28 Nisan 2012 Cumartesi

Bunlar cami değil mi


Amerika Irak'ı işgal ettikten 10 gün sonra Tayyip Erdoğan Vol Strit Curnıl (Wall Street Journal) gazetesine şu demeci vermişti: (31 Mart 2003)
"Irak'ta savaşan Amerikalı kahraman bay ve bayan askerlere, en az zayiatla, mümkün olan en kısa zamanda ülkelerine dönmeleri için dua ediyoruz."
İşte kahraman Amerikalı askerlerin Irak'ta yaptıkları kahramanlıklardan birkaç örnek:
Bombalayıp yıktıkları yüzlerce camiden ikisi:

Tayyip Erdoğan Atatürk ve İnönü dönemlerinde camilerin depo olarak kullanıldığını, ahır yapıldığını söyledi.
Ama camileri işgal döneminde Rumlar ahır yapmış, CHP yönetimi onarıp ibadete açmıştı.
2. Dünya savaşı döneminde ise kutsal emanetler İstanbul'dan kaçırılmış, Anadolu'daki bazı camilerde saklanmıştı. Depo olayı bu.
Gerçekleri böyle tersyüz eden Tayyip Erdoğan, Amerikalıların Irak'ta yüzlerce camiyi yıkmasını, minareleri hedef tahtası gibi kullanmasını hiç gündeme getirmedi.
Hatta bunları yapan Amerikalı askerlere"kahraman" dedi, dua etti.

                                                          Aydınlık, 27 Nisan 2012

Samanyolu TV'de Tarihçi (!) Yazar Mustafa Armağan:
"Sultan Ahmet Camisi 1939-45 arasında 6 yıl asker alma dairesi yapıldı. İçeriye askerleri alıyorlar yatakhane yapmışlar ve dışarıya bırakmıyorlar, tuvalete gitmeye afedersiniz caminin içine ihtiyaçlarını karşılıyorlar."


"Caminin içine yapıyorlar" imiş. Hem yatıyorlar, hem de içine yapıyorlarmış.
Tarihçi (!) utanmaz kişi, Türk askerini işte böyle hayvan yerine koyuyor.

Peki, Irak'ta camileri aşağıdaki fotoda görüldüğü gibi kışla olarak kullanan Amerikan askerleri için herhangi bir şey söylemiş mi bu tarihçi (!) yazarımız?
Asla. Neden? Çünkü Amerikan askerleri camiye saygılı olduklarından "Caminin içine yapmıyorlar"mış. :))))

Amerikalı bunların yüzüne tükürse "Yağmur yağdı" derler.



Tayyip Erdoğan "Camiler kışlamız" demişti.
Amerikan askerlerinin Irak'taki camileri kışla olarak kullanmaları için Meclis'e tezkere verdi.

Halkımızın çoğunluğu Hanefidir.
Bu mezhebin kurucusu Ebu Hanife'nin Bağdat'taki türbesine ateş açtı Amerikalılar.
Türbe hasar gördü. AKP kodamanları buna karşı tek bir ses bile çıkardılar mı?

Hz. Ali'nin türbesine de ateş açtılar. AKP cenahından tek bir ses gelmedi.

Utanmaz tarihçimiz: "Kocaman İstanbul'da başka yer bulamadılar da mı camiyi kışla yaptılar" diyor.
İkinci Dünya savaşı yılları söz konusu. "Allah razı olsun İnönü bizi savaşa sokmadı" demiyor da neler diyor utanmaz adam.
Peki, Amerikalılar kocaman Bağdat'ta ve diğer kocaman Irak şehirlerinde başka yer bulamadılar da mı camileri kışla yaptılar?
Neden bunu söylemiyorsun?

Ebu Garib'de yapılan işkencelere neden ses çıkarmadı AKP kodamanları?
Hapishaneden yazılan "Burayı bombalayın, Allah rızası için hepimizi öldürün, karnımızda Amerikalıların piçlerini taşıyoruz" mektubu bütün dünyayı sarstı, AKP kodamanlarının kılı kıpırdamadı.
Yazıklar olsun.

Amerikalılar Guantanamo'da Afgan esirlerin kullandığı alaturka tuvalete Kur'an attılar, üzerine yapılsın diye.
AKP kodamanlarından ses yok.
Amerikalı papaz, müminleri Kur'an yakma ayinine çağırdı.
AKP kodamanlarından yine ses yok.
Amerikalı askerler Afganistan'da Kur'an yaktı.
Yine ses yok.

Amerikalılar Kabe'yi bombalasa bunlar yine ses çıkarmaz.

Ne var?
"Atatürk Kur'anı yasakladı. Gizlice kümeslerde okurduk." palavraları var.
Halbuki tam tersi.
Türk Milleti okuyup anlasın diye Kur'an'ı Türkçeye tercüme ettiren, bastırıp dağıtan kim? Atatürk.
"Tercüme edilemez" diye yaygara koparan kim? Yobazlar.

Mevlana'nın eserlerini, Mesnevi'yi, Fihi Mafih'i Türkçeye tercüme ettiren kim? Atatürk
Mantık el-Tayr'ı, Ariflerin Menkıbeleri'ni, El Medine-t'ül Fazıla'yı ve diğer İslam eserlerini tercüme ettiren kim? Atatürk.

Bin küsur yıl Türk Milleti bu kitapların içinde ne yazdığını bilmeden yobazların yalanları ile beslendi.
Bunların bilinmemesini isteyen yobazlardı, milletin öğrenmesi için çalışan da Atatürk.

Göklere çıkardıkları halife-padişahlar niçin bunları Türkçeye tercüme ettirmedi?
Millet anlamasın, bilmesin diye. Kur'an'ı asıl yasaklamak bu değil midir?

26 Nisan 2012 Perşembe

Askeri okullar, hastaneler haraç mezat


AKP kodamanları "Hortumları keseceğiz" dediler, hortum az geldi künk döşediler, künk az geldi şimdi de isale hattı döşüyorlar.
AKP, paha biçilmez değerdeki askeri okullara el koyuyor.
Askeri okulların binaları ve arazileri haraç mezat satılacak.
 
Bunları alacak olan yerli yabancı kalantorları uyarıyorum:
Milli Hükümet kurulduğunda bu bina ve araziler bedelsiz olarak kamulaştırılacak ve Türk Ordusu'na geri verilecektir.
Duyduk duymadık demeyin, paracıklarınız yanacak, sonra ağlayıp sızlayıp mızıkçılık etmeyin.
                                                              Aydınlık, 25 Nisan 2012
 
Başbakan Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Özel anlaştılar.
Org. Özel, TSK'ya ait 7 askeri okulun Hazine'ye devredilmesini kabul etti.
********
Bu 7 okuldan üçünün devri tamamlandı.
İstanbul Kuleli Askeri Lisesi,
İzmir Maltepe Askeri Lisesi
Bursa Işıklar Askeri Lisesi
arazileri ve binaları ile tüm olarak Maliye Bakanlığı'na devredildi.
********
Bu üç okul, İstanbul Tuzla Piyade Okulu'nun güney bölümüne taşınacak.
********
AKP, Ağustos 2011'de çıkardığı Kanun Hükmünde Kararname ile, Maliye Bakanlığı'na bu taşınmazları satma yetkisi vermişti.
Buralar otel, iş merkezi veya toplu konut yapımında kullanılacak.
Tarihimiz yok edilecek.
********
Diğer 4 okul için de anlaşma yapıldı.
İzmir Narlıdere İstihkam Okulu
Tuzla Piyade Okulu'nun Karadeniz'e kadar uzanan kuzey bölümü
Ankara Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu
Ankara Mamak Muhabere Okulu
da arazileri ve binaları ile tüm olarak Maliye Bakanlığı'na devredilecek
********
Aydınlık'a konuşan üst rütbeli askeri yetkili, tepkisini şu sözlerle dile getirdi:
"TSK'nın elindeki araziler, Türk Ordusu'nun teminatıdır, geleceğidir."
 
Hastaneleri de istiyorlar
++++++++++++++++++
 
Askeri yetkilinin Aydınlık'a yaptığı açıklamaya göre, Hükümet, Kuvvet Komutanlıklarına ait hastanelerin de Maliye Bakanlığı'na devredilmesini istiyor.
Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıklarına ait askeri hastaneler için büyük bir pazarlık yapılıyor.
Ancak direnç de var. Özellikle KKK üst rütbeli komutanları buna karşı çıkıyor.
 
Paha biçilmez bina ve araziler
+++++++++++++++++++++++
 
Kuleli Askeri Lisesi, İstanbul Boğazı'nda kıyıya sııfır paha biçilmez değerde tarihi bir yapı.
İzmir Maltepe Askeri Lisesi, Güzelbahçe'de denize hakim müthüş bir yer.
İzmir Narlıdere İstihkam Okulu deniz kıyısında devasa bir araziye sahiptir.
 
Org. Özel, bu binalar, araziler sana babandan miras mı kaldı
++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++
 
Ne hakla böyle bir karara imza atabiliyorsun.
Bunlar senin tapulu malın mı.
Kuvvet Komutanlarını, generalleri, albayları, yarbayları, diğer subayları toplayıp fikirlerini aldın mı.
Bütün komutanlar "verelim" deseler bile veremezsin. Gelecek kuşak askeri öğrencilerin de hakkı var oralarda. Kişisel değil, kurumsal bir durum bu. Ordunun tüzel kişiliğine ait.
Nasıl bakacaksın astlarının yüzüne.
 
Darbecilerle mücadele değil, orduya darbe
+++++++++++++++++++++++++++++++++
 
Ergenekon Balyoz vesaire tertipleri ordudaki darbecilerin ayıklanması için yapılmıyor.
"darbeleri araştıralım" çığlıkları atan CHP ve MHP yönetimleri feci halde yanılıyorlar, veya bizi yanıltmaya çalışıyorlar.
Askeri okullar da mı darbeci. Binalar, araziler darbeci olabilir mi.
Vazgeçin ordu düşmanlığından
********
********

25 Nisan 2012 Çarşamba

Cumhurbaşkanı yalan söyler mi? Hem de belgeli


22 Nisan 2012

Abdullah Gül, Hollanda'ya giderken, havaalanında, 28 Şubat'taki durumu ile ilgili şöyle dedi:
Ben o zamanki Refahyol hükümetinde bakandım ama Milli Güvenlik Kurulu üyesi değildim.
Dolayısıyla o günkü MGK kararlarında benim imzam yok.
Daha sonra o konular Bakanlar Kuruluna getirilip herhangi bir Bakanlar Kurulu Kararı çıkarılmadığı için, benim imzam yok.
Ama tabii ki o dönemi yaşayanlardan biriydim.”

Abdullah Gül o zaman Refah Partisi Milletvekili, Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü idi.
Dediği gibi MGK üyesi değildi.
Dolayısıyla MGK Tavsiye Kararı altında imzası olmadığı doğrudur.

Ancak, ilgili kanunlar gereğince, MGK Tavsiye Kararı Bakanlar Kurulu'nda görüşülmüş ve hayata geçirilmesi uygun bulunmuştur.
Bunun üzerine, bu kararların uygulanması için Başbakan Erbakan, tüm Bakanlara yazılı bir emir göndermiştir.
01-51/01 704 Sayı ve  14 Mart 1997 tarihli Başbakan Erbakan imzalı bu yazılı emir aynen şöyledir:

28 Şubat 1997 tarihli MGK kararlarının 13 Mart 1997 günü Bakanlar Kurulunda öncelikle müzakere edildiği malumlarınızdır.

Bu müzakerede alınan “İrtica ile etkin bir şekilde mücadele edilmesi” kararı mucibince MGK’ nun Bakanlar Kurulumuza bildirdiği hususların bir kopyası  ilişikte bilgilerinize sunulmuştur.

Bu konuların önemle dikkate alınarak, Anayasamızın, T.C Devletinin Demokratik, Lâik, Sosyal bir Hukuk Devleti olması temel ilkeleri çerçevesinde, Bakanlığınızı ilgilendiren konularda, konuyla ilgili kısa-orta ve uzun vadeli tedbirlerin dikkat ve ihtimamla alınması, mali destek ve yasa değişikliğine ihtiyaç gösteren tedbirler varsa, bunlar hakkında da Bakanlar Kurulunca gereğinin yerine getirilebilmesi için Başbakanlığa bilgi verilmesini rica ederim…

Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN
Başbakan”

İŞTE FOTOKOPİSİ:
(17 Nisan 2012 Salı günlü Sözcü Gazetesi ve Ulusal Kanal)

********

O zamanki Devlet Bakanı Abdullah Gül:

"Bakanlar Kurulu'na getirilmedi, Bakanlar Kurulu Kararı çıkarılmadı" diyor.


O zamanki Başbakan Necmettin Erbakan, Bakanlara gönderdiği resmi yazıda:

"13 Mart 1997 günü Bakanlar Kurulu'nda müzakere edildiği ve irtica ile mücadele kararı alındığı malumlarınızdır" diyor.

********
Rıfat Serdaroğlu, Abdullah Gül'e soruyor:
"1)Bakanlar Kurulunda MGK kararlarının görüşülmediğini nasıl söylersiniz?
2)Anayasamızın 112. Maddesine göre, Başbakan ve Bakanlar, hükümetin siyasetinin yürütülmesinden birlikte (müteselsil) sorumludur.
   Bu Anayasa emrini bilmemeniz mümkün mü? 
3)28 Şubat Kararlarına, o zaman niçin tepki vermediniz?
4)28 Şubat Kararları denen 18 maddenin hangilerine karşısınız?
5)İstifa denen müessese niçin aklınıza gelmedi?
6) Dürüst bir insan, inanmadığı bir konuda sessiz kalıp, kabullenir mi?
7)MGK’nun ve içinde sizin de bulunduğunuz Siyasi İradenin temsilcisi Refahyol Hükümetinin verdiği emirleri uyguladıkları için bugün haksız yere yargılanan insanlar için, Cumhurbaşkanı olarak üzüntü duyuyor musunuz?
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Cumhurbaşkanlığı makamında oturan kişi her şeyden önce dürüst ve sorumluluklarının bilincinde olmalıdır. Önemli olan bu makamlara gelmek değildir. Esas ve önemli olan, bu yüce makamlardan ayrıldıktan sonra kişilerin nasıl hatırlanacağı ve tarihe nasıl iz bırakacaklarıdır…
Zordur “Devlet Adamı” olabilmek ve öyle kalabilmek, zor…"
********
İmzasız adam

 

Namuslu adamın sözü imzadır, duruşu imzadır.
İmzasız adamın ise hiçbir yerde imzasını bulamazsınız.
                                                      İmzalarını her yerden silmiştir.

Namuslu adamdan kimse imza istemez. Sözü senettir.
İmzasız adam ise, bütün yeminlerini çiğner. Sözü ciklettir.


Namuslu adam, güvenilir adamdır.
İmzasız adama sırtınızı dönmeye gelmez, hançeri koynunda gizlidir.


Namuslu adam yürekli adamdır, korkmaz.
İmzasız adam, yüreksiz ve ciğersizdir; kendi imzasından bile korkar.


Namuslu adamın alnı açıktır.
İmzasız adam, alnındaki lekeleri kâkülüyle örtmüştür, kimse göremez diye düşünür. Oysa kâkülü görünmektedir. İmzasız adam, kendi kâkülünün arkasına saklanan adamdır.


Namuslu adam, evet ben yaptım der, eyleminin sahibidir.
İmzasız adam, “Hani nerde, imzamı gösterin, ispat edin” der.
Çünkü imzası firardadır. İmzasız adam, kırmızı bültenle aranan adamdır.

Namuslu adam, yanlış varsa, yanlışı üstlenir; arkadaşlarına siper olur.
İmzasız adam faili meçhullerdeki silahtır; cinayetlerde kullanılmıştır ve sapındaki numara silinmiştir. İmzasız adam, sapı silinmiş adamdır.


Namuslu adamın bulunduğu kurumlarda ortak sorumluluğu vardır.
                                      Hükümet üyelerinin ortak sorumlu olduğunu bilir.
İmzasız adam, sorumluluğu başkalarının üstüne yıkar, kalleştir.
                                            İmzasız adamın hiçbir sorumluluğu yoktur.

Namuslu adam, yabancı devletlerle milletinden gizli anlaşmalar yapmaz.
İmzasız adam yabancı devletle 22 sayfa 99 maddelik gizli hizmet sözleşmesi yapar; imzası 
gizli mürekkeple atılmıştır.                                                                                    

Namuslu adam imzasına ihanet etmez. Kitabında ihanet yoktur.
İmzasız adam, bir tek ihanetin altına attığı imzaya bağlıdır,
                                                           bir gün efendisine de ihanet eder.

İmza, namuslu adamın onurudur.
İmzasız adamın onuru, imzasının bulunmayışıdır.


Doğu Perinçek'in "İmzasız Adam" başlıklı Aydınlık köşe yazısıdır. (20 Nisan 2012)
********

Bakan yalan söyler mi? Hem de kuyruklu yalan


CHP Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk, Adalet Bakanı'na soru önergesi verdi (27 Aralık 2011):
"Perinçek, Özkan ve Balbay neden hücrelerde tutulmaktadır"
********
Adalet Bakanı Sadullah Ergin, soru önergesine 5 ay sonra verdiği cevapta, hücrelere "oda" dedi.
Bakan dedi ki:
"Doğu Perinçek, iki tutuklu ile beraber aynı odada kalmaktadır.
Banyo ve tuvaleti olan odalar 11.04 metrekaredir (m2).
Ayrıca 12 m2 mutfak ve ortak yaşam alanına, 23 m2 koridora ve 64 m2 havalandırma bahçesine sahiptir."

********
İşçi Partisi Genel Başkanvekili Av. Hasan Basri Özbey, Ankara'da basın toplantısı yaparak hücrelerin krokisini gösterdi.
Özbey özetle şöyle dedi:
ODA DEĞİL, HÜCRE
"Bakan Ergin, gerçeğe aykırı bilgiler vererek yalan söylemiştir.
Gazetecilerle beraber Silivri'ye gitsin, oda dediği hücreleri göstersin"
********
PERİNÇEK VE DİĞER 11 TUTUKLU, HÜCRELERDE TEK BAŞLARINA
Bakan Ergin, Doğu Perinçek’in “iki tutuklu ile birlikte aynı odada barındırıldığını” iddia etmiştir.
Kuyruklu yalan!
Perinçek, Binbaşı Bektaş ve Albay Göktaş aynı odada değil, yan yana ayrı hücrelerde kalmaktadırlar.
********
TECRİT HÜCRELERİ
Silivri L Tipi Cezaevlerinin hepsinin planlarında, bütün bloklarda tecrit hücreleri vardır.
B-3, F-3 ve F-6 bölümlerinde toplam 30 hücre var.
Altlı üstlü toplam 6 ayrı bölümün her birinde 5 hücre vardır.
Tecrit hücrelerinde, yasalara göre, yalnız cezaevinde disiplin cezası alanlar veya mahkemelerin tecrit hücresi cezası verdiği tutuklular kalır.
Silivri 1. Nolu L Tipi Cezaevi’nin inşa projesine göre:
Bu hücrelerde,
cezaevinde işlediği başka bir suç nedeniyle disiplin cezasına çarptırılan kişiler
kalabilir.
Ancak, hücrelere konulmuş olan 12 Ergenekon tutuklusu böyle bir ceza almamışlardır.
********
HÜCRELER 11 DEĞİL, ÜÇBUÇUK METREKARE
Her hücre 3,5 metrekare.
Hücrelerde bir pencere, bir yatak ve yere sabitlenmiş demir elbise dolabı bulunmaktadır.
Ayakta dolaşmanız ve masa koymanız için boşluk bulunmamaktadır.
Aynı odanın bir kenarında hem tuvalet, hem de banyo olarak kullanılan bir bölüm vardır.
Pencereden sadece havalandırma boşluğu görülmektedir.
Hücrer kapıları dışardan kilitleniyor.
Yanyana 5 hücre var. Bu hücrelerden üçü yatmak için, biri depo olarak kullanılıyor.
Diğer 3,5 metrekarelik hücre ise, Bakanın "12 metrekare" olduğunu iddia ettiği "yaşam alanı" olarak kullanılıyor.
Bu "yaşam alanı"nın penceresi yoktur. Havalandırma yapılamamaktadır.
Bu 5 hücrenin önündeki koridor yaşam alanı içinde gösterilerek kamuoyu aldatılmaktadır.

********
İNFAZ HÂKİMİ SÜRGÜN EDİLDİ
Başvurularımız üzerine olayı inceleyen Silivri Cezaevi İnfaz Hâkimi, Cezaevi Yönetiminin kendisine "oda" diye gösterdiği Perinçek'in hücresini görünce bunun bir hücre olduğunu anlamış olmalı ki, "Bir de hücreleri göreyim" demişti.
Tabii göremezdi, çünkü kendisine "oda" diye gösterilenler hücre idi.
Yalanları ortaya çıkmasın diye İnfaz hakimini acilen sürgün ettiler.
Kanunsuzluklarının ortaya çıkmasını Bakan Ergin'in yönetimindeki ileri demokrasi organı HSYK engellemiştir.
********
               Albay Levent Göktaş - Levent Perinçek - Binbaşı Levent Bektaş
F-6 Alt Blokta 3 Leventler kalıyor.
Albay Levent Göktaş,
Levent Perinçek
Binbaşı Levent Bektaş.
Doğu Perinçek'e "Levent" ismi takılmasının hikayesi şöyle:
Diğer iki Levent "Madem ki aynı bloktayız, ayrı gayrımız olmasın, senin de adın Levent olsun" demişler.
O gün bu gündür Doğu Perinçek'in adı Levent Perinçek.
Diğer 9 esir şu hücrelerde kalıyor:

B-3 Üst
Durmuş Ali Özoğul (Toplumsal Dönüşüm Yayınevi sahibi)
İbrahim Özcan
E. Üsteğmen Av. Serdar Öztürk
B-3 Alt
Tuncay Özkan
Barış Terkoğlu
F-3 Üst
Binbaşı Fikret Emek
F-3 Alt
Mustafa Balbay
Barış Pehlivan
F-6 Üst
Semih Tufan Gülaltay

********
Tecrit hücrelerinde yasalara göre, yalnız
    -cezaevinde disiplin cezası alanlar, veya,
    -mahkemelerin tecrit hücresi cezası verdiği tutuklular kalır.
Oysa bugün tecrit hücrelerinde tutuklananlar hakkında böyle bir karar yoktur.
Ayrıca:
Hücre cezası geçicidir, belirli bir süre için verilir, bilemediniz bir iki hafta olur.
Ancak Silivri'de yurtseverler bir yılı aşkın bir süredir hücrededir, süre konulmamıştır.
Bu durum yasalara aykırıdır. Yasalarımızda "süresiz hücre cezası" yoktur.
Bunun hesabını elbette vereceklerdir.
Doğu Perinçek duruşmada hakime soruyor:
"Biz disiplin cezası almadık, siz de mahkeme olarak hücre cezası kararı vermediniz.
O halde bizi hücreye kimler, hangi yetki ile koydular?"
Hakim gözlerini kaçırıyor, cevap veremiyor.
Cevabı yok çünkü. Emir Hükümet kademelerinden geliyor.

Anayasa'nın 92. Maddesi çiğneniyor


                                             Komutan bozuntusu Hamudi Kızılay çadırında
 
Anayasamızın 92. Madddesine göre, yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de konuşlanması ancak TBMM kararı ile mümkün olur.
Kendilerini "Özgür Suriye Ordusu" olarak adlandıran isyancılar ülkemizde kurulan kamplarda, Türk Kızılayı çadırlarında kalıyorlar.
Üstelik, ara sıra Suriye'ye girip "operasyon" yapıyorlar, yani silahlı saldırılar düzenliyorlar ve geri dönüyorlar.
Ama ortada bir TBMM kararı yok.
Bu, apaçık bir Anayasa ihlalidir. AKP Hükümeti Yüce Divan'lık bir suç işlemektedir.
 
İngiliz Taymz (Times) gazetesi ve Royters (Reuters) Ajansı bu durumu fotoğraflı olarak haberleştirdi.
Kamplar bizim ülkemizde ama haberleri yabancılar yapıyor.
 
Hatay'da kurulan 5 kamp sivillere, 1 kamp ise silahlı sığınmacılara ayrılmış. Bunların arasında ordudan kaçan askerler ve polisler de var.
İngiliz gazeteciler, TBMM heyetine bile giriş izni verilmeyen bu kampa girip fotoğraf bile çekmişler.
 
Taymz gazetesi, "Kamp Asi Nehri'nin Türkiye tarafında" diyor. Royters ise "Çadırlar sınırda" diyor.
Sınıra 150 metre mesafede kurduğumuz kamplar anlatılıyor yani.
 
İngilizlerin Kızılay çadırında görüntülediği komutan bozuntusu Yarbay Halid Hamudi, Türkiye'deki kamplardan Suriye'ye sızarak Cisreşşuğur Kasabası'nda 120 asker ve polisi, öldüren isyancılara komuta eden Hamudi kardeşlerden birisi. Halid, kendisini "Özgür Suriye Ordusu'nun Komutanı" olarak tanıtıyor İngilizlere.
********
Cumhuriyet gazetesindeki Mustafa Kemal Erdemol'un haberinden:
 
Cisril Şuğurlu Rıdvan: "Ben Suriye’den şimdi geldim. İki günde bir gidip geliyorum."
 
İlçe merkezinden kamplara doğru yürüyen üç genç Suriyeli ile karşılaşıyoruz. Selamlaşıyoruz haliyle, sohbet böyle başlıyor.“Henüz şimdi geldik, dinlenip, sonra yeniden Suriye’ye geçeceğiz” diyor Mehmet Zahhur. “Nasıl” diye şaşkınlıkla soruyoruz. Çok rahat bir edayla yanıtlıyor sorumuzu: “Biz Özgür Suriye Ordusu’nun askerleriyiz. Sınırı yasadışı yollardan geçiyoruz. Bu aralar Türk askeri bizi yoruyor. Onların uyuduğu ya da bulunmadıkları anda geçiyoruz sınırı. Geçenlerde bizi yakaladılar. Kilis’te on gün tutulduk. Sonra yine buraya geldik.”“Ne yapıyorsunuz sınırı geçip” diye sorduğumuzda yanıt çok net: “Çatışıp geliyoruz.”
                                                                    Aydınlık, 18 Nisan 2012
 
9 Nisan'da bu katiller Türkiye'den Suriye'ye sızarak gümrük noktasına saldırdılar.
Suriye askerleri saldırıya ateş açarak karşılık verdiler. Mermiler konteynır kente kadar ulaştı.
Amerikancı basının ve AKP Hükümetinin "Sınır ihlali" dediği olay bu.
********

Ceberrut devlet ve eğilmiş parmaklar


 
Soner Yalçın, son kitabı "SAMİZDAT" konusunda Aydınlık gazetesinin her Cuma verdiği kitap ekine konuştu.
Özetliyorum:
Aydınlık:
Silivri Cezaevi'nde sizi en çok etkileyen ne oldu?
 
Soner Yalçın:
Doğu Ağabey'in elleri.
Cezaevi rutubetinden, romatizmadan eğilmişti.
Yetmiş yaşında, ömrünü daha güzel bir hayata adamış bir düşün adamını, siyasal bir lideri her olağanüstü dönemde zindana atmaya kimse utanmıyor.
Bu ceberrut devlet 13 yıl Doğu Perinçek'i hapiste tuttu ve hala da utanmadan buna devam edşyor.
Türkiye'de bırakın sucusunu bucusunu, insan olan herkes buna isyan etmelidir.
Oysa, Doğu Perinçek'in adını ağızlarına almıyor, köşelerinde yazmıyorlar.
Aynı şey Yalçın Küçük için de geçerli. Batı'da olsa, el üstünde tutulacak sıradışı zekaya sahip bir aydına, kuramcıya yaptığımıza bakın. O da kaç yıl cezaevinde yattı.
Bakınız, düşünce öğretildiği gibi utanma da öğretilir; biz insanlarımıza utanmayı öğretmemişiz ne yazık ki.
Prof. Hilmioğlu, Prof. haberal, hangisini söyleyeyim, acı çekiyorum.
 
Aydınlık:
Kitabın adı neden Samizdat?
 
Soner Yalçın:
Samizdat bir terim; gizlice yazılan, basılan, dağıtulan kaçak yayınları tanımlıyor.
Hep zorluklar, zor dönemler bana kitap yazdırdı.
Binbaşı Ersever'i öldürüp, anlattıklarını yazmamam için nüfus cüzdanını bana göndererek ölümle tehdit ettiler.
Kaçtım, saklandım ve yazdım.
Aynı süreci, daha Susurluk kazası olmadan "Behçet Cantürk'ün Anıları" kitabımda da yaşadım.
Korka korka, saklanarak Susurluk Çetesi'nin cinayetlerini yazdım.
 
Aydınlık:
Tutuklanacağınız aklınıza gelmiş miydi?
 
Soner Yalçın:
Sevdiklerim "Sana mı kaldı, tek başına ne yapabilirsin ki, yazma artık, odatv'yi kapat" dediler.
Evet, bunları yapmak beni kurtarırdı, peki ya sonra? Sonra yaşamımı nasıl sürdürecektim?
Bu kaçış insana daha büyük yük getirir, taşımak zordur, ya alkolik olursunuz ya da kanser.
Halbuki mücadele gençleştirir, hayatı güzelleştirir.
Afrika atasözüdür: Aslanlar kendi tarihçilerine kavuşuncaya kadar tarihler avcıları övecektir.
Ben aslanların tarihçisi-gazetecisi olmaya çalışıyorum
                                                             Kırmızı Kedi Yayınları
 
Kitaptan:
 
"Binbaşı Ersever'in İtirafları" kitabımı daktiloda, "Behçet Cantürk'ün Anıları"nı bilgisayarda yazmıştım.
Samizdat'ı elimle kaleme aldım. Bu süreç bile, yakın tarihte neler yaşandığını göstermiyor mu?
 
Barış Pehlivan ile Barış Terkoğlu'nun "Sızıntı" adlı kitabı çıkınca, Silivri'de bir gece gelip Barış Pehlivan'ı yanımdan alarak başka koğuşa koydular.
Kitap yazmanın cezasıydı bu. Samizdat yayımlanınca başıma ne gelecek bilmiyorum.
 
Yayınevi (Doğan Kitap) "Kitabı 12 Haziran seçim sonrası çıkaralım" dedi. Seçim bitti, "İddianame çıksın", "Yaz mevsimi geçsin" dendi. Sonbahar geldi. Bu kez "İlk duruşma yapılsın" gibi sebepler ileri sürülünce nihayet anladım.
 
Söyleyemiyorlardı. Kitabı yayımlamaya korkuyorlardı.
Yayınevimin (Doğan Kitap) bağlı olduğu yayın gurubunun (Hürriyet) aynı zamanda yazarıydım.
Artık yazı istemediklerini söylediler. Bir süre sonra hiç haber vermeden maaşımı da kesiverdiler.
Evet, hiç haber vermeden. "Çoluğun çocuğun var, hapistesin, ihtiyacın var mı?" diye sorma ihtiyacı duymadan.
Demek dışarda bu derece zalim bir atmosfer vardı.
Demek 11 yıldır bünyesinde çalıştığım, 3 yıldır da yazarlığını yaptığım yayın gurubu korkuya bu derece boyun eğmişti.
 
Tüm bu tavır, cemaatçi çevrenin beni "vebalı" göstermesine katkı sağlıyordu.
Öyle ya, demek ki bir "mikropluk" vardı bende. Gazetesinin, yayınevinin sahip çıkmadığı biriyim ben.
  
Aydınlık KİTAP
AYDINLIK GAZETESİYLE BİRLİKTE
HER CUMA BAYİLERDE!...

Tebrikler Kılıçdaroğlu, tebrikler Bahçeli


Bir gün önce, CHP ve MHP yönetimleri, AKP ve BDP ile el ele,
                    Meclis’te sözümona “Askeri Darbeleri Araştırma Komisyonu” kuruyor.Ve sabahına 28 Şubat gözaltıları başlıyor.


AKP, BDP, CHP, MHP,
Özel Görevli savcılarla uyum ve eşgüdüm halinde aynı cephede savaşıyor.


CHP ve MHP yöneticileri, darbeleri araştırma önergelerini kürsüye yetiştirmek için AKP ve BDP ile yarışıyor.Tebrikler, tebrikler koşanlara ve koşturanlara!
********
Darbecileri değil Türk Ordusunu temizliyorsunuz.

        ABD’nin AKP marifetiyle 5 yıldır yürüttüğü operasyon,
                    “Darbeciler temizlensin” korosu eşliğinde,
Cumhuriyetin ve Türk Ordusunun mevzilerini birer birer dağıtıyor.

Koronun assolisti Kılıçdaroğlu.
İkinci solist Bahçeli.
Üç perdelik demokrasi.
Darbeciler değil Türk Ordusu temizleniyor.
Şehit cenazelerinde verdiğiniz görüntüler, bir gerçeği perdeliyor!
Aslında siz askere vuruyorsunuz!
Vurun 27 Mayıs’a, 28 Şubat’a!
Vurun generale!
Vurun subaya!
Vurun astsubaya!
Tıkın hepsini Silivri’ye Hasdal’a!
Tebrikler, tebrikler kahramanlığınıza!
********
Fethullah Gülen aşkıyla vurun
Tayyip Erdoğan, ellerinize kazmaları vermiş Cumhuriyeti yıktırıyor,
                                                       gözleriniz kapalı vazifenizi yapıyorsunuz.Vurun laikliğe!
Vurun Tevhidi Tedrisata!
Açın tekkeleri zaviyeleri!
Geçirin Türk kadınının kafasına Amerikan çuvalını!
Tıkın çocukları mahalle mekteplerine, ruhban medreselerine!
Örtün, Türkiye’nin üstüne örtün Ortaçağ karanlığını!
Vurun Cumhuriyete!
Fethullah Gülen aşkına vurun!
Kollarınız kopuncaya, başınız düşünceye kadar vurun!
Tebrikler tebrikler!
********
Mayın tarlasına gözünüzü kırpmadan giriyorsunuz
AKP, bölünme anayasasının komisyon masasına bağlamış sizi.Parmaklarınızı Tayyip Erdoğan’a rehin vermişsiniz.
Anayasayı AKP ve BDP yapıyor, mayınları temizleme görevi size!27 Mayıs, 28 Şubat, Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Andıç, Kafes; bölünme anayasasının güzergâhında ne kadar mayın varsa, tek tek patlatıyorsunuz.Bravo, bravo size, gözünüzü bile kırpmıyorsunuz!
********
Haçlının Suriye seferine acil yardım
Alkışlar alkışlar ikinize de!
Dün Atlantik’ten gelen talimat ve BOP Eşbaşkanı’nın işaretiyle NATO’nun Libya cinayetine parmak kaldırdınız.
Bugün Haçlının Suriye seferi öncesinde Türk Ordusunu sindirme tertibinde yine mevcutlusunuz.28 Şubat, 27 Mayıs bahane!
Türk Ordusunu tekmelemek şahane!
Komutanın başı eğik, Mehmetçikler Suriye’ye sefere!
Helal olsun her ikinize de!
********
Manzaranız çok açık
Öyle bağırarak çağırarak, Tayyip Erdoğan’a içi boş “vatan haini” söylemleriyle tarihsel rollerinizi gizleyemezsiniz!Manzaranız çok açık, “vatan haini” dediğiniz Tayyip Erdoğan’ın avucundasınız.
İkinizi de parmaklarında oynatıyor.
Maşallah çok güzel oynuyorsunuz.
Tebrikler, tebrikler marifetlerinize!
********
Doğu Perinçek'in 14 Nisan 2012 günlü Aydınlık köşe yazısıdır.
********

16 Nisan 2012 Pazartesi

"Darbe" karşıtı AKP+CHP+MHP+BDP kutsal ittifakı

AKP'ye verilen desteğin son örneği: "Darbeleri araştırma" önergeleri.
AKP, CHP, MHP ve BDP ayrı ayrı, "Darbeleri Araştırma Komisyonu" kurulması için Meclis'e dilekçe verdiler.
Kurulması istenen komisyon 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan'ı araştıracak.
4 partinin önergeleri 11 Nisan'da Meclis'te birleştirilerek görüşülecek.
8 Mart 2012 günü Tayyip Erdoğan Meclis'te bir "Darbeleri Araştırma Komisyonu" kurulacağını ilan etmişti.
Bunu  bir "çağrı" olarak kabul eden "muhalefet" partileri koşarak çağrıya uydular.
BDP'li Aysel Tuğluk, Hasip Kaplan ve Ahmet Türk, İnternet Andıcı Davası'na kapatılan DTP adına müdahil olmak için başvurdular.
Emine Ülker Tarhan CHP gurup toplantısında "12 Eylül Davası'na müdahil olmalıyız" dedi.
Kılıçdaroğlu bu öneriye hemen sahip çıktı.
4 Nisan 2012'de yine Emine Hanımefendi:
"Kaç yöneticimiz gözaltına alındı, onu da topluyoruz. O dönemi yaşayan yöneticilerimiz ağlayarak beni arıyorlar"
"Darbeleri Araştırma" projesine destek veren Kılıçdaroğlu, görünen o ki, 27 Mayıs'ı sadece Bülent Arınç'tan dinlemiştir.
1960'da Anayasa Komisyonu'nda görev alan Mümtaz Soysal'ın öğrencisi diyebileceğimiz Birgül Ayman Güler, gurup toplantılarında 27 Mayıs'ı hiç mi anlatmamıştır.
Emine Ülker Tarhan, Anayasa Mahkemesi'ni, yargıç güvencesini 27 Mayıs'ın getirdiğini hiç  mi hatırlamıyordur.
27 Mayıs'ın yıktığı düzenin bir diktatörlük olduğunu da mı duymamışlardır.
Kılıçdaroğlu, "27 Mayıs'ı yapanlar şimdi utanıyorlar" diyerek gerçek dışı bir beyanda bulunmuştur.
Anlaşılan, Kılıçdaroğlu ve kurmayları, AKP'ye baka baka kararmışlardır.
CHP'liler için kısa 27 Mayıs tarihi
+++++++++++++++++++++++++++
Devrim ile darbeyi birbirine karıştıran Kılıçdaroğlu CHP'si, 27 Mayıs'ı "demokrasiye karşı darbe" sanıyor.
Halbuki 27 Mayıs, bir diktatörlüğü yıkmıştı.
Demokrat Parti, 19 Nisan 1960 günü bir "Tahkikat Komisyonu" kurdu.
Bu komisyon, DP Milletvekillerinden oluşuyordu.
28 Nisan 1960'da 7468 sayılı kanun ile komisyon yasallaştırıldı.
DP'nin amacı, bu komisyon aracılığı ile CHP'yi kapatmak ve tüm muhalifleri hapsetmekti.
Bu kanun ile, Tahkikat Komisyonu'na şu yetkiler veriliyordu:
"Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu,
Askeri Muhakeme Usul Kanunu,
Basın Kanunu,
ve diğer kanunlarda
Cumhuriyet Savcısına,
sorgu hakimine,
sulh hakimine,
ve askeri ve adli amirlere
tanınmış olan bilcümle hak ve selahiyetler"
DP Milletvekillerinden oluşan Tahkikat Komisyonu, bu kanun sayesinde, tutuklama ve yargılama yetkilerine kavuşuyordu.
Böylelikle yürütme, yasama ve yargı erkleri birleştirilmiş, kuvvetler ayrılığı ilkesi ortadan kaldırılmıştı.
DP Milletvekillerinden oluşan Tahkikat Komisyonu bir savcı gibi iddianame yazabilecek, bir mahkeme gibi tutuklama ve yargılama yapabilecek ve ceza verebilecekti.
Milletvekillerinden oluşan bu mahkeme, sivil ve askeri tüm mahkemelerin yetkilerini kullanabilecekti.
DP diktatörlüğü "kanun" yoluyla ilan edilmişti.
28-29 Nisan öğrenci gösterileri, bu diktatörlük kanununa karşı başlamıştı.
Menderes Hükümeti sıkıyönetim ilan etti.
Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun, öğrencilere ateş edilmesi için emir verdi.
Üniversite öğrencilerinin eylemlerinden etkilenen Harp Okulu öğrenciler 21 Mayıs günü yürüdüler.
26 Mayıs saat 20:30'da subaylar İstanbul Üniversitesi bahçesinde son toplantı için buluştular.
Bu toplantı nedeniyle yapılan heykel hala orada durmaktadır.
Milli Birlik Komitesi Üyesi Suphi Gürsoytrak 27 Mayıs'ın nedenini şöyle açıkladı:
"Subaylar ya kendi halkına ateş edecekti, ya da artık gayrımeşru ve kanunsuz olan iktidara karşı tavır alacaktı."
Subaylar, Genelkurmay Başkanı'nın "Öğrencilere ateş edin" emrini reddetmişlerdi.
Devrim yapmaktan başka çareleri kalmamıştı.
********
Okan İrtem'in 11 Nisan 2012 günlü "AKP'nin destekçileri: CHP, MHP, BDP" başlıklı Aydınlık köşe yazısının özetidir.
********

CHP Kadıköy'de bölücülük paneli yaptı

Diğer konularda olduğu gibi, "Yerel Özerklik" konusunda da CHP, AKP'ye koltuk değneği olmaya devam ediyor.
 
Avrupa Birliği Bölgeler Komitesi Sosyalist Grubu (SODEM) üyeleri, Kadıköy Belediyesi öncülüğünde bir araya gelerek, “Türkiye’de Yeni Anayasa Yapım Süreci ve Adem-i Merkeziyetçilik” konularını tartıştı. (12 Nisan 2012)
 
"Adem" Arapça bir sözcük olup, "Yokluk" anlamındadır.
"Adem-i merkeziyetçilik" ise,  merkeziyetçiliğin olmaması, tüm yetkilerin yerel yönetimlere devredilmesi anlamına geliyor.
 
Avrupalı konuşmacılar, özetle:
"Türkiye'de farklı kimlikler var, bu açıdan farklı her bölge kendi özerkliğini elde etmeli" dediler.
Yani ülkemizi Avrupalılar hesabına kendi ellerimizle biz parçalayacağız.
 
 
‘Bu bir özerklik projesidir’
++++++++++++++++++++++
 
Belçika Bölgeler Komitesi Üyesi Mia De Vits, federal bir ülkede bölgelerin nasıl işlev gördüğünü anlattı.
“İki dilli ve çokkültürlü” bir yapıya nasıl geçtiklerini anlatarak Türkiye'ye örnek gösterdi.
 
Fransa Bölgeler Komitesi Türkiye ile Çalışmalar Grubu Başkanı Bernard Soulage:
“Bu bir özerklik projesidir. Yerel özerklik olmadan Avrupa Birliği’ne giremezsiniz.
CHP’nin bu konuyu sahiplenmesi belirleyicidir.”
 
Yerel yönetimlere mali ve idari özerklik
++++++++++++++++++++++++++++++++
 
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günaydın:
“Yerel yönetimlere mali ve idari anlamda özerklik verilmesini istiyorum.
Eğer Türkiye Avrupa’da ilerlemek istiyorsa adem-i merkeziyetçiliği dikkate almalı”
 
Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın (CHP):
"AB’yle birleşmek istiyorsak, Avrupa değerlerine uymak önemlidir"
 
Rıza Türmen (CHP) : En iyi bölücülüğü biz yapacağız
+++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++
 
CHP Milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu Üyesi Rıza Türmen:
Yeni anayasaya toplumsal bir talep var. Bunu gittiğimiz yerlerde görüyoruz.
Başarılı bir anayasada bütün farklı kimliklerin korunması ve bunların anayasa yoluyla tanınması gerekir.
Türkiye, Avrupa Yerel Yönetimler sözleşmesinin 20 paragrafına taraf oldu, 10 paragrafını kabul etmedi.
Söz veriyoruz, bu 10 paragrafa da biz taraf olacağız”
 
Yurtsever CHP'lilerin isyanı
+++++++++++++++++++++++
 
CHP Kırklareli Belediye Başkanı Cavit Çağlayan:
“Özerklik konusuna dikkat edilmeli. Aşılırsa, üniter devletler için bölünme yaratır.
Bu tür uygulamalar bizim ülkemizde sorun yaratabilir”
 
CHP Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu:
 “Kapatılmanın eşiğinden dönmüş laiklik karşıtı bir partinin çalışmasına nasıl ortak olursunuz?
Mevcut anayasaya göre yeni bir anayasa ancak darbe sonrası yapılabilir.
Kapatılmanın eşiğinden dönmüş laiklik karşıtı bir partinin böyle bir çalışmasında yer almak hangi iyi niyet içerisinde kabul edildi?
Türkiye’de laik eğitim birliğini tamamen ortadan kaldıran bir tasarıya sahip çıkıp, büyük bir saygısızlıkla yasalaştıran bir rejimle nasıl ortak olabiliyorsunuz?”
 
CHP İzmir Milletvekili Aytun Çıray:
 "Önceki gün Silivri’ye giderek oradaki tutukluları ziyaret ettim.
Böyle bir tek parti devletinde CHP’ye düşen yeni bir anayasa yapmak değil, yeni bir demokrasi mücadelesi vermektir.
Bizim AB’ye girmemizi istemeyen Avrupalı dostlarımız buna alınacak diye, gerçeği söylemekten vazgeçmeyeceğiz”
 
Yurtsever CHP'lilerin feryatları işe yaramamakta, CHP Genel Merkezi bildiğini okumaktadır.
 
İşçi Partisi'nin çağrısı
++++++++++++++++++
 
Panelde söz alan İşçi Partisi (İP) Kadıköy İlçe Başkanı Ceyhun İlsever:
 “Adem - i merkeziyetçilik federatif sistemlere hizmet eder, üniter yapıyı tartışmaya açar.
Oslo görüşmelerinde gördük Hükümet-PKK anlaşmalarını. AKP ve BDP elele vermiş, bir bölünme anayasası yapıyor.
4+4+4 gibi eğitim modelleriyle Türkiye Ortaçağ’a sürükleniyor.
Bu koşullar altında yapılan bir anayasa bölücü ve emek düşmanı bir anayasadır.
AKP’nin bu bölücü anayasasına izin verilmemeli. Bu bir sorumluluktur. Bu süreçten çekilin
diyerek CHP ve MHP'ye çağrıda bulundu.
                      Avrupalı ve CHP'li sosyalist (!) bölücüler paneli böyle yönetti
 

14 Nisan 2012 Cumartesi

CHP - BDP vicdansız ortaklığı

CHP ve BDP temsilcileri Rıza Türmen ve Hasip Kaplan, yanlarına askerlik yapmayı reddeden iki genci de alarak Meclis'te ortak basın toplantısı düzenlediler.
"Vicdani red, bir hak olarak Anayasa'ya girmeli" dediler.
Kılıçdaroğlu "Askerlikte adam öldürmeyi öğretiyorlar" diyerek yolu aylar önce düzlemişti.
 
Askerlik yapmak istemeyenler "Vicdanım adam öldürmeye razı gelmiyor" diyerek "Vicdani redci" madalyası almak istiyorlar.
Buna göre de Türk Ordusu tamamen "vicdansız" kişilerden oluşmaktadır.
 
Asıl vicdansız olan ise, askerlik yapmayı reddedenlerdir.
"Siz vatanı koruyun, gerekirse yaralanın ölün, ben rahat ve huzur içinde sayenizde yaşayayım. Ben aptal mıyım, niye o kadar zahmet çekeyim, işimden gücümden olayım, kendimi tehlikeye atayım." demek vicdansızlık değil de nedir?
 
AKP kendini geri plana çekerek, CHP ve BDP'yi bu konuda öne sürmüştür.
AKP, 4+4+4 olayında da MHP'yi öne sürmüş, MHP'nin getirdiği "Kur'an dersi" önerisine dayanarak ipi göğüslemişti.
Kestaneleri ateşten hep muhalefet (!) partileri toplamakta, AKP ise keyifle yemektedir.
 
Vicdansız konuşmalar:
+++++++++++++++++++
 
Anayasa Uzlaşma Komisyonu Üyesi Rıza Türmen (CHP):
"Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin kararlarını uygulamak yükümlülüğü gereğince Türkiye'nin yasalarını değiştirip vicdani reddi kabul etmesi gerekiyor.
Vicdani red, askerlikten kaçma bahanesi değildir.
Anayasa'ya bir hak olarak girecek mi, girmeyecek mi, o noktadayız."
 
Hasip Kaplan, BDP Gurup Başkanvekili:
"Seneler geçiyor, Türkiye bir türlü yükümlülüğünü yerine getiremiyor.
Yeni Anayasa süreci bir şanstır. Orduları olmayan devletler de var. Farklı güvenlik sistemleri de var"
 
Vicdansız redci Şendoğan Yazıcı:
"Düşünce, inanç ve vicdan özgürlüğünün meşru kullanımı olan vicdani reddi güvence altına alan bir Anayasa olmalıdır."
 
Rıza Türmen (CHP):
"Buna bir hak olarak, bir özgürlük olarak, yani din ve vicdan özgürlüğü olarak bakmak lazım"
 
Hasip Kaplan (BDP):
"Sayın Türmen, ben bir tehlike daha görüyorum.
Eğer vicdani reddi bu Yeni Anayasa'da bir hak olarak işlemezsek, kadınlara da zorunlu askerlik getirebilirler.
Böyle bir tehlike var."
 
İşte böyle, sonunda dalga bile geçtiler.
                                                          Aydınlık, 10 Nisan 2012

Diyarbakır başkent olur


Eski CIA Şefi Fuller: "Diyarbakır başkent olur" dedi.
Tayyip Erdoğan da 2004'te "Diyarbakır merkez olabilir" demişti.
2006'da Amerikan Ordu Dergisinde yayımlanan BOP haritasında da Büyük Kürdistan'ın başkenti olarak Diyarbakır gösterilmişti.
********
Fuller, olayın gelişim aşamalarını özetle şöyle anlattı:
1
Kuzey Irak'taki Kürtler bağımsızlık ilan etmek istiyorlar, ama onları hangi ülke tanıyacak?
2
Bu yüzden, Kuzey Irak'taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Türkiye'ye katılmak isteyecek
3
Birleşme durumunda Diyarbakır başkent olur.
********
Fuller'in Amerikan solcusu "Radikal" gaz tenekesine yaptığı açıklamanın tamamı:
"Kuzey Irak'taki Kürtler Bağdat Hükümeti'ne güvenmiyorlar.
Kürtler bağımsızlık ilan ettiklerinde onları hangi ülke tanıyacak?
O zaman, Kuzey Irak Kürt Yönetimi, Türkiye'ye katılmak isteyecektir.
Bu durumda Türkiye çok çekici hale geliyor.
Kürdistan'ın Türkiye ile işbirliğine hem politik, hem ekonomik açıdan ihtiyacı var.
Türkiye ve bölgenin (Kuzey Irak'ın) entegre olmuş halinde ise, Diyarbakır başkent olur."
********
Dönemin Amerikan Büyükelçisi Robert Pearson 2003'te:
"Türkiye'nin güneydoğusu ile Irak'ın kuzeyi tek bir ekonomik bölge meydana getirmektedir"
diyerek aynı planı anlatmıştı.
"Tek bir ekonomik bölge" kavramı, bir devleti tarif etmektedir.
********
Tayyip Erdoğan
KANAL D / TEKE TEK (16 Şubat 2004) programında:
"Ben özellikle Diyarbakır'a çok farklı bakıyorum. Ben istiyorum ki, hani şu anda Amerika'nın da 'Büyük Ortadoğu Projesi' var ya 'Genişletilmiş Ortadoğu', yani bu proje içerisinde Diyarbakır bir yıldız olabilir, bir merkez olabilir. Bunu başarmamız lazım".
diyerek aynı projenin görevlisi olduğunu anlatıyordu.
********
Geçmişte tüm Türkiye Hükümetleri, Amerikan Çekiç Güç'ün İncirlîk'te konuşlanmasına izin verdiler.
Çekiç Güç, Saddam Hüseyin'in 36. paralelin kuzeyine yani Barzani Bölgesi'ne girmesini önleyerek Kürt bölgesini fiilen Irak'tan kopardı.
********
CIA Şefi Fuller, Amerika'nın Büyük Ortadoğu Projesi'ni (BOP) birkaç cümle ile özetleyivermiştir.
Tayyip Erdoğan'ın Eşbaşkanı olmakla övündüğü bu projenin belkemiğini Büyük Kürdistan oluşturmaktadır.
Özal'ın "Bir koyup üç alacağız" şeklinde yutturmaya çalıştığı "Büyüyerek küçülme" projesi işte budur.
Tayyip Erdoğanlar da aynı projeyi "Yeni Osmanlı" adı altında piyasaya sürmüşlerdir.
Buna göre Türkiye, Kuzey Irak'taki Kürt yönetimini önce himayesine alacak, sonra onunla birleşerek büyüyecek.
Daha sonra da Kuzey Irak ile Güneydoğu Anadolu birlik halinde Türkiye'den ayrılacak, yani küçüleceğiz.
Yani "Büyüyoruz" diye Türk milleti önce aldatılacak, sonra da küçülme dayatılacaktır. "Büyüyerek küçülme" işte böyle.
Diyarbakır'ın başkent olması, ancak, Kuzey Irak ile Güneydoğu Anadolu birleşerek bağımsız bir devlet olarak ayrılırsa mümkündür.
Barzani'nin şu andaki başkenti Erbil, bu durumda Diyarbakır'a taşınacaktır.
CIA Şefi Fuller'in anlatmak istediği de budur.
                                                               Aydınlık, 7 Nisan 2012
********
Mehmet Ali Güller, Kürdistan sürecini yazdı. Kaynak Yayınları 2011
********
O zamanlar "Yüzyıl" ve "2000'e Doğru" adları ile çıkmakta olan Aydınlık, 1991'den beri "Büyüyerek küçülme" planını ısrarla anlatmaya çalışmaktadır.
Fuller, anlamamakta inat edenler için yeniden anlattı.
                         18 Şubat 1991   Yüzyıl       6-12 Mart 1998   2000'e Doğru
********
Türkiye, Irak, İran ve Suriye'den koparılacak parçalar üzerinde Büyük Kürdistan kurma projesinin taşeronluğunu AKP Hükümeti yürütmektedir.
Bu projeye karşı olan İran, Irak ve Suriye ile AKP Hükümeti bu yüzden çatışma durumuna gelmişlerdir.
Amerika, işgal etmiş olduğu Irak'ın başına Irak'ın bölünmesini kabul eden bir hükümet getirememiştir.
Türkiye'nin başına ise, aşağıdaki haritayı gerçekleştirmeyi kabul eden bir hükümeti işgalsiz getirebilmiştir.
Ne mutlu bize.

Amerikan Ordu Dergisi'nde yayımlanmış olan BOP haritası
********