 
BBP, 12 Eylül 2010 referandumu dahil bütün önemli siyasal olaylarda, 
        Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül ikilisinin emrinde oldu.



50 yıllık anlı şanlı Gladyo tarihi
++++++++++++++++++++++++++


Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopteri düşürüldü mü, mümkündür; mutlaka derinlemesine araştırılmalıdır.
Bu araştırma, bizi 1960’lardan bu yana 50 yıllık Gladyo tarihine götürür. Kanlı Pazar’ın aktörleri konusunda Yaşar Okuyan dostumuzun ekranlardan yaptığı açıklamalar da araştırılır.
CIA’nın 1970’lerdeki istikrarsızlaştırma operasyonunun bütün “kahramanlarını” genç kuşaklar da öğrenir.
En önemlisi, Muhsin Yazıcıoğlu’nun Fethullah Gülen ile Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül başkalarıyla meçhul ilişkileri aydınlanır.
Danıştay, Hrant Dink, Malatya Zirve, Rahip Santoro cinayetlerinden İdil Biret’in konserinin basılmasına kadar bütün Gladyo faaliyetleri açığa çıkar.


KAYNAK: Nusret Senem’in Fethullah ve Susurluk kitabının 29, 31, 32, 79, 80, 152, 155, 156, 220, 272, 329, 334, 335, 336, 337. sayfalarında, ayrıca tam metinleri verilen MİT ve Kutlu Savaş raporlarında Muhsin Yazıcıoğlu’nun ilişkileri konusunda çok geniş, bütünüyle devlet belgelerine dayanan bilgi var. Susurluk ve Fethullah konusunda bugüne kadar yayımlanmış en kapsamlı ve en ciddi çalışma.

Doğu Perinçek'in 24 Eylül 2011 günlü Aydınlık köşe yazısından derlenmiştir

 

PKK'yi "Devlet" konumuna yükselttiler

 
23 Eylül 2011
 
 
Tayyip Erdoğan’ın “PKK ile görüşmeleri biz yapmadık, devlet yaptı” sözü, PKK'ye "devlet" konumu veriyor.
Bu söz, AKP'nin PKK'yi "devlet" veya "devlet adayı" olarak kabul ettiğini gösteriyor.
Çünkü, devletin muhatabı devlettir.
Bir devlet, ancak başka bir devletle masaya oturur.
                           Devlet, eğer ateşkes yapmak, 
barış anlaşması kararlaştırmak gibi bir gündemle masaya oturuyorsa,  
      muhatabını da devlet veya devlet adayı olarak tanıyor demektir.
 
Nitekim görüşmelerin NATO’nun devletlerarası kirli ilişkiler merkezi Oslo’da yapılması
ve İsrail ile Filistin arasındaki müzakerelere benzetilmesi de bunu gösteriyor.
 
Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül, “Hükümet görüşmüyor devlet görüşüyor” laflarıyla yalnız devlet bilgisinden, devlet görgüsünden ve devlet hukukundan habersiz olduklarını ilan etmekle kalmıyorlar.
Aynı zamanda muhataplarının devlet olduğunu da bütün dünyaya ilan etmiş bulunuyorlar.
 
Zaten BDP Genel Başkan Yardımcısı Gülten Kışanak, olayın mahiyetini açıklıyor; “Devlet muhatabını buldu” diyor.
Çünkü biliyor ki, devletin muhatabı bir başka devlettir.
 
Devlet öyle in gibi cin gibi bir mahlûk değil.
Devlet, ülke denen coğrafya parçasında silahlı güç tekeline sahip olan örgütlenmedir.
İkinci bir silahlı gücü kabul etti mi, ikinci bir devlet doğuyor anlamına gelir.
 
+++++++++++++++
 
Tayyip Erdoğan devletin ve hükümetin tarifini bilmiyor.
 
Hükümet devletin merkezidir

“Bir devlet var, bir de ondan başka hükümet var”
  gibi söylentilere inanmak, zırcahilliğin de ötesindedir.
 
Hangi devlet rejimi olursa olsun ve hangi hükümet biçimi olursa olsun,  
         devletin yönetim makamı, hükümettir. 
Bir geminin yönetim yerinin kaptan köşkü olması gibi, 
           devletin yönetim katı da hükümettir.
 
Hükümet, devlet örgütlenmesinin tepesidir.
 
“Onu devlet yaptı, vallahi biz yapmadık” 
             diyen bir hükümet varsa, 
              ona hükümet denmez. 
Çünkü o, kendisini hükümet saymamaktadır.
Hele bu PKK ile görüşme kayıtlarından sonra, her gün hükümet olmadıklarını açıklıyorlar.
 
   Kendisini 36 ayrı yerde “ABD’nin BOP Eşbaşkanıyım” 
          diye iftiharla takdim eden Tayyip Erdoğan, 
bir hükümet görevi yapmadığını zaten eskiden beri söylüyor.
      Başka bir devletin hükümetinin proje görevlisidir.
 
                  Abdullah Gül de 2 Nisan günü 
                 ABD Dışişleri Bakanı Powell ile 
“2 sayfa 9 maddelik gizli anlaşma” yaptıklarını belirtirken
                     bir hükümet tanımı yapmıyor; 
“sözleşmeli personel” statüsü tanımlıyor (Vatan, 24 Mayıs 2003).
           Bir özel akit ilişkisidir ve hukuktaki adı budur.
 
 O nedenle bu zevatın “devlet olmadıkları” yönündeki açıklamaları samimi itiraf kapsamındadır.
 Devlet olmadıkları için, hükümet de değillerdir. Hükümet olsalardı, devlet olmuş olacaklardı. İkisi de değiller.
 
+++++++++++++++
 
Olay ciddidir.
BOP Eşbaşkanlığı, devlet adayı kabul ettiği PKK ile “iki devlet” olma konusunu görüşüyor.
Özerklik, "iki devlet" sürecinin bir aşaması olarak planlanmaktadır.
 
O masadaki hakiki devlet ise, Amerika Birleşik Devletleri’dir. Projeler onundur.
Görüşmelerde Tayyip Erdoğan tarafını temsil edenlerden, eski MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş, Aydınlık’ta bu gerçeği apaçık ortaya koydu.
 
Bu millet görmüyor mu, yoksa onuruna dokunacağı için elleriyle yüzünü mü kapamaktadır:
            BOP Eşbaşkanı’ndan ne devlet adamı olur, ne hükümet adamı!
 
Doğu Perinçek'in 23 Eylül 2011 günlü Aydınlık köşe yazısından derlenmiştir.
 
 

Silahını bırakıp kalemini kuşanan subay

Ali Serdar Bolat   24 Eylül 2011
 
Kapatıldığı hücrede el konulan silahını bırakıp kalemini kuşanan Subay
Kurmay Albay Dr. Ahmet Küçükşahin yazdı:
TSK'ya Karşı 12 Komplo
 
TSK'ya karşı üretilen Balyoz, Ergenekon türünden 12 komployu ele alan subay, soruyor:
ABD kaynaklı bir operasyon olabilir mi?
Hilmi Özkök'ün 3 Kasım seçimlerinden hemen sonraki adresi ile
                  Ergenekon ve Balyoz türünden davaların adresleri bir midir?
Küçükşahin'in sorusu ve yanıtı budur.
 
Kurmay Albay, "iddianame" yerine "iftiraname" yazmaktadır.
Arkasından, "Silivri'de hukuk yoktur" saptaması geliyor.
 
Tarih bunu şöyle yazacaktır:
Balyoz sanıkları....
      Türk Silahlı Kuvvetleri'ni Türk halkının gözünden düşürmek
                                       ve onu şekillendirmek amacı doğrultusunda
                                          yargılama adı altında işkenceye tabi tutuldular.
 
Yargılamanın bizzat kendisinin bir işkence olarak nitelenmesi ve bunun emekli değil, görevde (muvazzaf) bir subay tarafından yazılan bir kitapta yer alması belki de tarihte bir ilktir.
 
Küçükşahin şöyle devam etmektedir:
TSK'ya yönelik tüm bu komplolar
             bir hukuk süreci olarak ele alındığı müddetçe,
                                                      yargılama bitmeyecektir.
Hukuki bir netice söz konusu olmayacaktır.
Bu davanın, genel af durumu hariç,
                 hukuk yoluyla sonlandırılması mümkün değildir.
Tüm bunları ancak bir işgal ordusu yapabilir.
 
TSK Subayının son sözüdür bu ve artık konuşan Mustafa Kemal'dir:
"Orduyu imha etmek için mutlaka Subayları mahvetmek ve aşağılamak lazımdır.
Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz"
 
Ergenekon üzerine birçok kitap yazıldı.
Emekli askerler de yazdı:  E. Astsubay Oktay Yıldırım,  E. Org. Çetin Doğan gibi...
İlk defa görevdeki bir subay tarafından bir kitap yazılıyor.
Bu kitap, sadece okuyuculara değil, Genelkurmay'a da sorulmuş bir sorudur ve yanıt beklemektedir.
Henüz yenidir, yayımlanalı pek kısa bir süre olmuştur ve yanıt için zaman vardır.
 
 
23 Eylül 2011 günlü Aydınlık'tan kısaltılarak alıntılanmıştır.