NİÇİN FELSEFE
ÖĞRENMELİYİZ
++++++++++++++++++++++++++++
Çünkü bilgi olmadan eylem olmaz. Edindiğimiz bilgileri doğru değerlendirmek
için de felsefeyi, düşünce yöntemlerini bilmek gereklidir.
Bilgi, eylemin önderidir, kılavuzudur. Eylem ona bağlıdır.
(Muaz bin Cebel)
ABD ve AB emperyalizmine bağımlı hükumetler, halkın doğru
bilgiye ulaşıp doğru eylem yaparak kendilerini iktidardan uzaklaştırmalarından
korktukları için, felsefe öğrenimini engellemeye çalışırlar.
Okullarda sistematiği öğretilmeden çeşitli felsefecilerden
(filozoflardan) alıntılar verilir, öğrencinin kafasında “felsefe birtakım
çokbilmişlerin zırvalarından ibarettir, öğrenmek mümkün değildir” kanısı
oluşturulur.
Mümkünse felsefe derslerini tamamen kaldırırlar.
Hiçbir şeye aldırmayan, etrafta amaçsız gezinen kimselere
“filozof” payesi vererek felsefeyi halkın gözünden düşürmeye çalışırlar.
+++
FELSEFENİN TEMEL
SORUSU
++++++++++++++++++++++++++
Felsefenin cevap aradığı temel soru şudur:
Madde (varlık) mı, yoksa ruh (düşünce) mi daha önce gelir.
Yani: Bunlardan hangisi diğerini belirler.
Bu soruya verdikleri cevaba göre felsefe iki ana kola
ayrılır.
1. Materyalizm
(maddecilik) : Materyalist (maddeci) filozoflar, maddenin ruhtan
önce geldiğini kabul ederler
2.İdealizm (ruhçuluk) : İdealist (ruhçu)
filozoflar, ruhun önce geldiğini kabul ederler.
+++
İDEALİZM (RUHÇULUK)
+++++++++++++++++++++
İdealizm (ruhçuluk) ikiye ayrılır:
1. Maddeyi
kabul eden ruhçuluk.
Bu tür idealizmin en önde gelen temsilcisi
dinlerdir.
Dinler,
Büyük Ruh’un, yani Tanrı’nın maddeyi yarattığını
ileri sürerler.
Burada da
iki görüş vardır
1 A :
Tanrı’nın maddeyi yoktan var ettiğini öne süren dinler.
Burada bir tarafta yaratıcı Tanrı, diğer
tarafta madde olmak üzere iki varlık kabul ediliyor.
1 B : Tanrı’nın maddeyi kendi vücudundan
yarattığını öne
süren vahdet-i vücut, yani yaratanla yaratılanın bir olması. Maddeciliğe yaklaşan bir görüş.
2. Maddeyi kabul
etmeyen ruhçuluk.
Bu türün en önemli temsilcisi Piskopos
Berkeley
“Madde yoktur, biz onu var
zannediyoruz.” diyor
+++
BERKELEY’İN İDEALİZMİ
+++++++++++++++++++++++
Berkeley’e göre:
“Var olduğunu sandığımız madde
aslında yoktur. Görüp dokunduğumuz için maddenin var olduğunu düşünüyoruz. Bu
duyumları bize verdikleri için onların varlığına inanıyoruz. Ama gerçekte böyle
duyumlar yoktur. Bu duyumlar, ruhumuzda sahip olduğumuz fikirlerdir. Öyleyse,
duyularımızla algıladığımız nesneler, fikirlerden başka bir şey değildir ve
fikirler ise ruhumuzun dışında var olamazlar. Öyleyse madde bizim fikrimizde
vardır, ruhumuzun dışında madde diye bir şey yoktur.”
Demek ki, Berkeley’e göre, nesneleri bizim dışımızda var
olan şeyler olarak düşünürsek, aslında bunlar yalnızca bizim zihnimizde var
olduğuna göre, yanılmış oluruz.
Berkeley diyor ki:
“Aynı bir şeyin aynı zamanda farklı
olabileceğine inanmak saçma değil midir? Önce bir elinizi sıcak, diğerini soğuk
suya sokun. Sonra her iki elinizi ılık suya sokun. Ilık su bir elinize sıcak,
diğer elinize soğuk gelecektir.
Bir kumaş parçasını siz kırmızı
görüyorsunuz. Sarılığı olan insanlar onu sarı görecektir. Göz yapısı bizden farklı
insanlar onu değişik renkte görecektir.
Bana hafif gelen bu kumaş karıncaya
ağır gelecektir.
Aynı şeyler bazıları için sıcak,
hafif; diğerleri için tam tersi olabiliyorsa, demek ki, bu özellikler tamamen
bizim zihnimizdedir ve şeyler yalnızca zihnimizde vardır.”
Berkeley’e göre, bizim ruhumuz kendi başına bu fikirleri
yaratma yeteneğinde olamayacağı için, daha güçlü başka bir ruhun bu fikirleri
yaratıp bize verdiğini kabul etmek gerekir.
Kısacası: Tanrı, bize, hiçbir maddi gerçeğe karşılık olmayan
fikirler vererek, bizde bir dünya yanılsaması yaratır.
Berkeley’in ruhçuluğu, çürütülmesi en kolay felsefedir.
Çünkü, üzerine bir araba geldiği zaman Berkeley “Böyle bir araba yok, bu benim
zihnimin bir yanılgısıdır” dememekte, can havliyle tabanları yağlayarak
arabanın önünden kaçmaktadır.
+++
İDEALİZM SÖZCÜĞÜNÜN
FARKLI ANLAMLARI
+++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++
Türkçe'de ruhçuluk dediğimiz zaman sadece felsefede bir görüş
akla gelir.
Halbuki Batı dillerinde İDEALİZM
sözcüğü, iki farklı anlam için
kullanılır
1-Ruhçuluk, yani
felsefede ruhun maddeden önce geldiğini kabul eden görüş
2-Ülkücülük, yani
insanın bir gelecek tasarımı, insanlığın yararına gerçekleştirmek istediği bir
ülküsü olması.
Batı dillerinin kısırlığından doğan bu yanlış anlama
tehlikesi, Türkçe kullanırsak ortadan kalkar.
MATERYALİZM
SÖZCÜĞÜNÜN FARKLI ANLAMLARI
++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++
Türkçede maddecilik dediğimiz zaman sadece felsefede bir
görüş akla gelir.
Halbuki Batı dillerinde MATERYALİZM
sözcüğü, iki farklı anlam için
kullanılır
1-Maddecilik,
yani felsefede maddenin ruhtan önce geldiğini kabul eden görüş
2-Maddiyatçılık,
yani para, zenginlik gibi şeylere önem vermek, sevgi ve ahlakı önemsememek.
Batı dillerinin kısırlığından doğan bu yanlış anlama
tehlikesi, Türkçe kullanırsak ortadan kalkar.
+++
DÜŞÜNCE YÖNTEMLERİ
+++++++++++++++++++++
1-Metafizik yöntem
Bilimlerin henüz gelişmediği insanlığın ilk dönemlerinde,
düşünce yöntemi de bilimsel olmayan metafizik (doğa ötesi) bir yöntemdi. Bu
yöntem, ruhçu dünya görüşüne uygundu.
2-Diyalektik yöntem
Bilimler geliştikçe, diyalektik (bilimsel) yöntem ortaya
çıktı. Bu yöntem, maddeci dünya görüşüne uygundu.
+++
METAFİZİK YÖNTEM
++++++++++++++++++
Metafizik, önce durgunluğun var olduğunu, bir şeyin harekete
başlayabilmesi için önce durgunluk halinde olmasının gerektiğini söyler. Buna
göre, Tanrı evreni yaratmadan önce hareketsiz bir durgunluk vardı.
Bu düşünce yönteminin 3 kuralı vardır.
1- ÖZDEŞLİK
Bu kurala göre
evrendeki her şey DURAĞAN ve DEĞİŞMEZdir.
Evren dondurulmuş gibi düşünülür.
Güneşin altında yeni bir şey yok: Tanrı evreni şu anda
gördüğümüz şekliyle yarattı ve o zamandan beri hiçbir şey değişmedi.
Dönem dönem aynı olaylar meydana gelir: Tarih tekerrürden ibarettir.
İnsan da değişmez: Kişi yedisinde neyse yetmişinde de odur.
Genel olarak insanlık da değişmez: İnsanlar hep bencildir.
Eşitlik düşüncesi boş hayaldir.
Erkekler daima kadınlardan üstün idi, şimdiden sonra da öyle
olacak.
Ezen ve ezilen, zengin ve fakir hep vardı ve hep var olacak.
Altı ay önce bir ayakkabı almıştım, hala aynı ayakkabıyı
giyiyorum.
2- TECRİT
Bu kurala göre,
şeyler hep ayrı ayrıdır.
Aralarında bir ilişki yoktur.
At attır, inek inektir. Aralarında hiçbir ilişki yoktur.
Bir şey ya attır, ya da at değilse başka bir şeydir, mesela
inektir.
Felsefe felsefedir, siyaset siyasettir. Filozoflar felsefe
ile uğraşır, politikacılar siyaset yapar. Bunlar ayrı ayrı şeylerdir. Felsefe
ile siyasetin arasında bir ilişki yoktur. Herkes kendi işini yapsın. Kimse
başkasının işine karışmasın. Filozof siyasete karışmasın.
Edebiyat edebiyattır. Edebiyatçılar şiir yazar, roman yazar,
bilimle ve siyasetle uğraşmaz.
Bilim bilimdir. Bilim adamları sadece bilimle uğraşır. Bilim
ile politika, edebiyat ve siyaset arasında bir ilişki yoktur.
Kimya kimyadır. Matematik matematiktir. Aralarında bir
ilişki yoktur.
Müzik müziktir. Müzik ile siyaset ve matematik arasında bir
ilişki yoktur.
3- KARŞITLARIN AYNI YERDE OLMAMASI
Bu kurala göre,
karşıt iki şey aynı zamanda aynı yerde var olamaz, bu bir çelişki olur.
Buna, ÇELİŞME KORKUSU
da diyebiliriz.
Bir yönetim biçimi hem demokrasi, hem diktatörlük olamaz.
Eğer o toplumda demokrasi varsa, diktatörlük yoktur. Diktatörlük varsa
demokrasi yoktur.
Bir şey aynı zamanda hem iyi, hem kötü olamaz.
+++
MANTIK
++++++++
Metafizik düşünme ve akıl yürütme sanatına MANTIK denir.
Metafizikçiler, “mantık”ın en iyi düşünme sanatı olduğunu
iddia ederler.
Mantıklı düşünmenin kuralları, yukarda gördüğümüz metafizik
kurallarıdır.
Yani
Özdeşlik: Bir şey kendisidir
Tecrit: Bir şey başkası olamaz
Çelişme: İki zıt şey bir arada bulunamaz, çelişik iki
olabilirlik dışında üçüncü bir olasılık yoktur.
Yani, okullarda bize okutulan mantıklı düşünme kuralları,
bilimsel değil, doğaüstü düşüncenin beynimizde kök salmasına neden olmaktadır.
+++
METAFİZİK KELİMESİNİN
ANLAMI
+++++++++++++++++++++++++++++++
Yunancada
Meta: ötesi
Fizik: doğa
Metafizik: doğa ötesi demektir. Yani maddi olmayan alem.
Aristo öldükten sonra öğrencileri ondan kalan yazıları bir
araya getirdiler, en son başlıklı yazı olarak
üzerine Fizik diye başlık atılmış bir yazı ile ondan sonra ruh
sorunlarını işleyen ve düşünce yöntemlerini inceleyen başlıksız bir yazı
buldular. Ve bu yazıya Metafizik, yani Fizikten Sonra başlığı koydular. O
günden beri fizik ötesi, yani doğa ötesi, doğa dışı, doğa üstü kavramlarla
uğraşma Metafizik olarak adlandırıldı.
+++
DİYALEKTİK YÖNTEM
++++++++++++++++++++
Doğa ötesi (metafizik) yöntemi bilen bir kişi, bilimsel
(diyalektik) yöntemi çok kolay öğrenir. Çünkü bu iki yöntem, birbirinin tamamen
tersidir.
Yanlış anlamaları önlemek için şunu belirtelim ki, insanlar
oturup şu yöntemle mi yoksa bu yöntemle mi düşünelim diye karar vermemişlerdir.
Bu düşünme yöntemleri, insanların bilgi düzeyine bağlı olarak kendiliğinden
oluşmuştur.
Dünya hakkında bilgilerin çok az olduğu insanlığın ilk
dönemlerinde, insanlar kaçınılmaz olarak eksik bilgiden kaynaklanan doğa ötesi
düşünce yöntemlerine mahkumdular.
Bilimler ilerledikçe, yeni bulguların bu eski doğa ötesi
yöntemlerle çeliştiği anlaşıldı ve bilimsel düşünce yöntemleri ister istemez
ortaya çıktı.
Diyalektik yöntemin kurallarını incelerken, bu hususu daha
yakından göreceğiz.
Diyalektik yöntemin 4 kuralı vardır:
+++
1 - HAREKET VE DEĞİŞİM
DİYALEKTİĞİN BİRİNCİ KURALI
Hatırlayalım:
“Doğa ötesi düşünce yönteminin ilk kuralı, ÖZDEŞLİK idi.
Bu kurala göre
evrendeki her şey DURAĞAN ve DEĞİŞMEZdir.
Evren dondurulmuş gibi düşünülür.
Güneşin altında yeni bir şey yok: Tanrı evreni şu anda
gördüğümüz şekliyle yarattı ve o zamandan beri hiçbir şey değişmedi.
Dönem dönem aynı olaylar meydana gelir: Tarih tekerrürden ibarettir.
İnsan da değişmez: Kişi yedisinde neyse yetmişinde de odur.
Genel olarak insanlık da değişmez: İnsanlar hep bencildir.
Eşitlik düşüncesi boş hayaldir.
Erkekler daima kadınlardan üstün idi, şimdiden sonra da öyle
olacak.
Ezen ve ezilen, zengin ve fakir hep vardı ve hep var olacak.
Altı ay önce bir ayakkabı almıştım, hala aynı ayakkabıyı
giyiyorum.”
Bilimlerin henüz gelişmemiş olduğu eski devirlerde, bu
düşünce şekli çok doğaldı. Çünkü insanlar, doğadaki değişimleri henüz fark
edememişlerdi.
Bilimler gelişince, şeylerin DURAĞAN ve DEĞİŞMEZ değil, tam
aksine HAREKETLİ ve DEĞİŞİM İÇİNDE
oldukları anlaşıldı. Dolayısıyla, bilimsel düşünce yönteminin ilk kuralı,
HAREKET ve DEĞİŞİM oldu. Bunu örneklerle inceleyelim:
+++
Doğa ötesi yöntem, evrenin ve dünyanın oluştuğu (veya
yaratıldığı) günden bugüne kadar değişmediğini söyler. Çünkü eskiden,
dünyamızın geçirdiği değişiklikler bilinmiyordu. Onun için, dünyanın hiç
değişmemiş olduğunu düşünmek gayet doğaldı.
Halbuki yerbilimi (jeoloji) geliştikçe, bugün
karada olan bazı yerlerin çok eskiden denizler altında olduğu, depremler ve
kıtaların yer değiştirmesi ile su altında olan bazı yerlerin su üstüne çıktığı
anlaşıldı. Böylece, dünyamızın yapısının zaman içinde değişimini inceleyen
tarihsel yerbilimi adlı yeni bir bilim dalı ortaya çıktı. Eskiden, daha
insanlar yeryüzünde ortaya çıkmadan önce, Güney Amerika kıtasının Afrika’ya
bitişik olduğu, Avustralya’nın Asya’dan koptuğu, günümüzde ise Arabistan
kıtasının kuzeye doğru hareket halinde olduğu ve Anadolu’yu sıkıştırdığı,
Anadolu’daki depremlerin bu yüzden meydana geldiği anlaşıldı.
Hatta daha önceleri dünyanın bir ateş topu halinde olduğu, milyonlarca
senede soğuması sonucu karaların ve denizlerin oluştuğu anlaşıldı.
Eskiden dünyanın evrenin ortasında hareketsiz duran tepsi
gibi düz bir yer olduğu sanılıyordu. Sonra dünyanın yuvarlak olduğu, hareketsiz
olmayıp hem kendi etrafında, hem güneşin etrafında döndüğü, güneşin bile
hareketsiz olmayıp belli bir yönde hızla hareket halinde olduğu anlaşıldı.
Demek ki, eskiden bunları bilmeyen insanların şeyleri
durağan ve değişmez olarak görmeleri ve öyle düşünmeleri, yani doğa ötesi
düşünce yöntemi izlemeleri doğaldı.
Doğa ötesi düşünce
yöntemine göre evrendeki her şey DURAĞAN ve DEĞİŞMEZ idi.
Bilimsel düşünce
yönteminde, her şey HAREKET ve DEĞİŞİM içinde ele alınır.
+++
1 B – CANLILARIN VE İNSANIN EVRİMİ
Doğa ötesi yöntem, canlıların bir günde bugünkü şekilleri
ile oluştuğunu (veya yaratıldığını) söyler. Ama tarihsel yerbilimi geliştikçe
anlaşıldı ki, yeryüzü birtakım devirlerden geçmiş, her devrin sonunda bazı
canlıların soyu tamamen tükenirken, yeni bazı canlılar dünyaya gelmiş. Örneğin
buzul çağında kürklü mamut, sonraki çağda ise mamutun kürksüz biçimi olan
filler meydana gelmiş. Atlar çok eskiden 3 toynaklı imiş. Dinozorların nesli
tükenmiş. İnsanın oluşumu ise çok yeni.
Evrim düşüncesini Müslümanlar işlemiş ve geliştirmiş. İlk
defa Cahiz (ölümü 868), 12 asır
önce, göçlerin ve çevrenin kuşların hayatında yaptığı değişikliği fark etti.
Onun kısacık hayatı boyunca bile, kuşlarda değişiklikler meydana gelmişti.
EVRİMİ DARWİN’DEN 900 YIL ÖNCE
İBN MİSKEVEYH BULDU
Daha sonra, Darwin’den (1809-1882) 900 yıl önce İbn Miskeveyh, (940 - 1030), El-Fevzü’l-Asgar
adlı eserinde şöyle diyor : (özet)
“Yüksek alemden inen nefs, yani ruh, çeşitli dünya
varlıklarında kendini göstermiş ve tekamül ederek (gelişerek) insanlık
mertebesine gelmiştir. Bu yüce hayat eserini kabul eden ilk varlık
bitkidir. Aşağı düzeyinde bitki, tohumsuz ürer. Otlar gibi. Bunlar
minerallerden, azıcık hareket yeteneğiyle ayrılırlar. Hayat eseri nefs,
bitkilerde güçlenmeye devam eder, gelişir, tohumla üreyen bitkiler meydana
gelir. Bunlardan sonra köklü, yapraklı ve meyveli ağaçlar türer.
Ağaçların ilk mertebesi dağlarda, çöllerde, adalarda kendi
kendine bitenlerdir. Bunlar türlerini tohumla sürdürmekle beraber, ağır
hareketlidirler. Sonra zeytin, nar, elma, incir ve benzeri gibi güzel toprağa,
tatlı suya, ılımlı havaya ihtiyacı olan ağaçlar türer. Nihayet evrim, üzüm ve
hurma ağacına varır. Bitki, hurma ile, tekamülün (gelişimin) son sınırına
varmıştır.
Hayvanla arasında çok benzerlik olan hurmanın erkeği dişisi
vardır. Meyve vermesi için hayvanlardaki birleşmeye benzer biçimde tozlanması
gerekir. Kök ve damarlarından ayrı olarak hurmada temel bir organ daha vardır
ki, buna bir şey oldu mu hurma ölür. Bu organ, toprağın içindeki baştır. Bu
baş, hayvan beyni gibi görev yapar. Bu baş toprakta kaldıkça, hurmanın hayatı
sürer. Hurma,
bitkinin son, hayvanın ise ilk derecesindedir.
Bundan sonra azıcık hareket yeteneğine sahip, köksüz
yaşayabilen, yalnız dokunma duygusu olan hayvanlar oluşur. Irmak ve deniz
kıyılarında bulunan sedef ve salyangoz gibi. Evrim devam eder, kurtçuklarda,
kelebeklerde olduğu gibi duyu gücü artar.
Hayat eseri nefs, evrimle güçlenir, köstebek ve benzeri gibi
dört duyu sahibi hayvanlara, oradan da karınca, arı ve gözleri boncuğa
benzeyen, göz kapakları olmayan hayvanlara varır. Bunlarda henüz görme duyusu
zayıftır. Daha sonra beş duyu sahibi hayvanlar türer. Bunlar da derece
derecedir. Kimi aptaldır, hisleri cevval değildir; kimi zekidir, hisleri
latiftir; eğitilebilir, emir ve yasağı kabul eder, sözden anlar. At ve doğan
gibi.
Nihayet evrim insan sınırına yaklaşmıştır. Hayvanlık
mertebesinin sonu, insanlık mertebesinin başında maymunlar ve benzeri hayvanlar
vardır. Bunlarla insan arasında az bir mesafe kalmıştır. Burası
atlanınca nefs, insan olur. Bu noktaya gelince nefsin boyu düzelir
(sırtı düzleşip dik durur demek istiyor) azıcık ayırım gücü, bilgi kazanma
yeteneği oluşur. Kutup bölgelerinde yaşayan bu ilkel insanlarla hayvanlar
arasında büyük fark yoktur. (Demek ki Eskimoları bulup incelemiş!!!). Bunlardan
hikmet sadır olmaz, komşu uluslardan da bilgi öğrenmezler. Bu yüzden halleri
bozuk, yararları azdır. Evrimleşen orta kuşaktaki (ekvatorla kutuplar arasında
demek istiyor) insanlar, işte, gördüğün bu zeka, bilgi ve beceri düzeyine
gelmişlerdir.”
İbn Miskeveyh'in evrim görüşünün tamamı için bakınız:
İBNİ HALDUN da (1332 - 1406) Mukaddime adlı eserinde İbn Miskeveyh'den 300 küsür yıl sonra evrim hakkında aynı şeyleri yazmıştır..
KÜTLENİN KORUNUMU YASASI'NI LAVAZYE'DEN ÖNCE ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
BULDU
Lavazye’den (Lavoisier,1809-1882) önce Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz. (1703-1772) bu yasayı Marifetname adlı eserinde evrim yasası ile bir arada şöyle
özetledi:
“Varın yok olması, yokun var olması mümkün değildir. Var
daima var, yok da daima yoktur. Var, bir mertebeden diğer mertebeye, bir
halden diğer hale geçebilir. Allah’ın emriyle felekler ve yıldızlar
hareket edip dört unsur istihale (evrim) ile birbirine karışmış, unsurların
izdivacından (birleşmesinden) önce madenler, ondan bitkiler, hayvanlar vücuda
gelmiş, ve hayvan
kemalini bulunca insan meydana gelmiştir. Madenlerle bitkiler arasında ara varlık mercandır. Bitkilerle
hayvanlar arasında ara varlık hurmadır. Hayvanlarla insanlar arasında ara varlık
maymundur. Zira cümle azası, kıl ve kuyruktan başka içi dışı insana
benzer. Ara varlıkların varlığının hikmeti şudur ki, her biri kendi
mertebesinin aşağısından en yükseğine vasıl olup, varlıklar mertebesi bir
düzenle sıralanıp, insan mertebesinde son bulur. Gaye, devr-ü zamanın
tetimmesi, cihanın özü olan insanın meydana gelmesidir.”
Kur’an tefsirinin çeşitli yerlerinde bu görüşe dikkat çeken M. Hamdi Yazır, şöyle der:
“İnsanın şu veya bu hayvandan tekamül etmesi, onun değerini
düşürmez.”
Lavoisier (Lavazye okunur, 1743-1794) den önce Erzurumlu
İbrahim hakkı Hz., “Varın yok, yokun var olamayacağını” ortaya koymuş, daha
sonra Lavayze kimyasal deneylerle bu görüşün doğruluğunu kanıtlamıştır.
Einstein (Aynştayn okunur) ise madde-enerji dönüşümünü kanıtlayarak bu görüşü
bir ileri düzeye getirmiştir.
İbn Miskeveyh ve Erzurumlu’nun teorilerinde tabii ki birçok
hatalar vardır. Ama Darwin’in teorisinde de birçok hatalar vardı. Darwin’in
elinde olan imkanlar bu iki kişide olsaydı, onlar belki de daha iyi bir teori
ortaya koyacaklardı.
CAMİ-ÜL AHBAR : ADEM İLK İNSAN DEĞİLDİ
Alusi’nin aktarımına göre, İmamiyyeden Cami-ül Ahbar adlı
eserin sahibi, bu kitabın beşinci bölümünde şöyle demektedir:
“Atamız Adem’den önce, her biri arasında bin yıl bulunan
otuz Adem gelip geçmiştir. Onlardan sonra elli bin yıl harap kalmış, sonra elli
bin yıl yeniden şenlenmiş, sonra atamız Adem yaratılmıştır."
İBN BABVEYH, KİTABU’T-TEVHİD
İbn Babveyh’in
Kitabu’t-Tevhid adlı eserine göre,
Cafer-i Sadık şöyle demişti:
“Siz sanırsınız ki yüce Allah atanız Adem’den başka insan
yaratmamıştır. Hayır, vallahi bin kere bin Adem yaratılmıştır. Siz o Ademlerin
sonuncususunuz.”
Muhammed Bakır
ise şöyle demişti:
“Bizim atamız olan Adem’den önce bin kere bin yahut daha
fazla Ademler gelip geçmiştir.”
ŞEYH-İ EKBER MUHYİ’D-DİN İBN ARABİ
Bu zat, Fütuhat adlı
eserinde, Adem’den kırk bin yıl önce başka bir Adem’in yaşamış olduğunu
söylemektedir.
TOPARLAYALIM
Yukardaki alıntılarda, Müslüman düşünür ve bilginlerin,
Kur’an’da sözü geçen Adem’in ilk insan olmadığını, Adem’e gelinceye kadar
binlerce insan soyunun gelip geçtiğini söylediklerini görüyoruz.
Adem’den önceki insanlar, anasoylu bir düzende yaşıyorlardı.
Adem, insanlığı anasoylu aile düzeninden ataerkil aile düzenine geçiren ilk
insandır. Yani erkeğin üremedeki yerini anlamış, kadının alanı olan tarıma da
hayvanların evcilleştirilmesi sayesinde el atarak onu eve kapamış, Adem-Havva
söylencesini kendisine dayanak yaparak kadını emri altına almış olan ilk
kahraman-ata Adem’dir. Bu konuyu ilerde ilkel toplumların gelişmesi bölümünde
göreceğiz.
Böylece erkek, anasoylu dönemi tamamen unutturarak
insanlığın tarihini ataerkil aileyi kuran
Adem ile başlatıyor.
Ancak yukarda gördüğümüz Müslüman düşünürler, Adem’in ilk
insan olmadığını tespit etmişler, fakat o çağda bilgi düzeyleri yetmediği için,
bu olayın nedenini açıklayamamışlardı.
Bu olayların anlaşılmasından sonra, bazı metafizikçiler
artık evrimi kabul ediyorlar. “Fakat” diyorlar, “evrimin gayesi, en şerefli
varlık olan insanın meydana gelmesidir. İnsan meydana geldi ve evrim sona erdi.
Çünkü oluşacak daha mükemmel bir şey yok”. Demek ki metafizikçi, bilimlerin
ortaya koyduğu evrim olayını inkar edemiyor, fakat evrimi donduruyor. “Bundan
sonra değişiklik olmayacak” diyor
Bazı metafizikçiler ise, evrimi asla kabul etmiyor. Örneğin Harun
Yahya gibi bazı şarlatanlar , İbn Miskeveyh, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz. gibi
Müslüman düşünürlerin evrimi bulduğunu gözlerden gizleyerek, evrimi Darwin adlı
gavurun uydurması olarak niteliyor ve insanları aldatmaya devam ediyorlar.
+++
1 C - TOPLUMUN EVRİMİ
Eskiden toplumların yapısının değişmediği düşünülürdü. Çünkü Orta Çağ boyunca kurulan köleci ve feodal devletler, barbar kavimlerin
akınlarıyla yıkılıyor, ancak yerine yine köleci ve feodal başka bir devlet
kuruluyordu. Bu ise, insanların kafasında “hiçbir şey değişmiyor, hep aynı
şeyler oluyor”, “tarih tekerrürden
ibarettir” düşüncesinin oluşmasına neden oluyordu. Hikmet Kıvılcımlı’nın “tarihsel
devrimler” dediği bu yıkılma ve yeniden yapılanmalar, sanayinin
başlamasına kadar sürdü.
Sanayinin başlaması ile birlikte Avrupa’da toprak ağalığı
düzeni sona erdi, devletler artık barbar kavimlerin akınlarıyla yıkılmıyordu.
Toplumun içinde oluşan sermaye sınıfı bir devrim yaparak toprak ağalığını ve
onların temsilcisi krallıkları deviriyordu: (sosyal devrim). İnsanlar anladılar ki tarih
tekerrürden ibaret değildir, toplumların de bir evrimi vardır.
Morgan’ın Kuzey Amerika yerlileri (Kızılderililer) arasında
yaptığı çalışmalarla, Afrika ve Kuzey Asya’daki ilkel kabilelerin incelenmesi
ile, çok eskiden insanların ilkel kabile düzeninde yaşadıkları, ailenin eskiden
anasoylu olduğu gibi bir çok şey öğrenildi. Bunlardan yola çıkılarak, tarihsel
maddecilik adı altında, toplumların gelişimini tarih içinde
inceleyen bir bilim dalı ortaya çıktı. Böylece, toplumların değişmediği şeklindeki
doğa ötesi anlayışın yanlış olduğu anlaşıldı.
İBNİ HALDUN
Aslında, toplumların değişime uğradığını, sanayi devrimi
başlamadan yüzyıllarca önce İslam bilgini İbni Haldun, Mukaddime adlı eserinde ortaya
koydu. Onun için, İbni Haldun, İslam Karl Marx’ı olarak adlandırılır.
Çeviri ve Önsöz: Turan Dursun
KAYNAK YAYINLARI, Türk Devrimi'nin yayınevi
FUKUYAMA
Şimdi doğa ötesi düşünürler, toplumların evrimini kabul
etmek zorunda kalıyorlar. “Fakat” diyorlar, sanayi toplumu, yani kapitalist
toplum, evrimin son halkasıdır. Bütün bu evrim süreci, kapitalist toplumun
meydana gelmesi içindi. Fukuyama
buna tarihin
sonu diyor. Bundan daha mükemmel bir toplum sistemi olamayacağına
göre, toplum tarihi, yani evrim bitmiştir. Batı Avrupa, ABD ve Japonya’nın
sistemi en gelişmiş sistemdir. Batı uygarlığı denen bu sistem, son sistemdir.
Dünyanın geri kalan ülkeleri bu sistemle bütünleşmek için çaba göstermelidir.
Sosyalizm denen akıl dışı sisteme geçme çabaları başarısız olmuştur. Yeniden
denemekte fayda yoktur.
Görülüyor ki, metafizikçi, reddedemeyeceği şeyi, yani bugüne
kadar olmuş olan ve herkesin gördüğü evrimi kabul ediyor, fakat “buraya kadar”
diyor. Evrimin devam edeceğini kabul etmiyor.
+++
Diyalektik yöntemin ilk kuralı HAREKET ve DEĞİŞİM idi.
Dünyanın, canlıların ve toplumların evrimini bu kurala örnek
olarak verdik.
Metafizik yöntemin iddia ettiği “insanların daima bencil olduğu”,
“daima zengin ve fakirlerin olduğu”, “erkeklerin daima kadınları yönettiği”
diğer bütün “değişmezlik” örneklerinin de yanlış olduğu, her şeyin değişim
içinde olduğu anlaşıldı.
Sonuç olarak:
Bitmiş, tamamlanmış, mükemmel hiçbir şey yoktur ve var olmayacaktır.
Her şey sonsuz geçmişten sonsuz geleceğe devamlı bir hareket
ve değişim içindedir.
Diyalektiğin birinci ilkesini bu şekilde özetleyebiliriz.
+++
2 – KARŞILIKLI İLİŞKİ VE ETKİ
DİYALEKTİĞİN İKİNCİ KURALI
Doğa ötesi düşünce yönteminin ikinci kuralı TECRİT idi.
Bu kurala göre, şeyler hep ayrı ayrıdır. Aralarında bir
ilişki yoktur.
At attır, inek inektir. Aralarında hiçbir ilişki yoktur.
Bir şey ya attır, ya da at değilse başka bir şeydir, mesela
inektir.
Felsefe felsefedir, siyaset siyasettir. Filozoflar felsefe
ile uğraşır, politikacılar siyaset yapar. Bunlar ayrı ayrı şeylerdir. Felsefe
ile siyasetin arasında bir ilişki yoktur. Herkes kendi işini yapsın. Kimse
başkasının işine karışmasın. Filozof siyasete karışmasın.
Bilimsel (diyalektik) düşünce yönteminin ikinci kuralı, bunun
tam tersidir.
Yani, bilimsel yöntem, her şeyin karşılıklı olarak birbirini
etkilediğini, birbiri ile ilişki içinde olduğunu söyler.
Doğa ötesi tecrit fikri nereden çıkmıştı? İnsanlar tam bir
bilgisizlik içinde doğayı incelemeye başlamışlardı. İncelemek için nesneleri
sınıflandırdılar. Bu, bir düşünce alışkanlığı yarattı. Her nesneyi kendi
içinde, diğer nesnelerden bağımsız olarak inceleme yöntemi yerleşti.
Bilimler ilerledikçe, yavaş yavaş, nesneler arasında ortak
noktalar olduğu meydana çıktı. Örneğin at da, inek de hücrelerden yapılmıştı. O
halde ortak noktaları vardı. Hatta bitkilerin bile hücrelerden yapıldığı ortaya
çıkınca, nesnelerin arasında hiçbir ilişki olmadığı düşüncesi değişmeye
başladı.
150 sene önceye kadar bilimler ayrı ayrı inceleniyordu.
Fizik, kimya, biyoloji gibi. İnsanların bilgileri arttıkça, bu bilimler
arasında ilişkiler olduğu anlaşıldı. Fizikokimya, biyofizik, biyokimya gibi
yeni alanlar oluştu.
Eskiden doktorlar bıçak gibi çok basit aletlerle
çalışırlardı. Bir doktorun fizik, kimya, matematik bilmesi gerekmezdi.
Şimdi röntgen, tomografi gibi karmaşık fiziksel cihazlar,
tahlillerde kimyasal yöntemler kullanılmaktadır. Kimya bilgisi olmadan sentetik
ilaçlar geliştirilemezdi.
Eskiden elektrik ve manyetizma ayrı ayrı incelenirdi. Sonra,
bu iki kuvvet arasındaki ilişki anlaşıldı, elektormanyetizma bulundu. Binlerce
örnek verilebilir.
Hatta madde ve enerjinin, aynı şeyin iki farklı durumu
olduğu ortaya çıkarıldı.
Maddi bilimlerde ilişkilerin daha kolay anlaşılabilmesine
rağmen, toplumsal olaylarda bu ilişkilerin görülmesi daha zor oldu. Hala daha
siyasetin, felsefenin, edebiyatın, bilimin ayrı ayrı şeyler olduğu, aralarında
bir ilişkinin bulunmadığı kanısı yaygındır.
“Dünyalar Savaşı”
adlı bilim-kurgu romanını yazan İngiliz yazar Wells, Sovyetler Birliği’ne
giderek Sovyet yazarı Gorki’yi ziyaret etti ve ona, “siyasetle uğraşmayacak bir
edebiyatçılar birliği” kurmayı önerdi. Doğa ötesi yöntemle düşünen Wells’e
göre, edebiyat edebiyattı, siyaset ise siyasetti. Bunlar birbirine
karıştırılmamalıydı. Bilimsel yöntemle düşünen Gorki ise, biz istesek de
istemesek de edebiyat ile siyasetin birbirine bağlı olduğunu biliyordu. Wells,
yazarı toplumun ve siyasetin dışında yaşayan ve onlardan etkilenmeyen bir kişi
olarak görüyordu.
Aslında bunu görmek için kurt ile kuzu hikayesini bilmek
yeterli idi. Kurdun kuzuya saldırdığını gören bir kişi tarafsız kalırsa, nesnel
olarak kurdun tarafında demektir. Yani tarafsız olmak gibi bir seçenek aslında
yoktur.
Toplumsal yaşamda da, gücü elinde bulunduranlarla örneğin
toprak ağaları ile köylüler arasında veya fabrika sahipleri ile işçiler
arasında tarafsız kalmak demek, aslında güçlü olanın yanında yer almak ve
ezilenlere karşı olmak demektir. Burada da tarafsızlık seçeneği aslında yoktur.
Bir yazar, yazdığı
makale, hikaye, şiir, roman gibi eserlerle ya sömürücü sınıfların, ya da
ezilenlerin yanında yer alır. Siyasete karışmadığını, çiçek-böcek aşk-meşk ile
uğraştığını iddia eden bir yazar, okuyucularını gerçek olaylardan
uzaklaştırarak hayal alemine götürür, onların beyinlerini uyuşturur ve
ezildiklerini görerek sömürücülere karşı mücadele etmelerini önler. Kendisinin
bunu bilinçli veya bilinçsiz olarak yapması önemli değildir. Sonuç aynı yere
varır. Dolayısıyla, siyasetle uğraşmadığını iddia eden bir yazar, aslında
sömürücü sınıfların yanında çarpıştığının belki de farkında değildir.
“Tarafsızlık” diye bir şey aslında hiçbir yerde yoktur.
ABD’nin Irak saldırısı sırasında Saddam’ın da eskiden bazı
kötü işler yaptığını öne süren bazı kişi ve kuruluşlar, “Ne Saddam ne Sam”
(yani ne Amerika ne Saddam) diyerek sözde tarafsız olduklarını beyan ederken,
aslıda saldırganın yanında saf tutmuş olduklarını gizliyorlardı.
Aynı şekilde, Amerikancı Tayyip hükümetine karşı yapılan eylemlerde
“Ne takke ne postal” diyerek milli kuvvetlerle gayrı milli kuvvetler arasında
tarafsız olduklarını beyan edenler, aslında milli kuvvetlere karşı olduklarını
gizliyorlardı. Tayyip hükümetini “takke” olarak niteleyip ona inançlı
insanların sözcülüğü payesini veriyorlar, Amerikancılığını gizliyorlardı.
Sonuç olarak:
Her şey birbiri ile ilişki içindedir, kendisi dışındaki
şeylerden etkilenmeyen hiçbir şey olmadığı gibi, kendisi dışındaki şeyleri
etkilemeyen hiçbir şey de yoktur.
+++
3 – ZITLARIN BİRLİĞİ
DİYALEKTİĞİN ÜÇÜNCÜ KURALI
Doğa ötesi düşünce yönteminin
üçüncü kuralı, KARŞITLARIN AYNI YERDE OLMAMASI idi.
Bu kurala göre,
karşıt iki şey aynı zamanda aynı yerde var olamaz, bu bir çelişki olur.
Buna, ÇELİŞME KORKUSU
da diyebiliriz.
Bir yönetim biçimi hem demokrasi, hem diktatörlük olamaz.
Eğer o toplumda demokrasi varsa, diktatörlük yoktur. Diktatörlük varsa
demokrasi yoktur.
Bir şey aynı zamanda hem iyi, hem kötü olamaz.
Bu düşünce tarzı, yine bilgisizlikten ileri geliyordu.
Bilimler geliştikçe, zıtların aynı yerde aynı zamanda var
olduğu anlaşıldı.
Buna en basit örnek gece ve gündüzdür.
Eskiden, dünya bir tepsi gibi düz
zannedilirken, bazen gece, bazen da gündüz olduğu, gece ile gündüzün aynı anda
birlikte var olamayacağı düşüncesi çok olağandı.
Ama, dünyanın yuvarlak olduğu
anlaşılınca, aynı anda dünyanın bir tarafının gece, diğer tarafının gündüz
olduğu anlaşıldı.
Gece ve gündüz, dünya üzerinde
aynı anda var olmaktadırlar.
Demek ki iki zıt şey, aynı anda
aynı yerde bulunuyor.
Veya, ikisi birden ortadan
kalkıyor.
Örnek: Uzayda gece ve gündüz
yoktur. Eğer uzayda bir uzay gemisinin içinde yaşasa idik, bizim için ne gece
ne de gündüz diye bir kavram var olacaktı.
Demek ki iki zıt şey ancak bir arada var olabiliyorlar, veya
ikisi birden olmuyor.
Okullarda bize demokrasi örneği
olarak eski Atina şehir devletini anlatırlar.
Buna göre, Atina’da yöneticiler
herkesin katıldığı toplantılarda seçilir, ve halka hesap verirlermiş. “İşte bu
demokrasidir, Atina’da diktatörlük yoktur” diye öğretilir.
Ama Atina’da yöneticileri seçenler
HÜR insanlardır. Bir de KÖLELER vardır. Kölelerin değil yöneticileri seçme
hakkı, hiçbir hakkı yoktur. Köleler baskı altındadır, kaçmamaları için güvenlik
kuvvetlerince denetlenirler ve en ufak direnişleri şiddetle cezalandırılır.
Demek ki, Atina’da hür insanlar
arasında demokrasi vardır, ama hür insanlar köleler üzerinde diktatörlük
uygulamaktadırlar. Demek ki Atina’da demokrasi ve diktatörlük aynı anda aynı
yerde bulunmaktadır. Atina’da sadece demokrasi olduğu iddiası gerçeklerle
bağdaşmaz.
İnsanlığın ilk dönemlerinde, ilkel
toplumlarda henüz kölelik kurumu yoktu. Böyle olunca, bu toplumlarda demokrasi
de, diktatörlük de yoktur. Her kavram, zıddı ile birlikte var olur.
Hayat ve ölüm dahi aynı yerde birlikte
var olur. Yaşayan bir canlının birçok hücreleri ölür, yerine yenileri oluşur.
Demek ki bir canlının üzerinde yaşam ve ölüm aynı anda bulunmaktadır. Bir
ölünün de tırnakları ve saçları uzar, yaşam ve ölüm yine bir aradadır.
Her şey karşıtını içinde taşır. Yaşam ölüme, ölüm yaşama
dönüşür. Ölü bedenin ögeleri, başka yaşamları doğurmak üzere dönüşecektir.
Böylece, şeylerin sonsuz
olmadıklarını, bir başlangıçları ve bir sonları olduğunu görüyoruz.
Neden ölmek gerekir? Eğer yaşam
yüzde yüz yaşam olsaydı, hiçbir zaman ölüm olmazdı. Her yaşamın içinde zıddı,
yani ölüm olduğu için, bu zıtların mücadelesini ölüm kazanacaktır. Onun için,
Lokman Hekim’in sonsuz hayat iksirinin bir yararı olamaz.
Bir mıknatısta artı ve eksi
kutuplar bir arada bulunurlar. Sadece artı kutuplu bir mıknatıs veya sadece
eksi kutuplu bir mıknatıs olması mümkün değildir.
Görüyoruz ki, her şey zıtların
yani karşıtların birliğinden ibarettir.
Bilgi ve bilgisizlik bir arada
bulunur. Bir insanın bilgisi arttıkça bilgisizliği azalır. Her insanın bildiği
ve bilmediği şeyler vardır. Hiçbir şey bilmeyen bir insan olamayacağı gibi, her
şeyi bilen bir insan olması da mümkün değildir. Demek ki bir insanda bilgi ve
bilgisizlik bir arada bulunur.
İşte bu zıtların birliği, birbiri
ile çelişen iki tarafın bir arada olması, değişmeyi ve gelişmeyi ortaya
çıkarır. Çelişen iki tarafın mücadelesinden yeni bir şey ortaya çıkar.
Toplumların içindeki zıtların
mücadelesi de, toplumları ilerleten ana güçtür.
Örneğin köleci toplumda, kölelerin
insanlık dışı çalışma şartlarına dayanamayarak ölümü göze alıp isyan etmeleri,
hem üretimi aksatmakta, hem de onları denetleyen orduların masrafları
ağırlaşmaktaydı. Sonunda, daha adil bir yönetim şekli olan toprak ağalığına
geçildi. Eğer köleler bu hayvanca yaşama şartlarına isyan edip köle sahipleri
ile mücadele etmemiş olsalardı, insanlık kölecilikten kurtulamazdı. Demek ki
ilerlemenin, değişimin nedeni, şeylerin içinde olan çelişki, çelişen zıtların
mücadelesi ve sonunda o şeyin değişimidir.
Demek ki değişme, çatışmanın
çözümüdür. Zıtların mücadelesi bir
sonuca ulaşmış, o şey değişmiştir. Kölelerle köle sahiplerinin çatışması bir
sonuca ulaşmış, köleci toplum değişerek toprak ağalığı toplumu haline
gelmiştir.
Çelişme olan her yerde değişme
vardır. Demek ki, çelişme olmasa değişme de olmayacaktı.
Sonuç olarak diyebiliriz ki,
Tamamen mükemmel (kusursuz), sonsuz, değişmez, ölümsüz
hiçbir şey yoktur.
Çünkü her şey zıtların birliğinden ibarettir ve zıtların
çatışması değişime neden olur.
+++
4 – NİCELİK DEĞİŞİMLERİNİN ANİ NİTELİK DEĞİŞİMİNE YOL
AÇMASI
ya da
SIÇRAMALI
İLERLEME YASASI
veya
EVRİMİN
DEVRİME DÖNÜŞMESİ
DİYALEKTİĞİN DÖRDÜNCÜ KANUNU
Diyalektik (bilimsel) düşünce
yönteminin son kuralı, SIÇRAMALI İLERLEME YASASI dır.
Niceliksel değişmeler sonunda nitelik
değişmesi meydana gelir.
Suyu ısıtıyoruz. Isı yükseliyor.
Yani nicelik değişimi meydana geliyor. 99 dereceye kadar suda sadece nicelik
değişimi meydana gelir. Ama 100 dereceye ulaştığında su, buhar haline dönüşmeye
başlar. Demek ki, nicelik değişimi belli bir noktaya ulaşınca nitelik
değişimine yol açar. Bu nitelik değişimi ani bir değişikliktir.
Bu değişim, iç çelişkilerin
sonucudur. Su moleküllerini bir arada tutan kuvvetlerle birbirini iten
kuvvetler arasındaki mücadelede, iten kuvvetler ısının 100 dereceye varmasıyla
üstün gelir ve su buhar haline dönüşür.
Bir şeyin yapısı değişmediği halde
içinde meydana gelen değişimlere nicel değişim diyoruz.
Ama nicel değişimler birikir ve bir noktada o şeyin yapısı
değişir. Buna nitel değişim diyoruz.
Demek ki, şeylerin evrimi sonsuza kadar nicel yapıda olamaz.
Bir yerde mutlaka nitel bir değişim meydana gelir.
Bir adayın seçilebilmesi için
1,000 oy gerekiyorsa, 999 oy alsa bile o kişi hala adaydır. Ama bir oy daha
alınca, o kişi artık aday değil, seçilmiş kişi haline dönüşür.
Doğa olaylarında da, toplumsal
olaylarda da değişmeler sonsuzca sürekli değildir, belirli bir anda ani bir
değişme olur.
Toplumlar da içindeki karşıtların
mücadelesiyle zaman içinde evrime uğrar, ama öyle bir an gelir ki, bir devrim
olur ve toplumun yapısı tamamen değişir. Tarihsel maddecilik adlı bilim dalı,
işte bu konu ile uğraşır.
+++
Çok iyi
YanıtlaSil