Şafak Pavey ve Muharrem İnce'nin Meclis kürsüsünden
yaptıkları konuşmalar çok beğenildi. Ama neresinin beğenildiğini ben hiç
anlayamadım.
Birincisi, bu konuşmalar CHP Genel Merkezi'nin tutumunu
zerre kadar değiştirmedi. Geniş kitleler nezdinde CHP yönetiminin türban yandaşı
(daha doğrusu ABD + AKP + BDP - PKK cephesini destekleyen) konumunu perdelemeye
yaradı sadece. Atatürkçülerin CHP Genel Merkezi'ne tepki vermelerini frenledi.
Millet hayran hayran "Pavey ile İnce ne de güzel konuştular" diye bakarken CHP,
türban ittifakı ile kol kola girerek türbanı Meclis'e soktu. Bu iki konuşma,
ihaneti perdeleme görevi gördü.
İkincisi, güzel ve etkili konuşmak başka şey, Atatürk ilke
ve devrimlerini savunmak başka bir şeydir. Pavey ve İnce güzel konuştular, ama
Cumhuriyet Devrimi'ni savunmadılar.
Şafak Pavey'in konuşmasının tam metni:
Muharrem İnce'nin konuşması dahil tüm konuşmaların tam
metni:
Metinleri yazının bitiminde ayrıca veriyorum.
Aydınlık, 5 Kasım 2013
Pavey ve İnce "Bu yaptığınız suçtur, Anayasa'ya aykırıdır.
Bunun hesabını Yüce Divan'da verirsiniz" demişler mi? Hayır.
"Bu yaptığınız laikliğe aykırıdır. Ettiğiniz
Milletvekilliği yeminine aykırıdır" demişler mi? Hayır.
"Anayasa Mahkemesi kararı var. Bu konuda içtihat var. "Biz
aramızda mutabık kaldık" diyerek Anayasa Mahkemesi İçtihadı'nı yok sayamazsınız.
Hatta, yönetmelik çıkararak da içtihadı ortadan kaldıramazsınız." demişler mi?
Hayır.
"Bu Anayasa kaldıkça içtihat değişemez. Laikliği kaldıran
veya sulandıran bir Yeni Anayasa çıkarırsınız, buna göre Anayasa Mahkemesi yeni
bir karar verir, eski içtihat ancak o zaman ortadan kalkar. O zamana kadar
türban Meclis'e giremez. Türbanın girdiği Meclis Atatürk'ün Meclisi, Cumhuriyet
Meclisi olamaz, olsa olsa Ortaçağ Meclisi olur." demişler mi?
Hayır.
Muharrem İnce, "...mağdur edebiyatı yapılmasına izin
vermeyeceğiz" diyerek türbanın Meclis'e girmesini onaylamıştır. "Benim de bacım
kapalı" diyerek de bir tek oy bile alamaz. Türbanlının kendisi varken bacısı
türbanlıya oy vermez kimse. "Peki, dinin emriyse.... şu emrini de bu emrini de
yapacak mısınız" diye saymak, türbanın din emri olduğunu kabul etmektir.
"Kur'an'da saç saklama emri yok, bu sizin uydurmanız" bile
diyememiştir.
Şafak Pavey, pantolon mağduriyetini anlatarak
türban-pantolon takası yapmıştır. Anayasa ile çelişen türbanı Anayasa ile
çelişmeyen pantolon ile kıyaslamak türbana çanak tutmaktır. En önemlisi, Pavey,
"Türbanlı kadın vekillerden beklentim büyük" deyip arkasından da türbanlı
Milletvekillerinden beklentilerini bir bir sayarak türbanın Meclis'e girmesini
onaylamış olmaktadır. Elbette ülkemde sekülarizmin geleceği ile ilgili muazzam
endişelerim var. Ama
kaygım türbanla, kırmızı ruj arasına sıkıştırılmış semboller
değildir.
"
diyerek de türbandan bir kaygısı olmadığını ilan etmiştir.
diyerek de türbandan bir kaygısı olmadığını ilan etmiştir.
Bu konuşmayı yere göğe
sığdıramayanlar bunlara dikkat etmediler, çünkü hamasi edebiyat gerçekleri daima
perdeler.
Şimdi, ilk günkü heyecanınızı bir kenara bırakarak, her
iki konuşmayı da tarafsız olarak tekrar okumanızı rica ediyorum.
Tam metinleri aşağıda veriyorum.
Fotoğrafı büyütmek için üzerine tıklayınız
***********
Muharrem İnce’nin konuşmasının tam
metni
Öncelikle 'türban yüzde 1.5'un sorunudur' diyen Şahin'e, sadece üniversite öğrencilerini düşünüyoruz diyen sayın başbakana, kız çocuklarımı türban yüzünden Türkiye'de okutamadım deyip erkek çocuklarını da Amerika'da okutan sayın başbakana, 'bir hrıstiyan haç takarsa , bir musevi takke takarsa, bir müslüman başörtüsü takarsa tarafsız davranamayabilir' diyen sayın Arınç'a saygılarımı sunarak başlıyorum.
Bugün
tartıştığımız özgürlük tartışması değildir, bu tartışma bir zalimin yeni bir
mağduriyet yaratmasıdır. Benim başörtülü bacıma Beşiktaş meydanında saldırdılar
deyip kameralardan bu görüntüleri bilemeyenlerin anlattığıdır bunlar.
AÇLARI DOYURMAK DİNİN EMRİ DEĞİL
Mİ?
Şimdi de dinin emridir diyor sayın başbakan.
Peki dinin emriyse, sadece dinin bir tane mi emri var? Yetimin hakkını yememek,
ihalelere fesat karıştırmamak, milletin içine nifak sokmamak, açları doyurmak
dinin emri değil mi?
ÖRTÜNEN KARDEŞLERE MİRAS
SORUSU
Şimdi soruyorum, miras konusunda da bu emri
yerine getirecek misiniz? Kız çocuklarına bir pay erkek çocuklarına iki pay
verecek misiniz? Örtünen kardeşlerime sesleniyorum. Babanızın mirasından bir
pay, erkek kardeşinize iki pay verecek misiniz?
ERDOĞAN KARŞISINDA
RESETLENEBİLİRSİNİZ
Bir sayın milletvekili resetlendiğini
söylüyor, İslam anlayışını bu kada dejenere eden bir açıklamadır bu. Kişi Allah
karşısında resetlendiğine karar veremez. Ancak tövbe eder, af diler. Siz Allah
karşısında resetlendiğinizde karar veremezsiniz. Ama Erdoğan karşısında
resetlenmiş olabilirsiniz.
SAVUNMADINIZ
İçinizden bir arkadaşınız kürsüye gelip
konuşmadı. AVM'lerde asgari ücretle çalışan kadınları, bir kez olsun o arkadaşım
kürsüden savunmadı. Kırmızılı kadın diye tanıdığımız kadını bir kez olsun
savunmadı. Kıyafeti nedeniyle işten atılan kadın sunucuyu hiçbir vekili
burayagelp savunmadı.
"İKTİDAR
İÇİN PAPAZ ELBİSESİ GİYERİM" SÖZÜ
Seçim yaklaşırken sizin üzerinizden siyaset
yapılmasına mağdur edebiyatı yapılmasına izin
vermeyeceğiz. O arkadaşlara şunu soruyorum. "İktidar olmak için
papaz elbisesi bile giyerim" diyene ya olduğun gibi görün ya da göründüğü gibi
ol diyebilecek misiniz? Bunu merak ediyorum.
ABD ASKERLERİ İÇİN DUA
ETTİNİZ
Şans topunu kim buldu. Irak'ta müslümanlar
öldürülürken siz ABD askerlerinin sağ salim dönmesi için dua eden siz değil
miydiniz? Siz akara akar getirmediği gerekçesiyle camileri hazineye satıp AKP'li
belediyelerin borcunu ödeyen siz değil misiniz?
KIZKARDEŞİMİN BAŞI KAPALI
Başörtülülür de bizim bacımız başörtüsüzler de
bizim bacımız. Benim bir tane bacım var o da
kapalı. Dört arkadaşınız resetlenmiş ya. Benim kızkardeşim 12
yaşından beri resetlenmiş. Başörtülü bacım dediğim zaman benim ağzıma yakışır.
Ama ben siyaset için kullanmam. Oy için kullanmam, rant için kullanmam. Size de
kullandırmayacağız, bunun böyle bilinmesini istiyorum.
***********
Şafak Pavey’in konuşmasının tam
metni şöyle:
“Size bu konuşmayı; her şeyin yasak olduğu genel kurulda yapıyorum... Ortalama yaşın 50 olduğu bir mecliste su içmenin dahi yasak olduğu bir genel kurulda çalışıyoruz. Yaşlı haklarının, hasta haklarının bile düşünülmediği bir genel kuruldan söz ediyorum.
Turist olarak bile gitmediğiniz coğrafyalarda, Afganistan’da, Yemen’de, İran’da, yıllarca türban kullanmaya mecbur edilmiş biri olarak yapıyorum. Mecliste pantolon giymesi, bir erkek vekil tarafından engellenmiş, bir kadın vekil olarak yapıyorum. Olmayan bacağı, erkekler tarafından siyaset sohbetine dönüştürülen biri olarak yapıyorum. Ve artık AKP ’nin başı açık vitrin vekillerinin; emanet oyları, gerçek sahibelerine geri verme zamanının gelip çattığını düşünüyorum. AKP’yi iktidara taşımış asıl kadınlarının meclis koltuklarını almalarının hakları olduğuna inanıyorum.
Elbette ülkemde sekülarizmin geleceği ile ilgili muazzam endişelerim var. Ama kaygım türbanla, kırmızı ruj arasına sıkıştırılmış semboller değildir.
Demokrasi paketinde aynı ideolojiyi paylaşan erkek polis doğal karşılanırken; türbanlı kadın polise yasak gelmesine çok şaşırmıştım. Daha vahim bir cinsiyet ayrımcılığı olabilir mi? Ben polisin başındaki türbandan değil, bana vaat ettiği şiddet geleceğinden korkarım.
Mecliste, cemevi açmak için Diyanet’ten fetva isteyen anlayıştan korkuyorum. Yani bir inancın ibadet hakkını diğer inancın iznine bağlayan anlayıştan korkuyorum. Hukukun karşısına dini koyan anlayıştan korkuyorum.
Kadın özgürlüklerinden asla korkmam. Söylemek isterim ki; Özgür bir hayat çok yavaş kurulur ama çok hızlı yıkılır.
Tam da bu nedenle, çiçekli başörtüsü ve daracık pantolonuyla, Çamlıca parkının kuytularında, sevgilisiyle öpüşen genç kıza, özgürlüğünü Mustafa Kemal’e borçlu olduğunu hatırlatmak istiyorum.
Türbanla özgürlük ilişkisi bıçak sırtı gibidir. Bir yandan inanç özgürlüğünü temsil eder, öte yandan inanç baskısını. Birçok kadın inanarak örtünürken, birçok kız kendilerini kontrol eden aile güçleri tarafından zorla kapatılırlar.
Clinton, 2007 de ‘Kadın değişirse, gelecekte değişir’ demişti. Hatta Emine Erdoğan o kadar beğenmiş olmalı ki; geçenlerde konuşmasında kullandı. Sosyal özgürlük alanlarımız, geleceğimizden çalınarak, birer birer imha ediliyor. Beş yaşında örtülen, on beş yaşında evlendirilen kızlarımıza bakalım. Geleceğimiz gerçekten kadınlarımızın hali üstünden, berbat bir şekilde değişiyor. Biz kültür olarak hiç önemsemeyiz ama her özgürlük aynı zamanda büyük bir sorumluluktur...
Türbanlı kadın vekillerden beklentim büyük; Mesela, ülkemin neden, kadın hakları konusunda dünyanın yüz yirmincisi olduğunu anlatmalarını bekliyorum. Neden, 57 İslam ülkesindeki toplam kadın hakları ortalamasının, tek başına Birleşmiş Milletlerde bile yer alamayan Tayvan seviyesine erişemediğini açıklamalarını bekliyorum. Bundan böyle; mini etek giydiği için işten atılan, sol kulağı küpeli olduğu için dövülen, dekoltesi bakanın hoşuna gitmediği için linç edilen, oruç tutmadığı için öldürülen, Hıristiyan olduğunu gizlemek için isimlerini değiştirenlerin güvenlikleri, herkesten çok bu kadın vekillere emanettir. Artık, türbanı bir insan hakları ihlalinden, bir insan hakları kazanımına dönüştürmek, onların sorumluluğudur. İnanç özgürlüğünün en büyük güvencesi, geleceğimizi dini rehberlikle kontrol etmek değil, kusursuz bir sekülerizmdir. Ne demek istediğimi, seküler Norveç’te doğup, ülkemde vekil olanlar anlayacaktır. Umarım ortak geleceğimize inanıyorlarsa hukuk ve sekülerizmin neden elzem olduğunu taraftarlarına anlatırlar. Lütfen hatırlayın, Ortadoğu da bizim seküler toplumumuz tek taş pırlanta gibi ışıldıyordu…
Oldukça merak etiğim bir ayrıntı var. İnanç gösteri için kullanılabilir mi? Büyük bir ruh temizliğinden doğan muhteşem bir tevazu ile yaşanması emredilmiyor mu? Buraya gelmeden önce, türbanlı vekillerimizin konuşmalarını taradım. Başkalarının özgürlüklerine dair tek bir kelime kullandıklarına rastlayamadım. Kendi inanç özgürlüklerine gösterdikleri hassasiyeti, Ruhban Okulu, azınlık okulları, cemevleri, bir inanç biçimin mundar olarak ilan edilmesi gibi sorunlu inanç alanlarında göremedim.
Mesela bilimin özgürlüğünü kelepçeleyen YÖK hakkındaki fikirlerini de bilmiyorum.
Ama şu hakareti bütün haberlerde duydum: “Başımı açarak, bir daha kirlenmeyeceğim.” Bu durumda başı açık olanlar kirlenmişler midir? İnanç üstünden öbürünü kirli ilan edebilmek kimin haddi olabilir?
Görülüyor ki bir arada yaşama efsanemiz çökmüş... Kibirden küfelik olmuşsanız, size benzemeyenin çığlığını nasıl duyacaksınız? Bir taraf, bir arada yaşamanın yolunu ararken; öbürü sindirmek, dönüştürmek, özgürlüklerini birer birer yok etmek istiyorsa; bizi yok ettiğinizde; gelecek olimpiyat tanıtımına kimi koyacaksınız? Biz Sivas’ta yakılan, Gezi de vurulan, evlerine işaret konulan, hayat tarzından ötürü cezalandırılanlarız. Ama her nasılsa kronik mağdur sizsiniz…
Azınlığın çoğunluğu ezmesi sürdürülemez. Ama çoğunluğun azınlığı ezmesi sürdürülebilirdir.
Gerçekten bu ülkeyi korkunç bir akıbete sürüklemekten kaçınmaya niyetliyseniz; adaletle öç almak arasındaki farkı en kısa zamanda öğrenmelisiniz.
Türkiye Cumhuriyetinin gelmiş geçmiş en otoriter hükümeti nasıl oldu da, birkaç dakikasını almayacak olan iç tüzük değişikliğini yapmadı. Acaba planladığı gösterinin kavgaya dönüşmesini hayal ederek kazanacağı politik kar mı cazip geldi? Bunu bilemiyorum ama bir kanun yapıcı olarak ben iç tüzük değişmeden asla pantolon giymeyeceğim. Bizden çatışma bekleyenler için altını çiziyorum: Biz çatışmıyoruz, var olmak için direniyoruz.
Tarihe dönüp bakarsanız hepimizi neyin beklediğini göreceksiniz. Kendi yarattığınız radikal canavarın sizi de teslim almasını; sadece bizim var olma mücadelemiz önleyebilir. Bundan sonrasını arif olanlara bırakıyorum…”
“Size bu konuşmayı; her şeyin yasak olduğu genel kurulda yapıyorum... Ortalama yaşın 50 olduğu bir mecliste su içmenin dahi yasak olduğu bir genel kurulda çalışıyoruz. Yaşlı haklarının, hasta haklarının bile düşünülmediği bir genel kuruldan söz ediyorum.
Turist olarak bile gitmediğiniz coğrafyalarda, Afganistan’da, Yemen’de, İran’da, yıllarca türban kullanmaya mecbur edilmiş biri olarak yapıyorum. Mecliste pantolon giymesi, bir erkek vekil tarafından engellenmiş, bir kadın vekil olarak yapıyorum. Olmayan bacağı, erkekler tarafından siyaset sohbetine dönüştürülen biri olarak yapıyorum. Ve artık AKP ’nin başı açık vitrin vekillerinin; emanet oyları, gerçek sahibelerine geri verme zamanının gelip çattığını düşünüyorum. AKP’yi iktidara taşımış asıl kadınlarının meclis koltuklarını almalarının hakları olduğuna inanıyorum.
Elbette ülkemde sekülarizmin geleceği ile ilgili muazzam endişelerim var. Ama kaygım türbanla, kırmızı ruj arasına sıkıştırılmış semboller değildir.
Demokrasi paketinde aynı ideolojiyi paylaşan erkek polis doğal karşılanırken; türbanlı kadın polise yasak gelmesine çok şaşırmıştım. Daha vahim bir cinsiyet ayrımcılığı olabilir mi? Ben polisin başındaki türbandan değil, bana vaat ettiği şiddet geleceğinden korkarım.
Mecliste, cemevi açmak için Diyanet’ten fetva isteyen anlayıştan korkuyorum. Yani bir inancın ibadet hakkını diğer inancın iznine bağlayan anlayıştan korkuyorum. Hukukun karşısına dini koyan anlayıştan korkuyorum.
Kadın özgürlüklerinden asla korkmam. Söylemek isterim ki; Özgür bir hayat çok yavaş kurulur ama çok hızlı yıkılır.
Tam da bu nedenle, çiçekli başörtüsü ve daracık pantolonuyla, Çamlıca parkının kuytularında, sevgilisiyle öpüşen genç kıza, özgürlüğünü Mustafa Kemal’e borçlu olduğunu hatırlatmak istiyorum.
Türbanla özgürlük ilişkisi bıçak sırtı gibidir. Bir yandan inanç özgürlüğünü temsil eder, öte yandan inanç baskısını. Birçok kadın inanarak örtünürken, birçok kız kendilerini kontrol eden aile güçleri tarafından zorla kapatılırlar.
Clinton, 2007 de ‘Kadın değişirse, gelecekte değişir’ demişti. Hatta Emine Erdoğan o kadar beğenmiş olmalı ki; geçenlerde konuşmasında kullandı. Sosyal özgürlük alanlarımız, geleceğimizden çalınarak, birer birer imha ediliyor. Beş yaşında örtülen, on beş yaşında evlendirilen kızlarımıza bakalım. Geleceğimiz gerçekten kadınlarımızın hali üstünden, berbat bir şekilde değişiyor. Biz kültür olarak hiç önemsemeyiz ama her özgürlük aynı zamanda büyük bir sorumluluktur...
Türbanlı kadın vekillerden beklentim büyük; Mesela, ülkemin neden, kadın hakları konusunda dünyanın yüz yirmincisi olduğunu anlatmalarını bekliyorum. Neden, 57 İslam ülkesindeki toplam kadın hakları ortalamasının, tek başına Birleşmiş Milletlerde bile yer alamayan Tayvan seviyesine erişemediğini açıklamalarını bekliyorum. Bundan böyle; mini etek giydiği için işten atılan, sol kulağı küpeli olduğu için dövülen, dekoltesi bakanın hoşuna gitmediği için linç edilen, oruç tutmadığı için öldürülen, Hıristiyan olduğunu gizlemek için isimlerini değiştirenlerin güvenlikleri, herkesten çok bu kadın vekillere emanettir. Artık, türbanı bir insan hakları ihlalinden, bir insan hakları kazanımına dönüştürmek, onların sorumluluğudur. İnanç özgürlüğünün en büyük güvencesi, geleceğimizi dini rehberlikle kontrol etmek değil, kusursuz bir sekülerizmdir. Ne demek istediğimi, seküler Norveç’te doğup, ülkemde vekil olanlar anlayacaktır. Umarım ortak geleceğimize inanıyorlarsa hukuk ve sekülerizmin neden elzem olduğunu taraftarlarına anlatırlar. Lütfen hatırlayın, Ortadoğu da bizim seküler toplumumuz tek taş pırlanta gibi ışıldıyordu…
Oldukça merak etiğim bir ayrıntı var. İnanç gösteri için kullanılabilir mi? Büyük bir ruh temizliğinden doğan muhteşem bir tevazu ile yaşanması emredilmiyor mu? Buraya gelmeden önce, türbanlı vekillerimizin konuşmalarını taradım. Başkalarının özgürlüklerine dair tek bir kelime kullandıklarına rastlayamadım. Kendi inanç özgürlüklerine gösterdikleri hassasiyeti, Ruhban Okulu, azınlık okulları, cemevleri, bir inanç biçimin mundar olarak ilan edilmesi gibi sorunlu inanç alanlarında göremedim.
Mesela bilimin özgürlüğünü kelepçeleyen YÖK hakkındaki fikirlerini de bilmiyorum.
Ama şu hakareti bütün haberlerde duydum: “Başımı açarak, bir daha kirlenmeyeceğim.” Bu durumda başı açık olanlar kirlenmişler midir? İnanç üstünden öbürünü kirli ilan edebilmek kimin haddi olabilir?
Görülüyor ki bir arada yaşama efsanemiz çökmüş... Kibirden küfelik olmuşsanız, size benzemeyenin çığlığını nasıl duyacaksınız? Bir taraf, bir arada yaşamanın yolunu ararken; öbürü sindirmek, dönüştürmek, özgürlüklerini birer birer yok etmek istiyorsa; bizi yok ettiğinizde; gelecek olimpiyat tanıtımına kimi koyacaksınız? Biz Sivas’ta yakılan, Gezi de vurulan, evlerine işaret konulan, hayat tarzından ötürü cezalandırılanlarız. Ama her nasılsa kronik mağdur sizsiniz…
Azınlığın çoğunluğu ezmesi sürdürülemez. Ama çoğunluğun azınlığı ezmesi sürdürülebilirdir.
Gerçekten bu ülkeyi korkunç bir akıbete sürüklemekten kaçınmaya niyetliyseniz; adaletle öç almak arasındaki farkı en kısa zamanda öğrenmelisiniz.
Türkiye Cumhuriyetinin gelmiş geçmiş en otoriter hükümeti nasıl oldu da, birkaç dakikasını almayacak olan iç tüzük değişikliğini yapmadı. Acaba planladığı gösterinin kavgaya dönüşmesini hayal ederek kazanacağı politik kar mı cazip geldi? Bunu bilemiyorum ama bir kanun yapıcı olarak ben iç tüzük değişmeden asla pantolon giymeyeceğim. Bizden çatışma bekleyenler için altını çiziyorum: Biz çatışmıyoruz, var olmak için direniyoruz.
Tarihe dönüp bakarsanız hepimizi neyin beklediğini göreceksiniz. Kendi yarattığınız radikal canavarın sizi de teslim almasını; sadece bizim var olma mücadelemiz önleyebilir. Bundan sonrasını arif olanlara bırakıyorum…”
***********
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder