13 Ekim 2011 Perşembe

Hakim Albay Üçok'un mahkemede yaptığı konuşma

+++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi,   11 Eylül 2011
İki iddianame kapsamı birleştirilerek bakılan 134’ü tutuklu 224 sanıklı “Balyoz Planı” davasının 47. duruşması.
“Beşiktaş Mahkemeleri federal mahkemeler midir? 
Asıl olan suçun işlendiği yerdir.
         Beşiktaş Adliyesi’ndeki ağır ceza mahkemeleri bu kuralı çiğnemiştir.
Beşiktaş Adliyesi’nde görev yapan hakim ve savcılar, kendilerini,
Türkiye’deki bütün mahkemelerden, hatta Yargıtay’dan bile üstün görmektedirler.

2008 yılında, Kara Kuvvetleri'ndeki Karargah Evleri yapılanması içerisinde bulundukları iddiası ile
Beşiktaş Adliyesi Savcıları tarafından beş Teğmen ve Harp Okulu öğrencileri tutuklandı.  
Beş Teğmenin tutuklanması ile başlayan bu süreçte,
        Hava Kuvvetleri içerisinde var olduğu iddia edilen 
               Karargah Evleri soruşturmasını yürüten savcıydım. 
Beş Teğmen ile ilgili soruşturmanın da hukuki irtibat bulunması nedeniyle
       Askeri Savcılık olarak bana verilmesi için 
                     Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşavirliği’ne gittim.  

Ancak,
--bu beş teğmenin tutuklanmasının Türk Silahlı Kuvvetleri’ni test etmek amaçlı olduğunu,
--bu soruşturmaların Askeri Yargı'nın görevine girdiğini,
--bu soruşturmaları görevsiz olan Beşiktaş Adliyesi’ne bıraktığımız takdirde tutuklamaların artarak devam edeceğini
beyan etmeme karşın, hukuki delillerle desteklenen bu ikazlarım,
   Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt tarafından dikkate alınmamıştır.

 
Bana:  "Biz bu işe karışmayacağız" denilerek,
   soruşturmanın Beşiktaş Savcıları'nca sürdürüleceği bildirilip, 
                                                                soruşturma emri verilmemiştir.
Bu olayın akabinde, Beşiktaş Adliyesi’nde görevli Savcılar, yavaş yavaş,
soruşturma kapsamına aldıkları askeri şahısların rütbelerini yükseltmeye başlamışlardır.  

Daha sonra, Ağustos 2008 itibarıyla göreve gelen İlker Başbuğ da aynı tutumu devam ettirmiştir.
Askeri yargıyı ısrarla soruşturmaların dışında tutmuştur.
Sayın Başbuğ’un dönemi, kanaatimce, Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinde, personelinin en acımasız hukuksuzluklara, aşağılanmalara ve zulümlere maruz kaldığı dönem olmuştur.
Beş teğmen ile başlayan süreç, Sayın Başbuğ döneminde, ikisi orgeneral olmak üzere 54 general/amiral, 140 subay ve 3 astsubayın haksız yere tutuklanmalarına kadar varmıştır."

Bu süreci Genelkurmay Başkanlığı ve Adli Müşavirliği ne yazık ki iyi yönetememişlerdir.
Büyükanıt ve Başbuğ döneminde yapılan değişikliklerle
                     Askeri Mahkemelerin bütün yetkileri elinden alınmış
                            ve adeta görev yapamaz hale getirilmeye çalışılmışlardır.
2010’da Kuvvet Komutanları'na mektup yazdım, fakat Başbuğ tarafından, bu önerilerimin hiçbirisi dikkate alınmamıştır.

 
                                      Kaderin ne acı oyunudur ki,
                         sessiz kalarak, bu süreci kötü yöneterek,
                        asılsız suçlamalara ve iftiralara hedef olan
yüzlerce muvazzaf ve emekli askerin tutuklanmasına katkıda bulunan
                                     Genelkurmay Adli Müşaviri de,
                                  benzer suçlamalara maruz kalmış
                      ve tutuklanarak Hasdal Cezaevi’ne konulmuştur.

                  Genelkurmay Adli Müşavir Hıfzı Çubuklu,
                Hasdal’da tutuklu askerlerin soruları üzerine
                    “Başbuğ’un emir verdiğini ve 
        Askeri Yargı'nın bu sürecin dışında tutulmasını istediğini" 
                              söylemiştir.

Eğer bu doğru ise TSK’nin başkomutanı olan İlker Başbuğ,
                                                     bu kahraman askerlerini satmış demektir.

Kendi elleri ile, bu kahraman askerlerini
--hukuksuz uygulamaları Yargıtay tarafından tazminat ile cezalandırılmış,
--AİHM’de dava konusu yapılmış,
--görevsiz ve yetkisiz olan
Beşiktaş Adliyesi hâkim ve savcılarının insafına teslim etmiş demektir.”

"Islak İmza Davası, en kötü planlanmış komplolardan birisidir.
Bu davada Genelkurmay Başkanlığı'nda görevli bir subayın, tek başına " İrtica ile Mücadele Eylem Planı" isimli tarihsiz bir plan hazırlayarak, hükümeti devirmek amacıyla silahlı örgüt üyesi olduğu iddiasını öne sürülerek, Beşiktaş Adliyesi hakim ve savcılarınca dava açılmıştır.
İddianamede başkaca asker kişi yer almamaktadır.O halde acaba tek bir subay tek başına nasıl hükümeti devirecektir.
İddianamede yazılı olan suçlamaların gerçek olduğunu kabul etsek bile, bu subayın tek başına gerçekleştirdiği bu eylemi, ancak memuriyet görevini kötüye kullanmak suçunu oluşturabilir.
Bu davaya bakmakla askeri yargı görevlidir"

 
Bu davanın hukuksuzluğuna ilişkin somut deliller ortaya kondukça, Nasrettin Hocanın kazanı misali, sürekli yeni hukuksuzluklarla dolu, yeni davalar doğuran bir skandallar bütünüdür.
Bugüne kadar Balyoz 1,Balyoz 2 ve son olarak da Balyoz 3 olarak hukuk skandalları tarihindeki yerini almıştır.


"Balyoz Davası, kanaatimce Türk hukuk tarihine kara bir leke olarak geçecek, tam anlamıyla skandal bir davadır.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder