Fransız Devrimi’nde, Cumhuriyet ile Krallık
çarpışıyor. Ancak Victor Hugo’nun 1793 romanında, esas çarpışan, şiddet ile
merhamettir. “Bağışlamak yok” diyen acımasız bir devrimci terör ile “tutsak
almak yok” diyen merhametsiz bir soylu gaddarlığı arasındaki iç savaşta,
Cumhuriyetin mavisi ve Krallığın beyazı bakarsınız birden aynı renge, “insanlık”
rengine boyanır ve duygu ile gerçek arasındaki çelişme, ana tema olarak kendini
gösterir.
Zulmü ortadan kaldıran zulüm
Hugo, roman boyunca, bu çelişme ile iç içe
devrimci şiddetin kendisi ile çelişmelerini de deşer. Zulüm, bu kez zulmü
ortadan kaldırmak adına ortaya çıkmaktadır. Devrim, eskiyi yıkmaya kalkmıştır
ama, eskinin bir parçası, hatta biraz kendisi olmuştur. Soylu şatolarının
karanlık mahzenlerinde insan parçalayan tekerlekler ile Cumhuriyet icadı giyotin
arasındaki bir savaştır artık yaşanan.
Mantıktan güç alan acımasız devrimciliğin
simgesi Cimourdain ile merhametsiz soyluluğun temsilcisi Marki Lantenac, “bir
noktada aynı insanı” oluştururlar. Kralcı Marki’nin ağzı “gece ve gölgeyle”
kaplıdır. Cumhuriyetçi Cimourdain’in “öldürücü alnında ise şafağın pırıltısı”
vardır (s. 282). Ama geceyi öldürse de, şafak gene öldürdüğü karanlık gibi
öldürücü ve zalimdir. Çünkü şiddeti ve öldürmeyi yok edemiyor ve heyhat, bu kez
de Cumhuriyet terörünün yasaları işliyor.
Tunçtan canavar
Romanın başında Hugo, gemide zincirlerinden
boşanan bir topun, dört tekerleği üzerinde tunçtan bir canavar gibi, önüne çıkan
her şeyi kırıp parçalamasını uzun uzun betimler. Bu tunçtan canavarın ne işi var
bu romanda diye düşünürsünüz. Ama ilerleyen sayfalarda, onun bir top değil terör
kasırgası olduğunu anlarsınız.
Rüzgâr denizi karıştırdıkça gemi oynamakta ve
top da tekerlekleri üzerinde ileri ya da geri bir ok gibi fırlamakta, sağa sola
çarpmakta, insanları “bir sinek gibi” ezmektedir. Top artık “hem kendi
kendisinin, hem de geminin hâkimi” haline gelmiştir. Çılgınlar, deliler gibidir:
“Cesetler üzerinden bir daha, bir daha geçmekte, onları parçalamakta, lime lime
etmektedir.” O azgın topu zapt etmenin mümkünü yoktur artık. Ruhu olmayan,
demirden bir canavardır o!
Artık terördür hükmünü yürüten
Artık terörün kendisi bir doğa yasasıdır.
Rüzgâra ve dalgalara hükmedemez insanoğlu. O rüzgâr ve o dalgalar, terörün
nereye çarpacağını, neyi ezeceğini de belirler. Devrim, bir aç kurt gibi
evlatlarını bile yemektedir. Merhamet, vicdan, duygu, sevgi, insanlık; bunların
hepsi, zincirlerinden boşanan terör karşısında aciz, çaresiz ve güçsüz hale
gelirler.
Bütün toplum bu hengâmenin içindedir. Zavallı
bir anne, biri emzikte üç küçük yavrusu ile evsiz, çıplak ve aç, korkunç bir
savaşın ortasında yapayalnız kalmıştır. O, ne mavilerden yanadır, ne de
beyazlardan. Kimden yanasın sorusuna “çocuklarımın yanındayım” yanıtını verir
(s.18). Onun vatanı, Aze kilisesine bağlı Siscoignard çiftliğidir. Ama gene de o
büyük çalkantının dışında kalamaz. Bir, cumhuriyetçi terörün kasırgası eser ve
savurur insanları; bir, krallığın boğucu dumanı basar köyleri. Tek tek insanlar,
1793 fırtınası içinde şimdi daha da küçüktür, bir toz zerresi halini
almışlardır. İnsancıklar, yurtlarından ocaklarından kopmuş, dökülmüş yapraklar
ve kırılmış dallar gibi bu girdabın içinde dönmektedirler. Kaderlerini o büyük
hengâmeden ayırmak ve tarafsız kalmak onların elinde değildir.
Devrimin çelişmesi
Hugo, devrimin çelişmesini deşer ve serer
gözler önüne. Devrimin şiddeti kendisi ile çelişmektedir. Amaç nerede kalmıştır?
Feodal zulmü ve şiddeti ortadan kaldırmak isteyen devrim, şimdi dizginlerini
şiddetin eline vermiştir. İsyan, “bir hayvanî boğuşma” haline gelmiştir (s.
394). Artık barbarlığın tek temsilcisi feodalizm değildir; üstelik Cumhuriyet’in
giyotini daha da dehşetengizdir. Devrimin önderlerinden Marat’nın, sevimli
kılmak için “Louisette” adını verdiği giyotin, yıktığı şatoların kulelerine “ben
senin kızınım” diye seslenmektedir. Terör, eskiyi yerle bir eden, eskiyi
parçalayan, yok eden terör, aynı zamanda eskinin biraz da kendisi değil
midir?
Bu sorular, Hugo’nun vicdanından akıl ve
gerçeğe meydan okuyarak çıkar. İnsanlık için yapılan devrim, “mutlak insanlıkla”
karşı karşıya gelmiştir.
Hugo, devrimi, yıktığı geçmişten tam olarak
kopamadığı için eleştirmektedir. Ama bu eleştiri, gücünü gerçekten değil,
duygudan almaktadır.
Şimşeklerin savaşı
1793 Devrimi’nde bir aralık tarihi kişiler de
görülür. Marat, Robespierre ve Danton, tartışırlar. Ne tartışması, şimşekler
savaşmaktadır. Karşılıklı nutukların bütünüyle Hugo tarafından yazıldığını
bilmek, insanda ister istemez alçıdan dökülmüş büstlerin konuşturulduğu
duygusunu uyandırır.
Danton’dan Marat’ya doğru halkın alt katlarına
yaklaşıldıkça, Hugo’nun tarihi tipleri katılaşır, soğuklaşır, kindarlaşır,
acımasızlaşır ve korkunçlaşır. Danton, iyi huylu, ılımlıdır. Robespierre soluk
yüzlü, soğuk bakışlı ve ciddidir. Halkın Dostu’nun ünlü yazarı ve Komünün
önderlerinden Marat’nın gözü “kan çanağına” dönmüştür; hırslıdır, ihtiraslıdır,
yılandır o, merhamet cinayettir onun için; bazen ejderhadır, nerede ise herkesi
hain ve karşıdevrimci görmektedir.
Hugo, Marat’yı, Dostoyevski’nin Verkovenski’si
gibi bir “fesatçı”, bir “ecinni” olarak çizmiştir. Devrimin üç devi,
birbirlerini suçlar ve tehdit ederler; bütün ihtiraslarını ve birbirlerinin
kirli çamaşırlarını dökerler ortaya. Hugo, bir güzel teşhir eder
onları.
Duyguların gerçekle savaşı
Hugo, şiddetin insanlığa ve insan doğasına
yabancılığını anlatmaktadır, ama aynı zamanda 1793 terörünün o tarihi koşulların
ürünü olduğunu da içi yana yana görmektedir. Duygular, gerçeğin kayalarına
çarpıp çarpıp dökülür romanda. Hugo’nun insancıl duyguları, gerçeğe karşı
savaşta yenileceğini bile bile, bir şövalye kahramanlığıyla
dövüşmektedir.
Barışçı bir dünya özlemi ve gerçekler
arasındaki derin uçurumdan aşağı doğru bir göz atmak bile, insanın başını
döndürüyor. Çözüm, keşke “zorunlu askerlik değil barış”, “kışla değil okul”,
“asker insan değil yurttaş insan” ve “süngülü Cumhuriyete hayır” programlarıyla
(s. 423, 426) gerçekleştirilecek kadar basit olsaydı! En büyük savaş
makinelerinin bile, bugün bize “silah değil kreş” sloganıyla seslenmesi, iyi
niyetli hümanizm ile savaş ağalığının birbirlerine ne kadar kolay karıştığını
göstermektedir.
Dr. Doğu Perinçek, İşçi Partisi
Genel Başkanı
"Victor Hugo'da Zincirinden
Boşanan Terör" - Aydınlık, 9 Ağustos 2013
***********
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder