8 Aralık 2023 Cuma

Said-i Nursi'nin Abdülhamit Han'a mektubu - Atatürk ile görüşmesi

 16 Ocak 2011 günlü yazımdır
 
Tarih: 1873
 
Said, Bitlis Nurs Köyü'nde bu tarihte doğdu.
Kısa bir süre Molla Mehmet Emin'den ders aldı, düzenli bir eğitim göremedi.
 
Bölgede yaşayanların kendisi gibi eğitim görmede güçlük çekmemesi için, Doğu Anadolu'da"Medrese-t'üz-zehra" adında bir medrese kurma planı yaptı.
Bu medrese, Kahire'deki El-Ezher benzeri bir medrese olacaktı.
 
Tarih: 1897
 
Kendi kendini "bedi üz-zaman" yani "zamanlar üstü", "şahsiyeti ve söyledikleri her zaman için geçerli" ilan eden Said-i Nursi, "Ulu Hakan" payesi verilen Abdülhamid ile görüştü.
Medrese planı için yardım istedi. Abdülhamit, onun bu fikrini tehlikeli bularak kabul etmedi.
 
Tarih: 1907
 
Said, Abdülhamid'e bir mektup, daha doğrusu bir dilekçe veriyor. Dilekçedeki imzası: 
Molla Said-i Meşhur (Yani Meşhur Molla Sait)
Kendi kendini "meşhur" ilan ediyor. "Bedi üz-zaman" ilan ettiği gibi. Tam bir megaloman ve şizofren davranışı.
 
 
Dilekçede özetle şöyle yazmaktadır:
"Kürdistan'da eğitim Türkçe yapılıyor. Ben buna karşıyım.
Kürdistan'da Kürtçe eğitim yapılması için 3 okul açılmasını talep ediyorum."
 
Abdülhamit, karşısına çaput dolaklarla sarmalanmış olarak çıkan Said'in aklından zoru olduğuna kanaat getirerek tutuklanması için emir veriyor.

Müşahade için Toptaşı Akıl Hastanesi'ne gönderiliyor, bir süre orada tutuluyor.
 
Zamanlar üstü Sait, anılarında tımarhaneye kapatılması olayını şöyle anlatıyor:
"Nasıl ki zaman-ı istibdatta tımarhaneye düştüm, divanelerin hükmüne konuldum, eğer müdahaneye, kelbi tabasbusa, şahsi menfaat için umumi menfaatı feda alan aklın icabı ise, ben divaneliği kabul ettim.Şahit olunuz ki böyle akıldan istifa ediyorum. Ey Kürtler tımarhaneyi bunun için kabul ettim. Kürtlüğü lekedar etmemek için irade-i padişahiyi, maaşını, ihsan-i şahaneyi kabul etmedim."
 
"Atatürk ile 3 saat başbaşa konuştum, kapıyı yüzüne çarptım, herkesin ortasında ona: "Paşa, Paşa! namaz kılmayan haindir" diye bağırdım. Küçük adama bu dersi verdim" diye nasıl palavra atmışsa, Abdülhamit ile ilgili olarak da benzer şekilde palavra atıyor, bundan amaç kendini herkesten üstün göstermek.
 
Daha doğrusu kendini herkesten üstün görüyor ama, kendisinden üstün olanlar karşısında bir şey yapamadığı halde onlara posta koymuş gibi anlatıyor. Amaç, kendisine bağlamak istediği insanların gözünü boyamak. Tam bir megaloman ve şizofren davranışı.
 
Abdülhamit'in kendisini tımarhaneye göndermesi olayını da işte böyle eğip bükerek anlatıyor. Diyor ki:
"(Kürdistan'da Kürtçe eğitim veren okul fikrinden vazgeçmem karşılığında) Abdülhamit bana maaş bağlamayı teklif etti. Ama ben, Kürtlüğe leke sürmemek için padişahın isteğini, maaşını, ihsanını kabul etmedim"
 
İşte Sait'in Kürdistan aşkı bu kadar büyük.
 
Şimdi hem Abdülhamit'i "Ulu Hakan" kabul edip hem de Said-i Nursi'nin müridi olanlara soruyorum:
Ulu Hakanınız Abdülhamit'in tımarhaneye yolladığı Sait, "zamanlar üstü din büyüğü" olmayıp bir divane midir?
Yoksa müridi olduğunuz Sait'in dediği gibi Abdülhamit "Ulu Hakan" olmayıp bir müstebit (zorba) mıdır; Abdülhamit dönemi, Sait'in dediği gibi bir "zaman-ı istibdat" yani "zorbalık dönemi" midir?
Hangisi doğru?
 ++++++++++++++
Said-i Nursi'nin Atatürk ile hayali karşılaşma ve konuşmalarına dair eski tarihli yazımı aşağıda tekrar veriyorum
++++++++++++++
 
 
 
"Hür Adam Atatürk'ün yüzüne kapıyı çarptı" palavrası

 
Ali Serdar Bolat   12 Ocak 2011
 
"Hür Adam"ın isimleri şöyle.
 
Said-i Kürdi (Türkçesi Kürt Sait.
                       Atatürk'e yazdığı mektubu bu isimle imzalamış)
Said-i Nursi (Yani Nurs'lu Sait. Bitlis'in Nurs Köyü doğumlu olduğu için bu adla da anılıyor
                       Nur Risaleleri'ni bu isimle imzalamış)
Said-i Meşhur (Sultan Abdülhamit'e verdiği dilekçeyi bu isimle imzalamış, yani Meşhur Sait. 
                        Abdülhamit, Sait'in deli olduğuna hükmederek onu tımarhaneye yollamış)
 
++++++++++++++++++
 
Bir Nur müridinin kaleminden, Sait'in Atatürk ile konuşmasına dair hayali sahneyi okuyalım:
 
“...Paşa'nın alnında nohut nohut terler belirmişti, Said Nursi Bediüzzaman Radiyallahu Anh Hazretleri'nin karşısında hazan yaprağı gibi titriyordu. Çoğu zaman emir erlerine ismet paşalara hakaret ve emirler yağdırdığı makamında küçülüp kalmış, ayağının altındaki halının püskülünü ecnebi potinlerinin kenarıyla kah o yana kah bu yana sallıyordu.

Radiyallahu anh ve la illa abidune kadesallahu sirrahul aziz haşmetli hazretleri Said i Nursi delici bakışlarıyla paşanın içinden geçenleri okuyordu.

Paşanın tuzağına düşmemiş onu kündeye getirmişti.

- "efendi diyeceğin bir şey yoksa izninle ben selametle gidiyorum" dedi.

Paşaya boğmaca salgını olmuşcasına bir ateş kapladı boğazı şişti, garip sesler çıkararak konuşmaya çalıştı, fakat nafile dili donmuştu bir kere...”
 
+++++++++++++++++++++

Efsane (yani palavra) şöyle:
 
1922 yılında Ankara’ya teşrif eden Kürt Sait için Meclis önünde hoş geldin töreni düzenlenir, bütün milletvekilleri ve Kemal Paşa hazretlerini karşılamak üzere Meclis Binası önünde hazırolda beklemektedirler. Kemal Paşa millevekillerinin hazır olduğu bu ortamda Kürt Sait hazretlerine seslenir:

“Sizin gibi kahraman bir hoca bize lazımdır. Sizi yüksek fikirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilaf verdiniz” der.

Onun bu sözlerine karşı Kürt Sait Hazretleri, Kemal Paşa’ya şu şekilde bağırır :
“Paşa! Paşa! İslamiyette imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur.”

Hikayenin gerisi Kürt Sait’in anlatımı ile şöyle:

“Bir zaman dünyanın büyük bir makamını işgal eden bir küçük adama bu dersi verdim.
 Fakat ben enaniyetten nefsimi kurtaramadığım içindir ki, çok sarstı; fakat intibaha gelmedi. Mektubattaki Desise-i şeytaniyeyi ona ders vermiş, konuşmamız üç saatten fazla sürmüştür
Bana ilişemedi ve tarziye vermeye mecbur kaldı..”

"Hür Adam" filminde geçen sahne budur, akabinde Kürt Sait, Kemal Paşanın yüzüne kapıyı çarparak odayı terk eder.. .
 
+++++++++++++++++
 
Bütün bu anlatılanlar tam bir palavradır.
Çünkü, Kürt Sait, "Said-i Kürdi" imzasıyla Atatürk'e yazdığı 23 Kasım 1922 tarihli mektuba şöyle başlıyor:
 
"İslâm âleminin kahramanı Paşa Hazretleri’ne
Ey Şanlı Gazi,
Yüce şahsiyetiniz hem başarılı ordunun hem de yüce Meclis’in manevi kişiliğini temsil ediyor. Bu vesileyle kişilerin kusuru, onların manevi kişiliğine ve temsilcisinin hesabına geçer. Dolayısıyla kişileri ve temsilcileri doğru yola teşvik etmek, yönlendirmek en önemli görevinizdir. İki cihanda mutluluk ve başarılarınızı can-ı gönülden dileyen bu fakirin, bir meselede 10 sözünü, tavsiyesini, birkaç nasihatini dinlemenizi rica ediyorum."
 
ve mektup şöyle sona eriyor:
 
"Duacınız Said-i Kürdi"
 
Hem Atatürk'e "Efendi" diye küçümseyerek hitap edecek, "Paşa, Paşa, namaz kılmayan haindir" diye çıkışacak, yüzüne kapıyı çarpacak;
hem de "İslam aleminin kahramanı", "Ey Şanlı Gazi", "Yüce şahsiyetiniz" diye hitap edecek ve mektubunu "Duacınız" diye bitirecek.
Böyle bir şey olabilir mi?
 
Mektup bir gerçek olduğuna ve halen Cumhurbaşkanlığı Arşivi'nde bulunduğuna göre, "Efendi" hitabı ve kapı çarpma palavradır.

Daha doğrusu asıl palavra, Sait'in Atatürk ile karşılaşıp konuşmuş olması.

Böyle bir karşılaşma veya konuşma ile ilgili herhangibir belge, kayıt falan yok.

Anlatılanlar tamamen Sait'in şizofrenik hayallerinden ibaret.
 
+++++++++++++++++
 
İşte o mektubun tamamı:
 

İNNESSELATE KÂNET ALE’L-MÜ’MİNİNE KİTABEN MEVKUTA
“Şüphesiz namaz belli vakitlerde müminlere farz kılınmıştır.” (Nisa Suresi , 103)

İslâm âleminin kahramanı Paşa Hazretleri’ne

Ey şanlı Gazi,

Yüce şahsiyetiniz hem başarılı ordunun hem de yüce Meclis’in manevi kişiliğini temsil ediyor. Bu vesileyle kişilerin kusuru, onların manevi kişiliğine ve temsilcisinin hesabına geçer. Dolayısıyla kişileri ve temsilcileri doğru yola teşvik etmek, yönlendirmek en önemli görevinizdir. İki cihanda mutluluk ve başarılarınızı can-ı gönülden dileyen bu fakirin, bir meselede 10 sözünü, tavsiyesini, birkaç nasihatini dinlemenizi rica ediyorum.

1) Allah’ın verdiği olağanüstü bu başarılar, bir teşekkür ister ki sürekli olsun, artmaya devam etsin. Eğer nimet, şükür görmezse gider. Madem Allah’ın yardımıyla Kuran’ı düşmanın saldırılarından kurtardınız, Kuran’ın en açık ve kesin emri olan “namaz” gibi farzları yerine getirmeniz gerekir. Böylece namazın feyzi (ilmi, bolluğu, hazzı) şahane işleriniz için sürekli bir şekilde üstünüzde olsun ve devam etsin.

2) İslam dünyasını mutlu ettiniz, sevgilerini ve yakın ilgilerini kazandınız. Ancak o yakın ilgi, alaka ve sevginin devamlılığı, İslami yaşamın gereklerini yerine getirmekle olur. Çünkü Müslümanlar, İslamiyet adına sizi severler. Siz de İslami yaşantınızla ahretinizi güçlendirin ve İslamiyet’e bağlılığınızı ortaya koyunuz.

3) Başta yüce şahsiyetiniz olmak üzere siz ve silah arkadaşlarınız olan kahramanlar, bu dünyada Allah dostları (evliyaullah) hükmünde olan gazi ve şehitlere komutanlık ettiniz. Kuran’ın kesin emirlerini uygulamak ve uygulatmakla öteki âlemde de nurlu gruba önder olmaya çalışmak, sizin gibi büyük yardıma mazhar olanlara layıktır. Aksi takdirde burada kumandanken orada bir neferden yardım dilenme zorunda kalabilirsiniz. Bu basit, boş dünya şan ve şerefiyle, öyle madde değil ki, sizin gibi yüce ruhlu, karakterli insanları doyursun, tatmin etsin ve onların gerçek amacı bunlar olsun.

4) Bu milletin Müslüman toplulukları, o kadar ki bir cemaat namazsız kalsa, sapkın günahkâr olsa bile yine de başlarındakini dini bütün görmek ister. Hatta bütün Kürdistan’da, görev verilen tüm memurlara yönelik ilk önce sorulan soru şudur: “Acaba namaz kılıyor mu?” Namaz kılan memura kesinlikle güvenirler, kılmayan memur da ne kadar başarılı ve etkili olsa bile onlara göre suçludur. Bir zamanlar “Beytüşşebap” aşiretlerinde isyan vardı. Ben gittim, sordum: “Sebep nedir?” Dediler ki: “Kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu. Öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?” Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya (hırsız, haydut) idiler.

5) Peygamberlerin çoğunluğunun Doğu’dan, âlim ve bilginlerin önemli bir kısmının ise Batı’dan çıkması, ezeli bir kaderin işaretidir. Bu nedenle Doğu’yu ayağa kaldıracak din ve kalptir, akıl ve felsefe değildir. Doğu’yu uyandırdınız, hak ettiği yere getirdiniz, o halde tabiatına uygun davranınız. Aksi halde bütün emeğiniz ya boşa gider veya başarılarınız çok yüzeysel kalır.

6) Düşmanınız ve İslamiyet düşmanı olan melun İngiliz, İslam dinine karşı olan duyarsızlığımızdan pek fazla istifade etti ve ediyor. Hatta diyebilirim ki, Yunan kadar İslam’a zarar veren, dinde ihmalimizi bahane edip bundan faydalanan iç düşmanlarımızdır. İslamiyet’in faydası ve milletin güvenliği için bu ihmali ortadan kaldırmamız gerekir. İttihatçılar o kadar harika, gayretli, istikrarlı olmalarına ve fedakârlık göstermelerine rağmen, hatta İslam’ın uyanışına sebep oldukları halde, dinde kısmen laubalilik tavrı gösterdikleri için içerideki millet onlardan nefret etti ve değersiz görüldüler. Dışarıdaki Müslümanlar ise İttihatçıların dindeki ihmallerini görmedikleri için hürmet gösterdiler, gösteriyorlar.

7) Küfür âlemi bütün vasıtalarıyla, medeniyetiyle, felsefesiyle, ilim ve sanatlarıyla, misyonerleriyle İslam âlemine saldırdı ve maddi olarak uzun zamandan beri galip olduğu halde İslam âlemine dinen galip gelemedi. İçeride sapkınlığa düşmüş bütün grupların, İslam’a az miktarda zarar verecek ölçüde kaldığı, İslamiyet direncini ve sağlamlığını sünnete bağlılık ve birliktelikle koruduğu, şimdi ise üstün bir konuma geçmeye hazırlandığı bir zamanda, ayrıca sizin gibi yüce bir kahramanı İslam’ın koruyucusu ve savunucusu bulduğu bir anda, laubali bir şekilde pis Avrupa medeniyetinden süzülen uydurma bir akım gönlünde yer tutamaz. İslâm âlemi içinde önemli ve devrim niteliğinde bir iş yapmak, ancak İslamiyet’in kurallarına teslimiyetle mümkün olabilir. Aksi olamaz ve olmamıştır. Olsa dahi kısa sürede sönüp gitmiştir.

8) Dinin zayıflayıp etkisini kaybetmesine sebep olan alçak Avrupa medeniyeti yırtılmaya yüz tuttuğu bir zamanda ve Kuran medeniyetinin ortaya çıkmasının vakti geldiği bir anda lakayt ve ihmalkâr bir şekilde “olumlu bir iş yapılamaz”; olumsuz ve yıkıcı işe ise bu kadar yıkıma maruz kalan İslam zaten muhtaç değildir. Napolyon’a değil belki Selahaddin-i Eyyubi gibi İslâm kahramanlarına tabi olmanız gerekir.

9) Sizin bu başarınızı, yüce hizmetinizi takdir eden ve sizi canı gönülden sevenlerin çoğunluğu inananlardır ve özellikle halk tabakasıdır ki, bunlar da sağlam Müslüman’dırlar. Sizi ciddi anlamda sever, tutar ve size minnet duyarlar. Fedakârlığınızı takdir eder, uyanışa geçmiş en büyük ve en müthiş bir kuvveti size sunarlar. Siz dahi Kuran’ın emirlerini uygulayıp, onlara bağlanıp dayanmanız, İslam’ın yararı adına gereklidir. Yoksa İslamiyet’ten soyutlanmış olan bedbaht, milliyetsiz Avrupa düşkünü, Batı taklitçilerini Müslüman halka tercih etmek İslam’ın yararına aykırı olduğundan İslam âlemi bakışını başka tarafa çevirmeye ve başkasından yardım istemeye mecbur kalacaktır.

10) Bir yolda dokuz yok olma ve bir kurtuluş ihtimali varsa, hayatından vazgeçmiş cesur bir kişi gerekir ki, o kurtuluş yoluna yönelsin. Şimdi 24 saatten bir saati işgal eden namaz gibi bir dini zorunluluğun uygulamasında yüzde 99 kurtuluş ihtimali vardır. Yalnız gaflet ve tembellik gibi bir hisle belki dünyevi bir zarar olabilir. Halbuki farzların terk edilmesinde doksan dokuz zarar ihtimali bulunuyor. Yalnız gaflete, sapkınlığa dayanan tek bir kurtuluş ihtimali olabilir. Acaba dine ve dünyaya zarar olan ihmal ve farzların terkine ne bahane olabilir? Onur ve haysiyet buna nasıl izin verir? Mücahit grubun ve yüce Meclis’in hal ve hareketleri halk tarafından taklit edilir. Kusurlarını millet ya taklit edecektir ya da eleştirecektir ki her ikisi de zarardır. Demek ki onlardaki Allah’ın hukuku, kulların haklarını da kapsıyor.

Sırr-ı tevatür (sağlam bilgilerin, güvenilir isimler tarafından nesilden nesile nakledilmesi) ve fikir birlikteliğini kapsayan hadsiz, haberleri ve delilleri dinlemeyen ve nefsin safsatalarını ve şeytanın vesveselerinden gelen vehimleri kabul eden adamlarla hakiki ve ciddi bir iş görülmez. Bu büyük inkılabın temel taşlarının sağlam olması gerekir. Bilirsiniz ki ebedi düşmanlarınız, sapkınlıklarınız ve hasımlarınız, İslâm’ın gerekliliklerini tahrip ediyorlar. Öyle ise mecburi göreviniz İslam’ın gerekliliklerini yaşatmak ve korumaktır. İslam’ın değerlerini hafife alma, milletin zayıflığını gösterir, zayıflık ise düşmanı durdurmaz, bilakis cesaretlendirir.

-Hasbunallahu ve ni’me’lvekîl, ni’me’l-mevlâ ve ni’me’nnasîr“Allah bize yeter. O ne güzel vekildir (Al-i İmran Suresi, 173). O ne güzel dost ve O ne güzel yardımcıdır (Enfal Suresi, 40).”

Duacınız Said-i Kürdi"

Mektubu teslim alan Meclis kalemi mektubun altına şu notu düşüyor:

Meclis Riyaseti 5/3218 Evraka 2/12/338 Hıfzı

Yeni tarihle 23 Kasım 1922 (Eski tarihle 2 Aralık 1338)

5/3218 gelen evrak numarası; "Hıfzı" ise "saklanması" anlamına geliyor

+++++++++++++++++++++++++++
Yukarıdaki yazıların arşivi:

http://orajpoyraz.blogspot.com/2011/01/hur-adam-ataturkun-yuzune-kapy-carpt.html

+++++++++++++++++++++++++++

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder