El- Kaide, Türkiye'ye üçüncü kez saldırdı.
İlk saldırı
2003 yılında İstanbul'da yapıldı. Sinagog, banka ve İngiliz Elçiliği
saldırılarında 70'den fazla insan öldü. El Kaide, Türkiye'de ne kadar güçlü
olduğunu göstermek istemişti.
İkinci saldırı
bu sene Reyhanlı'ya yapıldı. Teröristlerin uygunsuz davranışlarına karşı çıkan
Reyhanlı halkına gözdağı verme amaçlı idi.
Üçüncü saldırı
Somali'deki Türk Büyükelçiliği'ne yapıldı. Bir polisimiz şehit oldu, 4 polisimiz
yaralandı. Bu saldırının biri açıklanan, biri açıklanmayan 2 nedeni
var.
Saldırıyı üstlenen El-Kaide'ye bağlı El-Şebap örgütü,
twitter adresinden, Türkiye'yi "Mürtet rejime destek veren ve şeriat düzenini
yok etmeye çalışan ülkelerden biri" olmakla suçladı.
Bilindiği gibi, sosyalist ve bağımsızlıkçı eğilimli Siad
Barre Hükümeti'ni 1991 yılında iç savaş çıkararak deviren ABD destekli
demokratik (!) darbeci yeni hükümete destek için sözde BM Barış Gücü Somali'yi
bir nevi işgal etmiş, Türkiye de 1993 - 94 yıllarında Barış Gücü'nün
komutanlığını yapmıştı. El-Kaide, sosyalist eğilimli hükümetin yıkılarak ABD
işbirlikçisi rejimin kurulmasını yeterli bulmuyor, kendi istediği şeriat
rejimini uygulayabilmek için iktidara gelmek istiyor. Başına ikinci bir Taliban
belası almak istemeyen ABD ise, sosyalist hükümete karşı iç savaşta birlikte
çalıştığı El-Kaide'yi hükümet mevzilerinden uzak tutmak istiyor. ABD'yi ikaz
etmek isteyen El-Kaide, uyarı saldırısını ABD'nin taşeronu olarak gördüğü
Türkiye'ye yapıyor. Çünkü AKP Hükümeti, Amerikancı Somali hükümeti'ne karşı
savaşan El-Kaide'ye yardım yapmıyor, daha doğrusu yapamıyor, ABD'nin Büyük
Ortadoğu Projesi Eşbaşkanı olarak, ABD çıkarları aleyhine davranması mümkün
değil. Saldırının açıklanan nedeni bu.
Açıklanmayan neden ise, Rojava (Kuzey Suriye, yani Batı
Kürdistan) ile ilgili.
El- Kaide'ye bağlı El-Nusra örgütü ile PKK'nın Suriye kolu
PYD arasında Kuzey Suriye'nin kontrolü konusundaki anlaşmazlık nedeni ile
çatışma patlak verdi.
Öcalan, MİT aracılığı ile PYD'ye gönderdiği mektupta,
Rojava'da özerklik ilan edilmesini istiyordu. İç savaş nedeni ile Suriye
Ordusu'nun güneye çekilmek zorunda kalması sonucunda Kuzey Suriye'de otorite
boşluğu meydana gelmişti. Burada bir Kürt özerk bölgesinin kurulması ABD'nin ve
PKK'nin birinci önceliği haline gelmişti. Irak'ın kuzeyinde kurulmuş olan
Barzani devletçiği, Kuzey Suriye üzerinden Akdeniz'e ulaşacaktı. Bunun için PKK
Türkiye'deki teröre bir ara vermeli, kuvvetlerini Suriye'ye göndermeli idi. Bu
amaçla AKP Hükümeti ile PKK arasında sözde "Türkiye'den çekilme" anlaşması
yapıldı. Türkiye'deki Suriye kökenli PKK'lilerin sorunsuz bir şekilde Kuzey
Suriye'ye kaydırılması bu suretle gerçekleşti. Tayyip Bey: "Suriye'li
PKK'lıların bir kısmı Türkiye'den çekildi. Suriye'deki olaylar sebebiyle
PKK'lıların çekildiğini biliyoruz." diyerek müjdeyi verdi. Bakınız: http://www.haber7.com/dis-politika/haber/1012566-erdogan-suriyeli-pkklilarin-bir-kismi-turkiyeden-cekildi .
El- Kaide, kendisine karşı konumlanan ayrılıkçı Kürt
güçlerine yapılan bu desteği hiç hoş karşılamadı. Tayyip Bey'in kendilerine
Türkiye'nin kapılarını açmış olduğunu, onun sayesinde Suriye'de kafa kesip kalp
ve ciğer yiyerek insanları canlı canlı yüksek binalardan aşağı atabildiklerini,
kaçakçılık ve soygunculuk yapabildiklerini, Türkiye'de serbestçe bomba
imalathaneleri kurup silahlarıyla etrafta dolaşabildiklerini, yerli halka baskı
uygulayabildiklerini unutup bir anda Tayyip Bey'e gizli gizli diş bilemeye
başlamışlardı.
El-Kaide'yi kızdıran başka bir olgu daha vardı: ABD - AKP
cephesi yani BOP Başkanlığı ve Eşbaşkanlığı, muhalefetin istediği ağır ve son
model (sofistike) silahları da vermiyordu.
Stephen Larrabee - Şafak
Terzi
Aydınlık'tan Şafak Terzi'ni sorularını yanıtlayan CFR
Üyesi ve CIA'nın kıdemli analisti, 2013 Mayıs ayında Obama'nın Tayyip Bey
onuruna Beyaz Saray'da vermiş olduğu çalışma yemeğine de katılmış olan Stephen
Larrabee, konuyu şöyle anlatıyor:
"Suriye konusunu etkileyen mesele, ABD yönetiminin
gönderilecek silahlarla ilgili korkularıdır. ABD, isyancılara daha fazla
sofistike silah gönderirse, El-Kaide benzeri örgütlerin eline geçmesinden ve
sonuçta ABD'ye karşı kullanılmasından çekiniyor."
(Aydınlık, 27 - 28 Temmuz 2013)
Salih Müslim
PKK'nin Kuzey Suriye'de özerk bölge kurması işinde eşgüdüm
sağlamak için AKP Hükümeti'nin çağrısı ile Türkiye'ye gelen PYD Eşbaşkanı Salih
Müslim, bu konuda şunları söyledi:
"Türkiye, Suriye'deki Kürtlerin çatıştıkları El-Nusra'ya
yardım iddialarını kabul etmedi."
Rafet Ballı, 30 Temmuz 2013 günlü Aydınlık'taki yazısında,
olayı şöyle özetledi:
"Suriye'de, hemen sınırımızın bir adım ötesinde iki örgüt
birbiriyle savaşıyor: PKK'nin Suriye kolu PYD ile El-Kaide'nin Suriye kolu
El-Nusra Cephesi.
Türkiye önce El-Nusra'yı destekledi. ABD araya girince
PYD'ye çevirdi desteğini. PYD lileri Salih Müslim'i Türkiye'ye davet etti
resmen. Suriye'nin kuzeyinde PKK hükümeti kurulmasını bile kabul etti
AKP.
Sonuç:
El-Kaide, Reyhanlı'dan sonra Türkiye'yi Somali üzerinden
uyardı. Yeni Reyhanlılar, yeni Mogadişular gündemde. Bütün belirtiler öyle
gösteriyor."
ABD'nin Rojava
sendromları
++++++++++++++++++++++++
Bilindiği gibi, ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'nin en
büyük amacı Büyük Kürdistan kurmak. Bu amaçla Türkiye, İran, Irak ve Suriye'den
parça koparmak.
Ancak, şu anda güncel olan Suriye'den parça
koparma olayında 2 zorluk var. 2 sendrom. Biri Maliki Sendromu, diğeri Taliban
Sendromu.
Maliki
Sendromu
++++++++++++++
Irak'a yapılan saldırının görünür amacı Saddam'ı devirip
demokrasi getirmekti. Ama esas amaç, Irak'ı parçalayıp kuzeyinde bir Kürt
devleti kurmaktı. Görünürde ABD bu amacına ulaştı. Barzani kuzeyde bir devlet
için gerekli alt yapıyı kurdu.
Gelgelelim, ABD, Irak'ın başına Irak'ın bölünmesini,
Barzanistan'ın bağımsızlık ilan etmesini kabul edecek demokratik (!) bir hükümet
getiremedi. Maliki Hükümeti, "Irak'ı böldürmem" diye tutturdu ve Maliki, ABD'nin
başına bela oldu bu yüzden.
ABD, aynı şeyin Suriye'de başına gelmesinden korkuyor. Ya
Esad devrilir de, yerine geçecek olan ÖSO Hükümeti, Allah korusun, Maliki
misali, "Suriye'yi böldürmem" diye tutturursa? İşte bu Maliki Sendromu yüzünden,
ABD, Esad'ın devrilmesi için gereken ağır ve sofistike silahları muhalefete
vermekten kaçınıyor. Irak tipi bir müdahaleden de bu yüzden uzak durdu. İran,
Rusya, Çin ve diğer ülkelerden gelen baskılar esas olarak müdahaleye engel oldu
ise de, ABD bu baskıları bir bahane olarak kullandı. Doğrudan müdahale yerine
muhalefeti desteklemeye devam etti.
Ancak, ABD'nin muhalefete yaptığı silah yardımı
muhalefetin Esad'ı yıkmasına yetecek kalite ve miktarda olmadı. Çünkü, Esad ve
muhalefet arasındaki savaşın mümkün olduğu kadar uzun sürmesi ve her iki tarafın
da aşırı derecede yıpranması gerekiyordu.
Bu sayede, PKK'nın Kuzey Suriye'ye iyice yerleşmesi ve bir
devlet kurmak için gereken yapıları adım adım kurabilmesi mümkün olacak ve gerek
Esad, gerekse muhalefet Rojava'da kurulan PKK devletine müdahale edemeyecek
kadar yıpranmış, güçten düşmüş olacaklardı.
ABD, Maliki Sendromu'nu bu şekilde aşmayı planlıyordu:
Esad ve muhalefet birbirini yer ve güçten düşerken PKK devleti kurulacak,
Barzani devleti de bu PKK devleti (diğer adıyla Kürt Koridoru) sayesinde
Akdeniz'e açılabilecekti.
Taliban
Sendromu
++++++++++++++++
ABD'nin muhalefete sofistike silah vermekteki
isteksizliğinin bir nedeni de, Taliban Sendromu. Afganistan'da Sovyet işgaline
karşı savaşta desteklediği Taliban, hiç umulmadık bir zamanda ABD'ye karşı tavır
almıştı. ABD, yarattığı canavarın saldırısına uğrayan Doktor Frankenştayn'ın
kaderini paylaşıyordu. NATO ile birlikte Afganistan'a saldıran ABD, yıllardır
Taliban'ı yenememiş, milyarlarca dolar çöpe gitmişti. El-Kaide de ABD'nin
yarattığı bir canavardı. El-Kaide her ne kadar bugüne kadar ABD ile uyumlu
çalışmış olsa da (Pakistan, Libya, Yemen gibi) serseri mayın gibiydi. Her an
herhangi bir ülkede ikinci bir Taliban haline gelip başa bela olabilirdi.
Ve, işte korktuğu başına gelmişti. Suriye'de El-Nusra,
PKK'ya karşı tavır almıştı. Al başına bela ki ne bela. El-Nusra Büyük Ortadoğu
Projesi'ne taş koymaya başlamıştı. Tayyip Bey bu yüzden şeriatçı kardeşlerine
değil, BOP Eşbaşkanı olması dolayısıyla zorunlu olarak PKK'ye yardımcı olmak
konumuna girmişti. Ve canavar, bu yüzden ülkemizi ısırmaya
başlamıştı.
***********