28 Şubat 2013 Perşembe

Antropolojiyi ırkçılık diye sunma uyanıklığı


Tayyip Erdoğan, Atatürk'ü ırkçılıkla suçladı.
Atatürk'ün emri ile kafatası incelemesi yapıldığını, bu amaçla kafatası ve iskelet toplandığını, kitap yazıldığını söyledi. Ankara Üniversitesi'nin ilk Rektörü Ord. Prof. Şevket Aziz Kansu'nun yazmış olduğu Antropoloji kitabını sallayarak: "Bakın içinde kafatası fotoğrafları var, raflar kafatası ile dolu" diye feryat etti.
 

Antropoloji, "İnsanbilim" demektir. Yunanca Antropoz: İnsan ve Logos: Bilim kelimelerinin birleşmesi ile Antropologi : İnsanbilim kelimesi yapılmış.
Onbinlerce yıl öncesinden başlayarak bugüne kadar yaşamış olan insanların kazılarda bulunan kemiklerini, kafataslarını inceleyerek ve karşılaştırarak insan soyunun gelişimini araştıran bilime antropoloji denir.
Batı ülkelerinde çok önce başlamış olan bu bilimsel araştırmalar, bizde ancak Atatürk sayesinde başlatılabilmiştir.
 
Kısa bir google araması ile antropoloji nedir ne değildir anlaşılabilir.
Başbakan bunu bilmez mi? Hadi bilmiyor diyelim, danışmanları da mı google araştırması yapamayacak kadar cahil?
Hayır, bal gibi biliyorlar. Amaç, halkın bilgisizliğinden faydalanarak Atatürk'ü kötülemek.
 
Atatürk döneminde antropoloji çalışmaları başlamış da ne yapılmış?
"Kafatası ölçüsü şu açının dışında olanlar devlet memuru yapılmasın" mı denmiş?
"Kafatası boyunun omuz genişliğine oranı şu olanlar için ayrı okul açılsın, onlar için ayrı toplu ulaşım araçları devreye sokulsun, ayrı lokantalar açılsın" mı denmiş
"Çene kemiği şu kadar öne çıkmış olanlar askere alınmasın" mı denmiş.
İşe alınırken veya tayin ve terfi işlemleri sırasında kafatası ölçülmüş de ona göre mi karar verilmiş?
"Kaval kemiği şu ölçünün dışında olanlar toplama kampına atılsın" mı denmiş?
Ölçüye uymayanlara nüfus kağıdı mı verilmemiş.
"Başparmağının orta parmağına oranı şu ölçünün dışında olan okula alınmasın" mı denmiş.
Bu bilimsel çalışmalar sonunda ırkçılık olarak nitelenebilecek yukarda sayılan veya diğer başka ne uygulamalar yapılmış da Başbakan "ırkçılık" diye feryat ediyor.
Hiçbiri, yapılmamış. Irkçılık falan yok.
Hatta Atatürk "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir" diyerek tüm yurttaşları etnik köken ve mezhep farkı gözetmeden aynı millet çatısı altında birleştirmiş.
"Irkçılık" suçlaması bu bakımdan tamamen geçersiz ve biraz da ayıp olmuyoır mu?
 
*************
 
Antropoloji (İnsanbilim):
Zamanımızdaki insanı ve fosilleşmiş insan iskeletlerini sistemli, mukayeseli yollarla ve fiziki görünüşlerinin her cephesi ile inceleyen bilim dalı. Bu bilim dalı ile uğraşan kimseye antropolog denir.
Antropoloji, insanı somatik yani beden bakımından ele almıştır. İnsanın kültür bakımından incelenmesini etnolojiye, geçmişte yaşamış topluluklar açısından incelenmesini isetarih öncesi bilimlerine bırakmıştır
 
*************
 
Antropoloji sözünün İngilizcesi:
n. anthropology: study of the development of the human race (insan soyunun gelişiminin incelenmesi
 
*************
 
Sayın Oraj Poyraz, konuyu çok güzel özetlemiş. "Dangalakça laflar bunlar, Başbakan bile söylemiş olsa" diyor.
"Antropologlar, kafataslarını, kemikleri ölçer, biçer, bu araştırmalar sonucunda o insanın göz, saç, ten rengi, boyu, kalça genişliği vesaire her türlü fiziksel özelliğini tespit etmeye çalışır, o çağda o bölgede yaşamış olan insanların özellikleri ortaya çıkarılır.
Buna ırkçılık değil, tesbit denir.
Önemli olan, ölçüp de ne dediğiniz.
Eğer bu ölçümleri kendi ırkınızın üstünlüğünü ortaya koymak için kullanır, diğer ırklara kötülük yapmak için bahane üretmeye kalkarsanız, o zaman ırkçılık yapmış olursunuz.
 
Bilim adamları hep ölçerler, her şeyi ölçerler.
Ölçülmekle kalmaz cinsiyetlere, yaşlara, etnik gruplara göre tasnif de edilir.
Bunlara bakarak anlamlı bir laf çıkar mı ona bakılır.
Bazen hiçbir anlamlı laf çıkmaz, bazen de çok anlamlı sonuçlar olur.
Misal Orak Hücreli aneminin belirli zencilerde çok olduğunu tesbit edersiniz.
Ailesel Akdeniz anemisinin Yahudiler, Yunanlılar, Ermeniler ve Türklerde çok görüldüğünü tesbit edersiniz.
Bilim adamları hala daha antropolojik çalışmalar yapıyorlar.
Böyle bir bilim dalı var ve yok olmadı.
Hala daha etnik grupların fiziki ölçümleri yapılıyor.
Hala daha etnik grupların genetik farklılıkları taranıyor.
Hala daha etnik grupların biyokimyasal ölçümleri yapılıp kıyaslanıyor.
Bu çalışmalar eskiden vardı, şimdi de var."
*************
 
Başbakanın "Demokrasinin vatanı" diye yere göğe koyamadığı ABD'de, "Gireceğiz,üyesi olacağız" diye vay verdiği Avrupa Birliği'nde kafatası ve kemik ölçümleri son hızla devam etmektedir.
Yılmaz Özdil'in aşağıdaki yazısında belirttiği gibi, İngiltere Veliaht prensi Charles ve Obama'nın annesi de doktoralı kafatası ölçümcüsüdür, yani Tayyip Bey'e göre diplomalı ırkçıdır (antropolog)
 
Hatta, bizzat AKP döneminde açılan 3 üniversitemizde kafatası ölçme çalışmaları tüm hızıyla devam etmektedir.
Yılmaz Özdil hepsini yazmış. Buyurun:
 
 

Yılmaz Özdil 

Mustafa Kemal’le İsmet kafatasıyla voleybol oynardı


Sanırsın Hamlet’tir.
Kafatası gösteriyor.
*
Antropoloji Enstitüsü’nün 73 sene önce basılmış kitabını kameralara uzatıyor, “Bakın raflarda kafatası var, olur mu böyle şey demeyin, işte vesika burada, Reisicumhur Mustafa Kemal, aynı şekilde İsmet Paşa’nın başbakan olarak altında imzası var” diyor…
Sonra da “insani midir, vicdani midir?” diye soruyor.

*
Arkeoloji’ye “çanak-çömlek” diyen Başbakanın, antropoloji’yi ırkçılık zannetmesi normaldir.
*
İnsani midir diye sorulan…
Zaten, insanbilimi’dir.

*
O kitabı yazan Ankara Üniversitesi’nin ilk rektörü, Ordinaryüs Profesör Şevket Aziz Kansu kafatasçıysa…
İngiltere Kraliçesi’nin oğlu, veliaht prens Charles “nazi”dir! Çünkü, diplomalı ırkçı olabilmek için, Cambridge Üniversitesi’nde antropoloji eğitimi almıştır.Sadece İngiltere olsa gene iyi…
Beyaz Saray’da da bi kafatasçının oğlu oturmaktadır, Obama’nın annesi doktoralı antropolog’tur.

*
Antropoloji ırkçılıksa…
Bizzat AKP hükümeti tarafından açılan Mardin Artuklu, Burdur Mehmet Akif Ersoy, Kırşehir Ahi Evran Üniversitelerinde antropoloji bölümleri neden vardır?
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusudur?

*
Antropoloji kafatasçılıksa…Bizzat AKP hükümeti tarafından, terörle mücadele koordinasyonu için kurulan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’na neden illa antropolog kadrosu konuldu? “Kelle avcılığı” yapmak için mi?
*
İnovasyon gurusu Tom Kelley, neden, başarılı olmak isteyen şirketler mutlaka antropolog çalıştırmalı diyor? Tofaş neden antropolog desteği alıyor? Turkcell neden antropolog istihdam ediyor?
*
Özetle…
Eski tarihli gazete kupürünün sırf başlığını okuyup, içini okumadıkları “Mustafa Kemal döneminde camiyi ahır yaptılar” iftirasına benziyor bu iş.
Hakikaten, vicdani değildir.

27 Şubat 2013 Çarşamba

Karar verme sırası halkımızda


Tertipçiler sonunda baklayı ağızlarından çıkardılar.
 
Doğu Perinçek 3 yıl önce duruşmada Mahkeme Heyeti'ni: "Bizi burada Öcalan'a af çıkarmak için tutuyorlar. Bunu kabul edemeyiz. Bu oyuna gelmeyin" diye uyarmıştı.
Tümamiral Semih Çetin, "Bir İhanetin Öyküsü" adlı kitabında yazdı: "Başta Abdullah Öcalan olmak üzere PKK'lılara af çıkarmak için rehin tutuluyoruz"
Bir ay önce tutuklu komutanlar duruşmada ilan ettiler: "Takası kabul etmeyiz."
 
AKP MKYK Üyesi Doç. Dr. Osman Can bu tespitleri teyit eden açıklamayı sonunda yaptı:
"Yeni Anayasa'ya geçici bir madde konularak Ergenekon, Balyoz gibi davalara af çıkarılsın."
 
******** 
 
Yurtseverlerin önüne şu ikilem konulacak:
 
Halkımızın "Bölünme Anayasası" dediği Yeni Anayasa kabul edilirse, özerk yönetimler ve federasyon yoluyla Güneydoğumuzun zaman içinde Türkiye'den ayrılması ve ülkenin bölünmesinin önü açılacak.
Onun için ben referandumda "Hayır" oyu vereceğim. Ama Ergenekon, Balyoz gibi tertiplerle esir alınmış olan komutanlar ve yurtseverlerin affına da "Hayır" demiş olacağım. Ne yapayım, yeter ki ülkemiz bölünmesin.
 
"Evet" oyu vereceğim. Komutanlar, yurtseverler içerden çıksın da isterse vatan bölünsün, ne yapalım başka çare yok.
 
******** 
 
Aslında AKP Meclis'e bir af yasası teklifi getirerek Ergenekon ve Balyoz tertiplerini sonlandırabilir. BDP ve AKP - CHP içindeki bazı Kürtçüler dışındaki Milletvekilleri böyle bir yasaya evet oyu verirler.
AKP niçin böyle yapmıyor da Yeni Anayasa'ya geçici madde koyarak işi referanduma bırakıyor?
Çünkü zaten bütün gericiler ve bölücüler Yeni Anayasa'ya evet oyu verecek. Ama bu oylar çoğunluğu sağlayamayabilir. İşi sağlama almak için ilericilerin, Atatürkçülerin, yurtseverlerin de oylarına göz dikmiş durumdalar. Ergenekon tertiplerinin en başından beri planları bu idi.
Böylece, ülkemiz toplumsal mutabakat ile bölünmüş olacak. Referandumda "evet" oyu veren yurtseverler bir daha "Vatan bölünmesin" diye halka gidemeyecekler. Giderlerse "Siz de evet dediniz, bizden de evet oyu istediniz, şimdi ne yüzle geliyorsunuz" denecek onlara.
Nasıl tuzak ama?
 
******** 
 
Evet, karar verme sırası halkımızda.
Halkımız Bölünme Anayasası'na şu veya bu nedenle "Evet" diyecek mi?


AK Parti MKYK Üyesi, eski Anayasa Mahkemesi Raportörü Doç. Dr. Osman Can, yeni anayasa konusunda ezber bozan açıklamalar yaptı.


A Haber'de Selin Ongun'un sunduğu Bi Sormak Lazım programı AK Parti MKYK Üyesi, eski Anayasa Mahkemesi Raportörü Doç. Dr. Osman Can'ı konuk etti. 4'üncü Yargı Paketi'ne son şekli verilmeden, Ankara kulislerinde Başbakan'ın geçen hafta paketteki bazı maddelere şerh koyduğu ifade edilmişti. Osman Can, "bazı maddeleri tekrar elden geçirin dendiği bilgisinin doğru olmadığını" söyledi.

Can, Nuray Mert'in "PKK terör örgütü değildir…" sözlerinin yeni yargı paketine göre suç sayılıp sayılamayacağı sorusunu ise "eğer suç işleme kastı yoksa bu konuda ‘hayır efendim bunun mutlaka cezalandırılması lazım çünkü burada terörün propagandası vardır' dememiz çok fazla mümkün değildir." şeklinde cevapladı.

 Osman Can, Abdullah Öcalan'ın "yeni anayasanın kritik maddelerini Osman Can yazsın" sözlerinin hatırlatılması üzerine ise; anayasa yazımında profesyonel süreç gerçekleştiğini, bunun dışarıdan a ya da b şahsı şu şöyle yapsın dedi diye değişecek bir süreç olmadığını dile getirerek, konunun parti içinde konuşulmayı gerektirecek bir şey olmadığını da ifade etti.

Yeni anayasaya geçici maddeler ekleyerek, Ergenekon, Balyoz gibi davaların ortadan kaldırılmasını önerdiğini de söyleyen Osman Can "geçici madde ile başlatılmış bu davaların tamamı ortadan kaldırılsın ve bir af ortaya çıkıversin" dedi.


http://www.haber7.com/partiler/haber/992477-osman-canin-ergenekon-ve-balyozu-bitirme-sarti


Son günlerin en çok izlenen videosu

Son günlerin en çok izlenen videosu:
Bir Başbakan - İki Erdoğan

Tıklayınız:
http://www.youtube.com/watch?v=SxYZYgm-PZU

 


26 Şubat 2013 Salı

"Esad'ın işbirlikçisi" PKK, "Demokrasi savaşçısı" oluverdi



AKP'nin Suriye siyasetini millete kabul ettirmek amacıyla "Esad PKK ile ortak hareket ediyor" masalını icat ettiler.
Yandaşlara göre, Esad, Suriye ordusunu Türkiye sınırından çekerek bu bölgeyi PKK'nin Suriye kolu olan PYD'ye bırakmıştı. Esad sayesinde oralarda etkin hale geçen PYD ise, burnumuzun dibine PKK bayrakları asmıştı.
22 Temmuz 2012 günlü VATAN gaz tenekesi "Esad çekildi, PKK yerleşti" manşetini atmıştı.
Taraf paçavrasında Emre Uslu "PKK, Esed'in himayesinde devlet kuruyor" diye yazıyordu.

********
Halbuki, gerçek tam tersi idi.
Şam, Halep, Hama gibi büyük şehirlere saldırıya geçen isyancı teröristlerle başa çıkabilmek amacı ile Esad uzak bölgelerdeki askeri birlikleri bu şehirlere çağırmış, meydanı boş bulan PYD ve diğer örgütler istedikleri gibi davranma olanağına kavuşmuşlardı.
6 - 7 ay içinde büyük şehirlerde kontrolü sağlayan Esad, orduyu bu örgütlerin kontrol kurduğu bölgelere gönderdi.
PKK'nın Türkiye'de yasal olarak yayımladığı günlük "Özgür Gündem" gazetesi, Suriye ordusunun kontrolü geri alma harekatını bakın nasıl anlatıyor:
"Esad kana doymuyor.
Esad, çocuk yaşlı demeden katliama devam ediyor. Dün de Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı Haseke'de uçaklar sivillerin üzerine bomba yağdırdı. 50'den fazla sivil hayatını kaybetti."
(Özgür Gündem, 12 Ocak 2013)
"Esad Rojava'ya saldırdı.
Son dönemlerde Kürtleri hedefe koyan Esad, dün yine Kürtlere saldırdı. Gire Ziro köyüne saldıran Esad güçlerine YPG (PKK'nin Suriye'deki silahlı örgütü) sert biçimde yanıt verdi, şiddetli çatışmalar yaşandı. Derika Hemko yakınlarındaki Gunde Gire'de çatışmalar gün boyu devam etti"
(Özgür Gündem, 12 Ocak 2013)


********
Suriye Ordusu ile PKK arasındaki bu çatışmaların başlamasından tam bir ay sonra Milliyet gaz tenekesindeki "Belanın kıyısında" başlıklı köşe yazısında Güneri Civaoğlu hala eski masalı anlatmaya bakın nasıl devam ediyor:
"Türkiye sınırının hemen yanı başında Suriyeli Kürtlerin PKK çizgisindeki yönetime geçmeleri  ve bunun Suriye devlet güçleri tarafından hayata geçirilen bir proje olması..."
(Milliyet, 12 Şubat 2013)         
Şimdi soruyorum: Civaoğlu bir gazeteci midir, Milliyet bir gazete midir? Yazıklar olsun.
Ben bunlara gazete değil de gaz tenekesi derken haksız mı imişim?
********
Civaoğlu'nun bu masalı anlattığı aynı günlerde PKK gazetesinde çıkan haberlere bakalım:
"YPG son bilançoyu açıkladı:
YPG, Halep'in Eşrefiye semtinde Esad güçleriyle yaşanan çatışmaların sonuçlarını açıkladı: 7-8-9 Şubat günlerinde yapılan çatışmalarda en az 35 rejim askerinin yaşamını yitirdiği, 70'i, aşkın askerin ise yaralandığı açıklandı. 2 YPG savaşçısının da yaşamını yitirdiği.... 31 Ocak tarihinde rejim güçlerinin Eşrefiye'ye düzenlediği hava saldırısında 23 sivilin yaşamını yitirdiği..."
(Özgür Gündem, 11 Şubat 2013)
"48 asker öldü, 22'si esir alındı
YPG, Halep'in Eşrefiye ve Şeyh Maksut mahallelerinde Baas rejimi ile yapılan şiddetli çatışmalarda... "
(Özgür Gündem, 13 Şubat 2013)
(YPG: PKK'nın Suriye'de kurduğu sözde Kürt ordusu)



********

Ancak İmralı süreci gelişip RTE - PKK aşkı su yüzüne çıkınca, yandaşlara PKK'yı parlatma görevi düştü.
Onlar da hiç utanmadan dün söylediklerinin tam tersini yazmaya başladılar.
Milliyet: ESAD'A KARŞI BİRLEŞTİLER
ZAMAN: PYD, muhaliflerle ortak hareket edecek.
Neredeyse zil takıp oynayacaklar. İşte utanıp sıkılmadan attıkları manşetler:




Peki, PYD (PKK) ile ÖSO (Özgür Suriye Ordusu denen teröristler) niye şimdiye kadar çatışmışlardı da şimdi birleşiyorlardı?
PYD, Esad'a karşı ortak mücadele etmek için ÖSO'dan "Suriye Kürdistanı'na bağımsızlık " sözü vermesini istiyordu.
ÖSO ise buna yanaşmıyordu.
 
"Özgür Suriye Ordusu" üst düzey komutanlarından Hacı Abdülkadir el-Salih, İngiliz The Times gazetesine verdiği demeçte, "PKK ile görüştük. PKK, bizimle beraber Esad'a karşı silahlı savaşa katılmak için kuzeydoğu Suriye'de bir PKK devleti kurulmasına garanti vermemizi istiyor" demiştir. 
Bundan dolayı, Suriye ordusunun çekilmesi ile yönetim boşluğu meydana gelen Kuzey Suriye şehirlerini ele geçirmek için PYD ve ÖSO kapışıyorlardı.
 
Amerika, da ÖSO'nun bu tutumundan son derece rahatsızdı. Çünkü, Amerika'nın asıl hedefi Kuzey Suriye'de bir Kürt devletçiği kurmaktı. Nasıl Irak'a saldırıp Saddam'ı devirince Kuzey Irak'ta Barzanistan'ı kurdu ise, aynısını Suriye'de yapmak istiyordu.
Çünkü Amerika'nın Büyük Ortadoğu Projesi, Türkiye,İran, Irak ve Suriye'den kopartılacak topraklar üzerinde bir Büyük Kürdistan kurulmasını öngörüyordu.
 
ABD Irak'ı işgal etmiş, ama Irak'ın başına Kürdistan kurulmasını kabul edecek bir hükümet geçirememişti. Maliki Hükümeti, Barzani'nin bağımsızlık yolunda attığı adımlara şiddetle karşı çıkıyordu.
İlerde Esad devrilip ÖSO işbaşına geçerse Kuzey Suriye'de bir Kürdistan kurdurmayacaktı demek ki. Ama o zaman Amerika'nın planı gerçekleşmeyecekti.
Obama, Tayyip Erdoğan'dan sorunu çözmesini istedi. Tayyip Bey ÖSO'yu ikna edemedi. Bu yüzden Amerika, ÖSO'yu tanımayı reddetti.
Tayyip Bey devre dışı kalıverdi.
 
Amerika, İstanbul merkezli ÖSO yerine Kürdistan kurulmasını kabul edecek yeni bir muhalefet örgütü kurması için Katar'ı görevlendirdi.
Katar'da teröristlere sıkı markaj ve baskı yapıldı. Suriye'de bir PKK devleti kurulmasını kabul etmezlerse, ABD başta olmak üzere Batı'dan alacakları tüm yardım kesilecekti. SUKO adıyla yeni bir muhalefet örgütü kuruldu. Bu örgüte Kürt temsilciler de katıldı. SUKO görünürde ABD'nin şartını kabul etmişti. Ama ABD hala işkilli idi. İyice emin olana kadar silah yardımını kısma kararı aldı. Teröristler ağlaşmaya başladılar. Gaziantep toplantısında bir teröristbaşı "CIA biz aldattı" diye feryat ediyordu. Silah akımı kesilmişti.
 
Pabucun pahalı olduğunu anlayan teröristler, Yüksek Kürt Konseyi'ni SUKO'ya davet ettiler. Konsey, "Bu davet SUKO'nun bizi Batı Kürdistan'ın temsilcisi olarak kabul ettiği anlamına gelir" açıklaması yaptı. PKK'nın haber ajansı ANF, "Kürt Konseyi SUKO içindeki en örgütlü kuvvet olacaktır" diye yazdı.
 
Ahmet Davutoğlu, bu davetten iki hafta kadar önce PYD'ye çağrı yaparak tutumunu gözden geçirmesini istemişti. AKP "Kürt Açılımı"nı baştan başlatınca Öcalan MİT kuryeleri eliyle Kandil'e gönderdiği mektupta PKK'ya "İran ve Suriye'ye karşı mevziye girin" talimatı verdi. (HaberTürk 10 Ocak 2013). Bunun üzerine PYD, Suriye ordusu ile Halep'te çatışmaya girdi. Daha sonra PKK'nın Suriye kolu olan PYD ile şeriatçı terörist ÖSO örgütü el sıkıştı ve 11 maddelik anlaşma imzaladılar.
 
Anlaşmayı duyan başta ZAMAN ve Milliyet olma üzere bilumum yandaş gaz tenekeleri "PKK ile Esad birlikte hareket ediyor" palavralarını aniden unutarak "Esad'a karşı birleştiler" diye müjde saçtılar.
PKK, Suriye'de Esad'a karşı bir numaralı demokrasi savaşçısı oluvermişti.
Anlaşmanın ayrıntıları bir sonraki yazıda

arşiv:
 
Beşar Esad: PKK'ya destek vermiyoruz     15 Ekim 2012
********
Esad: Akçakale konusunda uyarı yapmıştık      14 Ekim 2011
********
Askeri tugay emrini Öcalan verdi     11 Ekim 2012
Beşar Esad Halep'te     4 Ekim 2012
********
Suriye Kürt Bölgesi ABD koruması altında  6 Ağustos 2012
********
Esad çekildi, PKK yerleşti     25Temmuz 2012
********
Bölücü Kürtlerde ve Amerikancı Iraklılarda dağılma  15 Temmuz 2012
********

25 Şubat 2013 Pazartesi

İsrail'den TSK'ya Barzanistan ısrarı


Eski Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, TSK adına İsrail ile yaptığı görüşmeleri Aydınlık için yazdı.
 
Bu yazı, AKP'nin "Kuzey Irak (Barzanistan) petrolünü Bağdat Hükümeti'ni devre dışı bırakarak Türkiye üzerinden dünyaya pazarlama projesi"nin İsrail ile olan bağlantısını açığa çıkardı.
(Kısaltarak veriyorum. Parantez içi açıklamalar bana aittir.)

                                                         Aydınlık, 24 Şubat 2013
 
"ABD ve İsrailli yetkililer, Barzani ile yapılan Kuzey Irak petrolleri konusundaki görüşmelere TSK yetkililerinden ısrarla üst düzey katılım talep ediyorlardı."
 
"İsrail ziyaretimde, İsrailli istihbarat yetkilileri bana ısrarla şu telkinde bulundular:
"Yetkililerinize söyleyin, Mesud Barzani ile ilişkileri geliştirsinler. Böylece Kuzey Irak petrolünü Türkiye üzerinden pazarlama imkanına kavuşursunuz.
Hatta, bunlardan biri İsrail'den ayrılacağım zaman havaalanına gelip konuyu tekrar hatırlattı."
 
ABD, çok yakın bir tarihe kadar
-- Türkiye'nin Barzani başkanlığındaki Kürdistan Bölgesel Yönetimi (Barzanistan) ile yakın ilişki içinde olmasını,
-- hatta, Türkiye'nin Güneydoğusu ile Barzanistan'ın ekonomik olarak bütünleşmesini,
-- Türkiye'nin Barzanistan'ı himaye etmesini
talep ediyordu.
 
ABD'nin bu talepleri sonucunda, Kuzey Irak petrolünün Bağdat Hükümeti devre dışı bırakılarak Barzani kanalı ile alınıp Türkiye üzerinden dünyaya pazarlanmasına başlandı ve bu yüzden Türkiye ile Irak Merkezi Hükümeti arasındaki ilişkiler gerildi.
Son günlerde, ABD'nin, bu gerginlikten rahatsız olduğunu belirten bir söylem geliştirdiğini görüyoruz.
Türkiye'nin bu davranışının Irak Başbakanı Maliki'yi İran'a doğru itmesinden endişe duyan ABD'nin bu tedirginliğini Türkiye'ye ilettiği söyleniyor.
ABD, şimdi, petrol ve doğalgaz çıkarılması ve pazarlanması işlemlerinin Irak Merkezi Yönetimi ile anlaşarak yapılmasını önermektedir
 
Irak'ın İran'a daha fazla yaklaşması ve onun kontrolüne girmesi, Irak ile Barzani arasında bir çatışma çıkması şu anda ABD'nin işine gelmemektedir. Çünkü önceliği Pasifik'e vermiş, kuvvetlerinin büyük bölümünü Irak'tan çekmiştir.
Bu durumda, Büyük Ortadoğu Projesi'ni NATO ile , ve daha çok da Avrupa ve Türkiye vasıtası ile gerçekleştirebileceğini düşünüyorum.
 
ABD ve İsrail'in Birleşik Kürdistan (Büyük Ortadoğu Projesi'ne göre Türkiye, İran, Irak ve Suriye'den koparılacak topraklar üzerinde kurulması planlanan Büyük Kürdistan) planı hala devrededir.
Bunun için Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin (Barzanistan'ın) gelişmesi ve himayesi gerekmektedir.
ABD'nin bugün uygulamaya koyduğu hareket tarzı, yürüttüğü büyük stratejiden (BOP'tan) bir sapma değil, olsa olsa bu strateji içerisindeki bir takım operatif ve taktik uygulamalardır."
 
Özet olarak, Korg. Pekin'e göre, ABD ve İsrail geçici olarak geri bir adım atmışlardır. Büyük Ortadoğu (yani Büyük Kürdistan) Projesi'nden vazgeçilmiş değildir.
 
ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) haritası:
Korgeneral Pekin arşivi:
 

23 Şubat 2013 Cumartesi

İki Generalin Perinçek'e cevabı


İki emekli General, Doğu Perinçek'in komutanlara sorduğu soruları bir mektupla cevapladılar.

                                                           Aydınlık, 21 Şubat 2013
 
Doğu Perinçek,10 Şubat 2013 günü Aydınlık gazetesi köşe yazısında komutanlara şu soruları yöneltmişti:
 
"Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Silivri, Sincan, İzmir’deki ve Ankara’daki ve Diyarbakır, Erzincan, Malatya, İstanbul ve Çorlu’daki ve Gölcük ve İskenderun’daki bütün komutanlara aynı soruyu soruyorum:
Türk Silahlı Kuvvetleri, düşmanın iç cephedeki harekâtına niçin karşı koymadı, niçin bugünkü duruma geldi?
Türkiye kuşatmayı nasıl yaracak? Vatan bütünlüğünü, Cumhuriyetin geleceğini nasıl kurtaracağız ve nasıl yeniden Atatürk Devrimi rotasına gireceğiz?
Cevaplarınızı bu köşede ve Aydınlık sayfalarında yayınlamaya hazırız."
 
********
 
Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin ve Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz, elyazısı ile Silivri Esir Kampı'ndan gönderdikleri mektupta bu soruları cevapladılar.
 
Mektuptan önemli bölümler: (Cümleler tarafımdan kısaltılmıştır)
 
"Ülkemizin yeniden yapılandırıldığı, ve bu yapılanmaya uygun bir silahlı kuvvetler vücuda getirilmeye çalışıldığı aşikardır. Bütün bu davalar da söz konusu şekillendirmeye hizmet eden tasfiye hareketidir."
  
"Ülkemiz 1952'de NATO'ya girdikten sonra, kendi omuzlarının üzerinde başkasının kafasını taşımanın bedeli olarak, düşünme yetisini ve özgürlüğünü kaybetmiştir. Bizim yerimize başkaları düşünür olmuştur.
NATO döneminde halkın kaderini paylaşma zayıflamış, halkın değerlerinden uzaklaşılmış, ve bu ordu kendisine kan pompalayan damarları zaman içerisinde çürütmüştür."
 
"Yazınızda belirttiğiniz gibi, yenilen ordu değildir. Bir yenilgi varsa, milletin de yenilgisidir. Esas pay bizimdir. Harbin doğası birçok muharebeyi barındırır. Ancak bir muharebe kaybedildi. Harbi biz kazanacağız."  

"Maalesef Ordumuzu yöneten bizler, Atatürk'ü doğru anlama ve anlatma becerisini gösteremedik."
 
"Ordu, uzun süren bir iç güvenlik harekatında büyük fedakarlıkla büyük ölçüde başarılı olmasına rağmen, aşırı sorumluluk almış, yer yer devlet yönetimi işlevlerini üstlenmiş, yarattığı aşırı güven duygusuyla kandini gerekli hukuki destekten yoksun bırakmıştır."
 
"Darbeler sorunların daha da karmaşık hal almasına vesile olmuştur. Yapılan bu hatalar, toplumun örgütlenmesini engellemiş ve halkın zihnindeki Ordu sihrini de erozyona uğratmıştır. Hatta, yarattığı "kurtarıcı" algısıyla, toplumun kendi problemlerini kendisinin çözmesi alışkanlığı edinmesini de engellemiştir"
 
"Gerçek demokrasiyi savunmak için örgütlü mücadele esas alınmalıdır. Emekli insanlar olarak yapabileceğimiz en önemli şey, bütün zorlukları göğüsleyerek gerçeği halkımıza anlatmak ve örgütlü olarak bu mücadeleye katkıda bulunmaktır."
 
********
 
Bu mektubu, Korg. Pekin'in 18 Şubat 2013 günlü Aydınlık'ta yayımlanan demeci ile birlikte değerlendirmeliyiz.
 
********
 
İki Generalin Silivri'den gönderdikleri cevap mektubunun başlangıç kısmı:

Mektubun son bölümü:

Mektubun tamamı:
 
 
Sayın Doğu Perinçek
9-10 Şubat 2013 tarihli yazılarınızı okuduk. Size, ortak bir cevap sunuyoruz.
Ülkemizin yeniden yapılandırıldığı ve bu yapılanmaya uygun bir Silahlı Kuvvetler vücuda getirilmeye çalışıldığı aşikârdır. Bütün bu davalar da söz konusu şekillendirmeye hizmet eden tasfiye hareketidir.
O günkü değerlendirmelere göre, Sovyet tehdidi algılaması sonucu ülkemiz 1952’de NATO’ya girmiştir. O tarihten başlayarak kendi omuzları üzerinde başkasının kafasını taşımanın bir bedeli olarak düşünme yetisini ve özgürlüğünü kaybetmiştir. Bizim yerimize başkaları düşünür olmuştur.
Aynı dönemde halkın kaderini paylaşma zayıflamış ve onun değerlerinden uzaklaşılmış ve bu Ordu kendisine kan pompalayan damarları zaman içerisinde çürütmüştür.
Maalesef bu Orduyu yöneten bizler Atatürk’ü doğru anlama ve anlatma becerisini gösteremedik. Yazınızda belirttiğiniz İttihatçı damar aslında iki ayrı damardır. İkisi de vatansever olmakla birlikte, birisi askeri siyasetin içine sokmuş, diğeri askeri siyasetin dışına çıkarmaya özen göstermiştir. İkinci damar Mustafa Kemal’in damarıdır, ülkeyi kurtaran ve kuran O’dur. Öncelikle bunun altını çizmek istiyoruz.
Üzüntüyle belirtelim ki ülkemizi yönetenler zaman zaman iç ve dış bakımdan darboğazlara giren ülkeyi düze çıkarma becerisi gösterememişlerdir. Bu durum çeşitli darbelerin davetiyesi olmuştur. Ordu ise yapılan darbelerdeki tutumu ile o gün ülkenin problemlerini geçici olarak çözmüş görünse de, sorunların daha karmaşık hal almasına vesile olmuştur. Yapılan bu hatalar, toplumun örgütlenmesini engellemiş, gelişmesine mani olmuş, halkın zihnindeki Ordu sihrini de erozyona uğratmıştır. Hatta yarattığı “kurtarıcı” algısıyla, toplumun kendi problemlerini kendisinin çözmesi alışkanlığı edinmesini de engellemiştir.
Uzun süren bir iç güvenlik harekâtında, büyük bir fedakârlık örneği sergilemesine ve büyük ölçüde başarılı olmasına rağmen aşırı derecede sorumluluk almış, sivillerin (devletin unsurları) işlevlerini de yer yer üstlenmiş, yarattığı aşırı güven duygusu kendisini yeterli ve gerekli hukuki destekten yoksun bırakmıştır. Bütün bunların sonucu halkın beklentileri de tam olarak karşılanamamıştır.
Soğuk Savaşın sona ermesinden dolayı ortaya çıkan yeni durumu tam olarak doğru değerlendirememiş, yeniden yapılanma fırsatlarını da kaçırmıştır.
Yurt sevgisi şunu zorunlu kılıyor: Vatana hainleri hariç yurdumuzun üstündeki her türlü varlığı koşulsuz sevmek. Hiçbir kişisel hesap peşinde koşmamak ve tertemiz kalabilmek. Bunları yerine getiremediğiniz zaman birilerinin hizmetkârı olursunuz. Örneklerini gördük.
Ordu, milletin doğal bir uzantısıdır. Milletin barındırdığı iyi ve kötü bütün özellikleri içinde bulundurur. İkisi birbirinden soyutlanamaz. Bütün bu eleştirilere rağmen Kıbrıs Harekâtını başarıyla tamamlayan, ülkeyi bölünmekten kurtaran bir iç güvenlik harekâtı icra eden ve millî bir savunma sanayisinin kurulmasına öncülük eden bir Orduya sahip olduğumuzu da unutmayalım.
Yazınızda belirttiğiniz gibi, yenilen Ordu değildir. Bir yenilgi varsa sadece Ordunun değil, milletin de yenilgisidir. Esas pay bizimdir. Ama biz bunu, askeri terminoloji ile dile getirirsek, bir harbin kaybedilmesi olarak görmüyoruz. Harbin doğası bir sürü muharebeyi barındırır. Bir kısmında yenilebilirsiniz ama bu harbi kazanmayacağınız anlamına gelmez. Harbi biz kazanacağız. Mustafa Kemal’in aklı ve bilimi rehber edinen felsefesi kazanacaktır, millet mutlaka kazanacaktır!
Sayın Perinçek,
Sizin de belirttiğiniz gibi, Sn. Org. Koşaner’in tutumu gerçek bir askeri tutumdur. Bütün kalbimizle kendisine şükran borçluyuz. Bugünden sonra yapılabilecek en temel husus, çeşitli vesilelerle belirttiğimiz gibi olanı biteni, halkımıza, bütün çıplaklığı ile anlatmaktır. Buna rağmen sonuç alınamıyorsa, takip edilecek yol, Sn. Org. Koşaner’in onurlu tutumunu benimsemek olmalıdır.
Gerçek demokrasiyi var gücümüzle savunmak ve bunun için örgütlü mücadele etmek esas alınmalıdır.
Buna insanlar dudak bükebilir. Ama unutmayalım ki askeri anlamıyla söylersek harbin hedefi de bu demokrasiyi gerçekleştirebilmektir.
Bizler emekli insanlarız. Yapabileceğimiz en önemli şey, olabilecek bütün zorlukları göğüsleyerek, gerçeği halkımıza anlatmak ve örgütlü olarak bu mücadeleye katkıda bulunmaktır.
En içten saygılarımızla.
İsmail H. Pekin Ahmet Yavuz
http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/19399-gorev-orgutlu-mucadele.html

Yazılarımı e-posta olarak almak isteyenler serdarbolat@superonline.com  adresine boş bir ileti göndererek ileti listeme kayıt olabilirler.

22 Şubat 2013 Cuma

Korg. Pekin: Yol haritamız Avrasya


Eski Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, Aydınlık'a konuştu.

                                                           Aydınlık, 18 Şubat 2013


"Askeri vesayetin kaldırılması" gibi ulvi bir amaç taşıdığı ifade edilen TSK'ya karşı adı konmamış seferi başlatıp devam ettirenler bununla ne gibi bir sonuç umut ediyorlardı?"diye soran Korg. Pekin, cevabı da kendisi şöyle veriyor:
"Hedefleri bizi Antalya Körfezi'ne hapsetmek"
Ve, özellikle niçin Deniz Kuvvetlerimizi hedef alan tertipler yapıldığını (Amirallere suikast vesaire) şöyle açıklıyor: (Özetleyerek veriyorum)
 
"ABD Deniz Kuvvetleri'nin yayımladığı yeni hareket konseptinde, ABD  Deniz Kuvvetleri sığ sular ve başka ülkelerin karasuları dahil bütün denizlerde kısıtlama olmaksızın harekat yapacak bir stratejiyi benimsemiştir.
Bu harekat konseptine göre ABF Deniz Kuvvetleri'nin unsurları bütün denizlerde ülkelerin kısıtlamalarına uymaksızın bayrak dalgalandıracak ve operasyon yapacak demektir.
Doğu Akdeniz'de, Ege'de Yunanistan, Güney Kıbrıs, Mısır ve Suriye ile sorunlarımız vardır. Türkiye, Ege ve Doğu Akdeniz'de karasularına ve Antalya Körfezi'ne hapsedilmek istenmektedir.
Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail, Mısır gibi ülkeler ABD ve Batılı şirketlerle ortaklaşa deniz dibi zenginliklerini çıkartırken, Türkiye tecrit edilmiş durumda sanki deli gömleği giydirilmiş gibi çevre denizlerdeki haklarından mahrum edilmek isteniyor"
 
"Başka bir konu da, Montrö'nün değiştirilerek ABD ve Batı'nın daha fazla savaş gemisini Karadeniz'e geçirme planları ve, Karadeniz'deki güvenliği bahane ederek ABD'nin bölgeye yerleşmeye çalışmasıdır.
Türk Deniz kuvvetleri, bu bölgede kendi güvenliğimizi tehlikeye atacak girişimleri önlemek için geliştirdiği ve liderlik ettiği Karadeniz Deniz Gücü gibi bir projeyi hayata geçirmiştir."
 
Evet, "Sen misin Rusya ile birlik olup ABD'yi Karadeniz'e sokmayan, gir Silivri'ye Hasdal'a gör gününü" denmiştir komutanlara.
 
Korg. Pekin, Büyük Ortadoğu Projesi'ni de şöyle anlatıyor:
 
"Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerin sınırlarının ABD ve Batı'nın menfaatlerine uygun olarak etnisite ve mezheplere göre yeni devletler ortaya çıkacak şekilde yeniden düzenlenmesi ve bu ülkelerde Ilımlı İslam'ı uygulayacak yönetimlerin işbaşına getirilmesi planlanmıştır.
Şimdiye kadar belirttiğim bütün hususlarda ana amaç, petrol, doğalgaz ve ham madde kaynaklarının bulunduğu bölgelerin, ulaşım güzergahlarının, limanların ve pazarın kontrol altına alınması, rakiplerin (Çin vb.) buralara erişiminin engellenmesidir."
 
"ABD'nin amacı Kürdistan'ı kurmak"
 
"İran, Suriye'yi, Lübnan'daki Hizbullah'ı ve Hamas'ı destekleyerek İsrail'i kontrol altında tutmaya çalışmaktadır.
Buna karşılık ABD ve İsrail,
-- füze savunma sistemleri geliştirmek,
-- Suriye'yi parçalayarak İsrail üzerindeki baskıyı azaltmak,
-- Araplarla İran arasına, Türkiye ile İran ve Transkafkasya arasına bir Kürdistan yerleştirerek
    a)-- hem İran'ı tecrit etmek,
    b)-- hem de Türkiye ile Orta Asya devletleri, Hazar, Azerbaycan ve Gürcistan arasındaki irtibatı kesmek istemektedir."
 
"Etnisite ve mezheplere göre oluşacak olan küçük ve zayıf devletçikler, bölgede İsrail, ABD ve Batı lehine önemli bir denge oluşturacaktır."
 
NATO'nun yeni konsepti lider ülkelerin çıkarlarını koruyor
 
"Sovyetler Birliği'nin dağılması sonucu NATO, saldırı tehlikesi altında olan veya saldırıya uğrayan NATO üyesi ülkenin ortaklaşa savunulmasını öngören 5. maddeyi bir kenara bırakıp, lider ülkelerin (ABD, İngiltere, Fransa) çıkarlarını koruyacak şekilde yeni konsept geliştirmiştir."
 
NATO ve  Avrupa Birliği
 
"Türkiye, NATO, Avrupa Birliği ve diğer üyeliklerini gözden geçirmeli, hep bizim verdiğimiz değil, katkımız oranında alacağımız ittifaklarda yer almalıdır.
Yönümüzü sadece Avrupa'ya değil, Avrasya'ya da dönmeli, hem o ülkelerle hem de Ortadoğu ülkeleri ile ittifaklar geliştirmeliyiz."
 
Korg. Pekin'e göre NATO ve Avrupa Birliği üyeliklerimizde hep biz vermekteyiz.
Hep bizim verdiğimiz üyeliklerden çıkmalı, katkımız oranında alacağımız Şanghay İşbirliği Örgütü gibi ittifaklara katılmalıyız. Korg. Pekin adını söylemiyor ama kastının bu olduğu apaçıktır.
Ayrıca, "Ortadoğu ülkeleri ile ittifak" diyor. Bu da Doğu Perinçek'in "Azerbaycan, İran, Irak, Suriye ile Batı Asya İttifakı" önerisine denk düşmektedir.
 
Korg. Pekin'in Aydınlık'a demecinin tamamı için bakınız:
 
Demecin son bölümünün tamamını veriyorum:

Deniz Kuvvetleri’nin kökleri kesildi

Türk Devletlerinin ve Osmalı İmparatorluğunun tarihi denizcilik konusunda önemli başarıların yanında, yöneticilerin inanılmaz hata ve öngörüsüzlükleriyle doludur. Bunlardan çarpıcı birkaç örnek vermek istiyorum. Çaka Bey İzmir Beyliğini kuruyor (1081-1092) 40 parçalık bir donanmayla Ege adalarını ele geçiriyor. Fakat Bizans İmparatoru’nun kışkırtması ile damadı Kılıçarslan tarafından öldürülür hem donanma hem de beylik dağılır. (NTV Tarih Dergisi Sayı: 48, Ocak 2013)
Osmanlı İmparatorluğu denizlerdeki egemenliğine denizcilik vizyonuna sahip Barbaros Hayrettin Paşa’nın Kaptanı Deryalık yaptığı 1533-1543 yıllarında ulaşmıştır. Ondan sonra 1990 yıllarının ortaları ve 2000’li yılların başlarına kadar bir daha bu vizyona sahip denizciler yetiştiremedik. Donanma 1571’de İnebahtı’da 1827’de Navarin’de 1873’de Sivas’ta savaştığımız devletlerin baskınına uğramıştır. 1990’lı yılların ortalarına geldiğimizde Türkiye’yi bölge gücü yapabilecek bir vizyon ile bilgi birikimine ulaşan denizcilerimiz kendi gemisini, gemilerinin komuta/kontrol sistemlerini milli imkanlarla yapabilecek, istenilen bölgede her türlü görev ve harekat icra edebilecek seviyeye ulaşmış ve çok büyük mesafeler almıştır fakat bu seferde birikimini amirallerimiz/subaylarımız, üretilmiş deliller ve varsayımlara dayanarak iddianameler ve mahkeme kararlarıyla tasfiye edilmişlerdir. Deniz Kuvvetleri’nin dalları değil kökleri kesilmiştir. Bu ve buna benzer çok sayıda örneği Kara Kuvvetlerimiz ve Hava Kuvvetlerimiz aynı şekilde tasfiye edilen personeli içinde verebilirim. Kendi değerlerimizi kendi ellerimizle başka ülkelerin menfaatlerine yarayacak şekilde tasfiye ediyoruz hem de geride kalanların ve yeni yetişenlere kötü örnekler bırakarak.