10 Ocak 2012 Salı

Yargı uygulaması değil, karşıdevrim terörü


2002 Ağustosundan beri Genelkurmay Başkanlarının (Org. Işık Koşaner dışında) “yargı çözer” dedikleri her şey, aslında ancak Ordunun çözebileceği uygulamalardı.
12 Haziran 2007 günü Ümraniye’de
         sözümona “bombaların bulunması” olayından beri yaşanan olay, 
                        yargı uygulaması değildir; karşıdevrim terörüdür.

E. Astsubay Oktay Yıldırım’dan  Genelkurmay Başkanı Başbuğ’a
++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++

Kritik tarih 2007 yılı baharıdır.  
    Tandoğan, Çağlayan, Gündoğdu, Diyarbakır ve diğer kentlerimizde milyonlar ayağa kalkmıştı.
      A. Necdet Sezer, Deniz Baykal, Büyükanıt-Başbuğ dörtlüsü
                        ve Cumhuriyet Mitinglerinin önderliği,  
karşıdevrimi önleyecek o büyük halk hareketini boşluğa düşürdüler;
  Temmuz 2007 seçimini ve Çankaya’yı Tayyip Erdoğanlara teslim ettiler 
                                ve karşıdevrimin üstte kalmasını sağladılar.


AKP’nin kapatılması son bir fırsattı. 
Tayyip Erdoğan-Başbuğ arasındaki
    24 Haziran 2008 tarihli karanlık buluşmada yapılan yasadışı anlaşmayla 
                                                                             AKP bir kez daha kurtarıldı. 
Başbuğ, şimdi, yargıya müdahale ederek kurtardığı AKP’nin hapishanesindedir
          ve AKP’ye sürekli “Sizi ben kurtardım” dilekçeleri vererek
                                     “adalet” talep etmektedir.

                Bir yabancı devlet (ABD), bütün dünyanın gözü önünde TSK’ye, 
                             hem de kendi yurdunda operasyon uyguluyordu,
                                        ve TSK’nin komuta kademesi 
                       bu operasyona beyaz bayrak açarak cevap veriyordu. 
Hatta bazı komutanlar, ne acıdır ki bu operasyonun “aktörleri” arasındaydı veya kenarında duruyorlardı.
“Aman bana değmesin” zilleti, hâlâ devam etmiyor mu?

Böylece,
birikimli ve namuslu bir aydın olan E. Astsubay Oktay Yıldırım’dan başlayan operasyon, E. Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’a kadar tırmandı ve tırmanış sürüyor.

Asıl tutuklanan Org. Necdet Özel
+++++++++++++++++++++++++++

“Mustafa Kemal’in askerleri” dalgalar halinde toplu olarak esir alınırken yazmıştık, 
             asıl tutuklanan o zamanki Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ idi. 
Silah arkadaşlarını düşmana “tek bir kurşun atmadan” teslim eden komutanlar,
        TSK’nin savaş kabiliyetinin çökertilmesine teslim olmuşlardı. 

Ve bu teslimiyetin örtüsü bile ABD’den gelmişti.
ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın formülüyle
“TSK, yargıya ve hukukun üstünlüğüne saygı göstermeli”  idi
(Haber Türk, 29 Kasım 2009).

Genelkurmay Başkanları Org. Büyükanıt ve Org. Başbuğ, düşman operasyonuna “hukukun üstünlüğü” talepleriyle cevap veren ilk “sivil” komutanlar olarak  Harp tarihine geçtiler.
TSK tarihinde “sivil komutanlar” devrini açtılar. 
Şimdi teslimiyetin TSK’yi kurtaramadığı gibi,
                 teslim olanları da kurtarmadığı dersini yaşıyoruz.
Umarız, asker ve sivil cümle teslimiyetçiler bundan ders çıkarırlar.
                      Bugün asıl tutuklanan Org. Necdet Özel’dir.
Komutan arkadaşları demir parmaklıkların arkasında olan bir komuta kademesinin
                                                özgür olmayacağını,
                      hatta komutan bile olamayacaklarını yaşamak için,
                                              yeni derslere ihtiyaç yoktur.

İlk direnç Org. Koşaner’den
+++++++++++++++++++++++

Düşman operasyonuna ilk direnç, 2011 yılı Ağustosunda Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner’den geldi. 
Komutan, bu uygulamanın bir yargı süreci olmadığını,
       hükümetin bu işin içinde olduğunu tarihi bir yazıyla saptadı
                                                             ve arkadaşlarıyla birlikte istifa etti. 
Bu istifa, TSK çevresindeki çemberin daraltıldığı koşullarda ilk kurşundu. Sürece isyan başlatılmıştı. 
                                      Org. Koşaner, bu istifayla 
         yeni komutanlara bir çizgi bıraktı ve askerlik namusunu hatırlattı:  
           Komutan, silah arkadaşını düşmana teslim etmezdi! 
           “Yargı çözer” ve “hukuk üstünlüğü” safsatası,
       Cumhuriyeti ve vatanı tüketen bir sahtekârlıktı!

İstifalar peş peşe gelse ne olur?
+++++++++++++++++++++++++++

Bazıları “istifa ettiler de ne oldu” diyor. Koşullar, Org. Koşaner için böyle bir direnme yöntemi belirlemişti.
Ben de o bazılarına soruyorum.

Komutanlar, silah arkadaşlarının esir edilmesine, peş peşe dalgalar halinde istifa ederek dirense ne olur?
Bir: Birkaç dalga sonunda Tayyip-Gül-Fethullah üçlüsü pes eder veya yıkılır.
İki: TSK’ye hiçbir şey olmaz, gençleşir, halkta saygınlık kazanır ve Mustafa Kemal ruhuna kavuşur.
Üç: İstifa eden komutanlar onurlarıyla başları dik yaşarlar.


Sen tertibi bozmak istersen yöntem mi bulunmaz
+++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++

Söylemek istediğimiz şudur: 
Düşman operasyonuna direnme iradesi olan, savaşa savaşarak cevap veren gerçek asker için çözüm çoktur.
Ancak öyle görülüyor ki,
    Hilmi Özkök-Yaşar Büyükanıt-İlker Başbuğ’ların çizgisinde,
                                NATO’ya sadakat, 
    vatana ve Atatürk Devrimi’ne bağlılığın önüne geçmiştir.
Kişisel kaygıların rolü de ihmal edilemez; şimdi daha iyi anlaşılıyor.

Vatanın bütünlüğü yargıya havale edilemez
+++++++++++++++++++++++++++++++++++++

Böylece "yargı çözer" diye diye, operasyon, Türkiye’nin bölünüşü sürecini tamamlama aşamasına gelmiştir.
İzlenen çizgi, vatanın bütünlüğünü ve Cumhuriyetin savunulmasını yargıya havale etmiştir.
Silahlı bölücülüğe ve silahlı yıkıcılığa, yargı cevap verecek! Peki Ordu ne yapacak?
2002 Ağustosundan beri Genelkurmay Başkanlarının (Org. Koşaner dışında) “yargı çözer” dedikleri her şey, aslında ancak Ordunun çözebileceği uygulamalardı.
ABD ordusu Irak’ı işgal etti, böldü ve Türkiye’nin bölünmesini başlattı.
Bu işgale, “hukuk üstünlüğü” ve sözde “demokrasi” teraneleriyle cevap veremezdiniz!
Org. Özkök vatan bölünürken “demokrasi getiriyor” diye ABD işgalini alkışlıyordu.
Arkasından gelen Genelkurmay Başkanları da (Org. Koşaner dışında) hep “demokrasi getiren” işgalcinin yanında mevzilendiler.
Hatta milli egemenlik ve milli güvenlik kavramlarını tartışmaya açtılar. İşgalci, Türkiye’yi bağırta bağırta bölerken, onlar hâlâ işgalcinin “sadık müttefiki” idiler ve hâlâ öyledirler.

Irak bölünürken, Türkiye bölündü. Şimdi de Suriye bölünürken, Türkiye’nin daha geniş bölünmesine geldi sıra!

Cumhuriyeti yıkıcılardan kurtarma da yargıya havale edilemez
++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++
“Yargı çözer”, formülünün bir de iç boyutu yaşandı ve yaşanıyor.
2007 Temmuzunda Atatürk Cumhuriyetinin yıkılış süreci tamamlandı ve “İkinci Cumhuriyet” adı altında bir Mafya-Tarikat Cumhuriyeti kuruldu.
Gelinen noktada laiklik, laik eğitim, Atatürk Devrimi Kanunları, hepsi ayak altına alındı.
                                            Bazı komutanlar ise,  
“irticaya karşı eylem planı'nı vallahi billahi ben yapmadım” savunmalarıyla,
              aslında o görevin komutanı olmadıklarını ortaya koymuşlardır.
Cumhuriyeti komutansız bırakmışlardır.
Karşıdevrimci terör onların sayesinde gemi azıya almıştır.

Emir verme bunalımı kapıda!
++++++++++++++++++++++++

Geldiğimiz yeri açıkça tanımlayalım. 
Teslimiyet devam ederse, pek yakında komuta kademesi,
                         vatanı savunmak için emir verme bunalımına girer. 
Artık yalnız Silivri’yle tehdit edilmiyor komutanlar,
         Uluslararası Adalet Divanı tehditleri
             seslendirilmeye başlanmıştır. 
Peki vatanı silahlı tehdide karşı kim savunacaktır? Beşiktaş yargısı mı?

Cumhuriyetin iradesi geliyor!
+++++++++++++++++++++++++

Artık can telaşı olanların komutanlık yapamayacağı bir sürece girmiş bulunuyoruz. Türkiye, siyasal yönetimden TSK’ye kadar, Cumhuriyet Devrimi ve vatan savunması iradesine kavuşacaktır.
 Bunu hesap ederek yazıyorum buraya, yoksa moral vermek için değil!
 Bugün yaşanan karşıdevrim terörünü adını koyarak göğüslemek ve alt etmek,  Cumhuriyet iradesinin oluşmasında ilk büyük savaştır. 
Kolay gelsin, Türkiye’nin yüzlerce yıllık kahraman fedaileri!
 Korkaklar bizden değildir!
 Hiç şüphe yok, zafer Cumhuriyetin ve vatanın olacaktır!
********
Doğu Perinçek'in 10 Ocak günlü Aydınlık köşe yazısıdır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder