Vedat Türkali (üstte), Ertuğrul Kürkçü (altta)
Yalçın Küçük
AYDINLIK, 18 Ekim 2011
Aziz Nesin konuşmalarımızda, "Abdülkadir" diyordu, pek sevmiyordu, sevenleri azdı;
Abdülkadir'in beni gördükçe, "seni seviyorum, Doktor'a benziyorsun" dediğini hatırlıyorum.
Ben ise Doktor'u seviyor ve bu sözü sevmiyordum;
Doktor'un pek nefis teşhis ve formülleri vardı amma orada kalıyordu.
Abdülkadir hapisten çıktıktan sonra soldan uzaklaştı; "Doktorcu" biliniyordu,
şimdi çok yaşlı, kimliğini kaybetmiş durumdadır.
93 yaşındadır, Taraf'ta seri çıkıyor; bizse hapisteyiz, aleyhimizde ne varsa almaya mecburuz.
"Heval Öcalan" deyu ağladığını okuyoruz. Artık Öcalan için yanan ve ağlayan bir Kürt'tür.
Çocuktum, meraklıydım, "51 Tevkifatı" başlamıştı; ellili yıllarda, başlarında Sevim Tarı adında bir genç kız.
Beyazlar giymiş, ne kadar çok etkilendim, gazetede bir fotoğraf, aşık oldum mu;
sonra bunu galiba Stockholm'de Sevim Belli ve Mihri Belli ile konuştuk.
Gerçekten mücadele edenler beni hep heyecanlandırıyor, öğretmen yüzbaşı, üniformasıyla mahkemede,
Abdülkadir Demirkan, komünist yüzbaşı, şimdi de aynı ölçüde heyecan duyuyorum.
Ancak artık kimliksiz bir adam; kimliksiz olanları hiç sevmiyorum.
Bekaa yolunda
Şam'dan Beyrut'a giden yoldayız, otomobildeyiz; arkada "Muhaberat", Suriye gizli servisi var.
Yavaşladık, Hamza, -Hamza'yı çok sevmiştim, Öcalan'a "Apo" diyebilen tek Kürt'tür, çocukluk arkadaşıdır-
"Hadi atla Hocam" dedi, tepeye tırmanıyoruz, içimden "Yalçın, Yalçın işte böyle yerde öldürüyorlar..." diyorum, tekrarlıyorum.
Bekaa'ya ilk çıkışım budur. Çıktım, indim, hapiste yattım,
Kürtler kendileri için yattığımı düşündüler, ben Türkiye için yattım.
Kürtleri "kardeşim" bildim, çok seviyorum ama kimliğimi hiç kaybetmedim.
İçlerinden bazıları, Yaşar Kaya misali, "aramızdaki Kemalizm'in ajanı" dedi, yazdı ve değildim.
Ancak birazcık sevinmediğimi de söyleyemem, çünkü kimliğimin üzerimde olduğunu göstermektedir.
Bekaa'ya tırmanırken kendimi pek kafasız buluyordum, ölüm burnumun ucunda ama kendimi durduramıyordum. İşte ben buyum.
Kimliksiz yazılar
Romanını, "Bir Gün Tek Başına", tahlil ve deşifre ettim.
27 Mayıs Devrimi, devrimci gençlik için bir senaryo istemişti,
Abdülkadir artık "Vedat Türkali" olmuş, Yeşilçam'a senaryolar yazıyordu.
Devrimci gençliği bir gecekonduda yaşayan bir sosyaliste bağlıyordu.
Raşit Ateş, Hikmet Kıvılcımlı'nın adını aratmıyordu, beğenmemiş, sözüm ona çevirmişti.
Biz değildik, yazdıklarını estetik bulmadım, beni sevmeme dönemidir.
Aslında insanları sevme kabiliyeti azdı; altmışlı, yetmişli yıllarda solun uzağındadır. Hep hırçın ve mutsuz gördüm.
Galiba doksanlı yıllarda Kürtleşmeye başladı, Kürtler'in imkanları artmıştı, bir güzel film yaptırmalarını beklediğini düşünüyorduk.
Yaptırmadılar ama artık Kürt olmuştu, şimdi ikide bir Erdoğan'a mektup yazıp Kürtler'e iyi davranmasını istiyor.
91 yaşında da yazmış ama hem Tayyip Bey cevap vermemiş, hem de "alındığını bildiren bir işlem" bile yapılmamış, çok üzülüyor.
93 yaşında bir daha yazıyor, "Heval Öcalan" ile anlaşmasını, Heval Öcalan'a iyi davranmasını talep ediyor.
Pek acıklı bir hali var; Vedat Bey için ağlamakla ona kızmak arasında tereddütte kalıyorum.
Yüzbaşı Abdülkadir idi, hapiste o kadar subay var, rektörler var, ben varım.
Türk-eli soyadını almıştı, bir zamanlar Türk idi, artık çok yaşlı bir Kürt'tür.
"Heval Öcalan" için ağlıyor; Ertuğrul Kürkçü de sadece KCK tutukluları için yanıyor;
her ikisi de Kürtler için ellerini sıcak sudan soğuk suya sokmadılar. Kürtler şimdi imkanlıdırlar.
Abdülkadir Türkeli'ye sözüm bitti.
Ertuğrul'la ise "bir gün tek başıma hesaplaşacağım" mutlaktır.
Kimliksiz insanları sevmiyorum. Böylelerine çok acıyorum.
notlar:
Doktor: Dr. Hikmet Kıvılcımlı
Heval: Yoldaş (Kürtçe)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder