Muzaffer Tekin Kıbrıs Barış harekatı günlerinde
(solda) ve Ergenekon'dan tutuklanmadan hemen önce
(sağda)
Suçlama namuslu ve mert bir Türk
aydını için ölümden beterdi. Muzaffer Tekin, 8 yıl bu büyük acıyla yaşadı.
Dünyanın en ağır haksızlığına dayandı. O yalan manşetlerine, o ekranlardaki
yalan dizilerine direnme gücünü gösterdi.
Avukat görüşüne giderken koridorlarda karşılaşıyorduk. Zayıflaması bir süre ağır bir seyir izledi. Hasta olduğunu anladık. Ama o "Nasılsınız?" sorusuna 6 yıldır, hep güleç yüzüyle “Bomba gibiyim” diye cevap verir. Savaşan adamın yüreğiyle verdiği cevaptır. Yine “Bir şeyim yok, biraz zayıfladım, bomba gibiyim” diyordu.
Savaşan insanın tavrıBirden çok zayıfladı. Bir ayda 14 kilo vermiş. Bir ayda 14 kilo ne demek? Sağlık bilgilerini yine koridorlarda öğreniyorduk, hastaneden hastaneye dolaşıyordu. Bir tanı konmuyordu ya da bir tanı vardı ama bize söylenmiyordu.
Bizi her zamanki nezâketiyle uyarıyordu, “Lütfen hasta olduğum bilinmesin, kimseler duymasın.” Yine savaşan insanın tavrıdır.
Yaşamak namuslu yaşamaktır
Ergenekon Davası baştan aşağı haksızlıktır; baştan sona uydurmadır. Bunu daha Ümraniye tutuklamalarından beri belirtiyoruz. Hedef Cumhuriyettir; hedef Türkiye’nin toprak bütünlüğüdür. Aslına bakarsanız 76 milyon yurttaşımıza kurulan bir tertipti. Ancak bu süreçte özellikle üç kişiye en ağır haksızlıklar yapılmıştır. Biri, Kıbrıs Gazisi Muzaffer Tekin’dir.
Silah arkadaşlarını koruduğu için Ordudan ayrılmak durumunda kalmıştı. Ölümü göze alabilirdi ama subaylığa veda etmeyi göze alamazdı. Emrindeki teğmenlerini bir soruşturmaya teslim etmemiş, kendisini siper etmiş, bu nedenle “resen emekli” edilmişti. Yaşamak onun için namusla ve mertlikle yaşamaktı. Karakteri buydu. Türk Ordusunda yedi göbekten asker olan tek subaydı. Yedinci göbekten dedesi, Örneksiz Mustafa Ağa idi.
Dünyanın en ağır haksızlığı
Niçin en büyük haksızlık?
Darbecilik suçlamasıydı, hükümeti devirmekti, halkı isyana yöneltmekti, bu suçlamalara göğüs gerilebilirdi. Hukuken geçerli olmasa bile, en sonunda suçunuz, bir Mafya-Cemaat yönetimini devirmekti, Türkiye halkını Kemalist Devrim için isyana kaldırmaktı, siyasal suçlamalardı bunlar!
Ama Danıştay cinayeti?
Suçlama namuslu ve mert bir Türk aydını için ölümden beterdi. Muzaffer Tekin, 8 yıl bu büyük acıyla yaşadı. Dünyanın en ağır haksızlığına dayandı. O yalan manşetlerine, o ekranlardaki yalan dizilerine direnme gücünü gösterdi.
Haksızlığa sessiz kalmak!
Ölümden beter olan bir şey daha vardı: Bu alçakça suçlama karşısında sessiz kalmak, tertibe boyun eğmek!
Muzaffer Tekin komutanı tanımazdım. 2006 öncesinde iki kez ziyaretime geldi. Yurdunu seven, namuslu bir asker olduğunu gördüm. Onu tanıyan herkes, mertliğini anlatıyordu. Mustafa Kemal’in subayı idi.
2006 yılı 19 Mayıs günü Muzaffer Tekin Danıştay cinayeti şüphelisi olarak gözaltına alınınca, bir an bile duraksamadım. Çünkü Muzaffer Tekin’in böyle bir tertibe kesinlikle alet olamayacağından emindim. Ayrıca Türkiye’ye ve Türk Ordusuna karşı kurulmakta olan tertibi, daha 2000’li yılların başında görmüştük. Hatta adını da açıklamıştık: Tezgâhı kuranlar “Endonezya modeli” diyorlardı. ABD emperyalizmi Endonezya’da önce orduya operasyon yapmış, arkasından Doğu Timur’u koparmıştı.
Haksızlığa kamuoyu önünde tavır almak
Haksızlığa teslim olmamak, sessiz kalmamak geleneği içinde büyümüştüm, emekçi halka bağlılık, vatanseverlik, namus; işte böyle günlerde sınanırdı. Sessiz kalırsam, kendi gözümde üç paralık olurdum. Avukat arkadaşım Osman Aydın Şahin’den rica ettim. Atladı Ankara’ya gitti. Yalnız avukat dayanışması yetmezdi, kamuoyu önünde tavır almalı ve halkı aydınlatmalıydım. İşçi Partisi Genel Başkanı olarak bir basın toplantısı yaptım. Açıklamam bir cümlede özetlenebilirdi: Muzaffer Tekin’i tanıyorum, Danıştay cinayeti gibi alçakça bir eylemin hiçbir yerinde olamaz.
Avukat görüşüne giderken koridorlarda karşılaşıyorduk. Zayıflaması bir süre ağır bir seyir izledi. Hasta olduğunu anladık. Ama o "Nasılsınız?" sorusuna 6 yıldır, hep güleç yüzüyle “Bomba gibiyim” diye cevap verir. Savaşan adamın yüreğiyle verdiği cevaptır. Yine “Bir şeyim yok, biraz zayıfladım, bomba gibiyim” diyordu.
Savaşan insanın tavrıBirden çok zayıfladı. Bir ayda 14 kilo vermiş. Bir ayda 14 kilo ne demek? Sağlık bilgilerini yine koridorlarda öğreniyorduk, hastaneden hastaneye dolaşıyordu. Bir tanı konmuyordu ya da bir tanı vardı ama bize söylenmiyordu.
Bizi her zamanki nezâketiyle uyarıyordu, “Lütfen hasta olduğum bilinmesin, kimseler duymasın.” Yine savaşan insanın tavrıdır.
Yaşamak namuslu yaşamaktır
Ergenekon Davası baştan aşağı haksızlıktır; baştan sona uydurmadır. Bunu daha Ümraniye tutuklamalarından beri belirtiyoruz. Hedef Cumhuriyettir; hedef Türkiye’nin toprak bütünlüğüdür. Aslına bakarsanız 76 milyon yurttaşımıza kurulan bir tertipti. Ancak bu süreçte özellikle üç kişiye en ağır haksızlıklar yapılmıştır. Biri, Kıbrıs Gazisi Muzaffer Tekin’dir.
Silah arkadaşlarını koruduğu için Ordudan ayrılmak durumunda kalmıştı. Ölümü göze alabilirdi ama subaylığa veda etmeyi göze alamazdı. Emrindeki teğmenlerini bir soruşturmaya teslim etmemiş, kendisini siper etmiş, bu nedenle “resen emekli” edilmişti. Yaşamak onun için namusla ve mertlikle yaşamaktı. Karakteri buydu. Türk Ordusunda yedi göbekten asker olan tek subaydı. Yedinci göbekten dedesi, Örneksiz Mustafa Ağa idi.
Dünyanın en ağır haksızlığı
Niçin en büyük haksızlık?
Darbecilik suçlamasıydı, hükümeti devirmekti, halkı isyana yöneltmekti, bu suçlamalara göğüs gerilebilirdi. Hukuken geçerli olmasa bile, en sonunda suçunuz, bir Mafya-Cemaat yönetimini devirmekti, Türkiye halkını Kemalist Devrim için isyana kaldırmaktı, siyasal suçlamalardı bunlar!
Ama Danıştay cinayeti?
Suçlama namuslu ve mert bir Türk aydını için ölümden beterdi. Muzaffer Tekin, 8 yıl bu büyük acıyla yaşadı. Dünyanın en ağır haksızlığına dayandı. O yalan manşetlerine, o ekranlardaki yalan dizilerine direnme gücünü gösterdi.
Haksızlığa sessiz kalmak!
Ölümden beter olan bir şey daha vardı: Bu alçakça suçlama karşısında sessiz kalmak, tertibe boyun eğmek!
Muzaffer Tekin komutanı tanımazdım. 2006 öncesinde iki kez ziyaretime geldi. Yurdunu seven, namuslu bir asker olduğunu gördüm. Onu tanıyan herkes, mertliğini anlatıyordu. Mustafa Kemal’in subayı idi.
2006 yılı 19 Mayıs günü Muzaffer Tekin Danıştay cinayeti şüphelisi olarak gözaltına alınınca, bir an bile duraksamadım. Çünkü Muzaffer Tekin’in böyle bir tertibe kesinlikle alet olamayacağından emindim. Ayrıca Türkiye’ye ve Türk Ordusuna karşı kurulmakta olan tertibi, daha 2000’li yılların başında görmüştük. Hatta adını da açıklamıştık: Tezgâhı kuranlar “Endonezya modeli” diyorlardı. ABD emperyalizmi Endonezya’da önce orduya operasyon yapmış, arkasından Doğu Timur’u koparmıştı.
Haksızlığa kamuoyu önünde tavır almak
Haksızlığa teslim olmamak, sessiz kalmamak geleneği içinde büyümüştüm, emekçi halka bağlılık, vatanseverlik, namus; işte böyle günlerde sınanırdı. Sessiz kalırsam, kendi gözümde üç paralık olurdum. Avukat arkadaşım Osman Aydın Şahin’den rica ettim. Atladı Ankara’ya gitti. Yalnız avukat dayanışması yetmezdi, kamuoyu önünde tavır almalı ve halkı aydınlatmalıydım. İşçi Partisi Genel Başkanı olarak bir basın toplantısı yaptım. Açıklamam bir cümlede özetlenebilirdi: Muzaffer Tekin’i tanıyorum, Danıştay cinayeti gibi alçakça bir eylemin hiçbir yerinde olamaz.
Radikal, 26 Mayıs
2006
Yeni Şafak, 26 Mayıs
2006
Bugün
bu gazete kesiklerini buraya gönül rahatlığıyla koyuyorum. Türkiye’ye karşı bu
tertibi tezgâhlayanların alınlarına yapıştırıyorum. Korkanların ve hâlâ
korkanların da masalarına bırakıyorum.
O namuslu insanlar sayesinde
Hepimiz göreceğiz, çok uzak değil, Fethullahçı Gladyo’nun Ergenekon-Balyoz tertipleri bütün yönleriyle aydınlanacak. Şu anda tirtir titriyorlar. Türkiye’de Atlantik döneminin sonuna geliyoruz. Danıştay cinayeti, Hrant Dink cinayeti hepsi birer birer aydınlanacak. Tertipçiler yakalanacak. Şerefli ve namuslu insanların en ağır eziyetlere direnmeleri boşa gitmemiştir. Türkiye, onların o namusları sayesinde aydınlıklara çıkacaktır, o eşiğe geliyoruz.
O karakter ölmez
Şu an Muzaffer Tekin arkadaşımın da bu duygular içinde olduğunu biliyorum. Görmesem de, o güler yüzüyle hepimize hava raporu verir gibi “bomba gibiyim” diyor.
Teslim olmamak, her tür musibete kahramanca direnmek, devrimci subayın karakteridir.
Muzaffer Tekin, o karakterin ölmeyeceğini simgeler.
O namuslu insanlar sayesinde
Hepimiz göreceğiz, çok uzak değil, Fethullahçı Gladyo’nun Ergenekon-Balyoz tertipleri bütün yönleriyle aydınlanacak. Şu anda tirtir titriyorlar. Türkiye’de Atlantik döneminin sonuna geliyoruz. Danıştay cinayeti, Hrant Dink cinayeti hepsi birer birer aydınlanacak. Tertipçiler yakalanacak. Şerefli ve namuslu insanların en ağır eziyetlere direnmeleri boşa gitmemiştir. Türkiye, onların o namusları sayesinde aydınlıklara çıkacaktır, o eşiğe geliyoruz.
O karakter ölmez
Şu an Muzaffer Tekin arkadaşımın da bu duygular içinde olduğunu biliyorum. Görmesem de, o güler yüzüyle hepimize hava raporu verir gibi “bomba gibiyim” diyor.
Teslim olmamak, her tür musibete kahramanca direnmek, devrimci subayın karakteridir.
Muzaffer Tekin, o karakterin ölmeyeceğini simgeler.
***********
Doğu Perinçek'in 14 Şubat 2014 günlü Aydınlık
gazetesi köşe yazısıdır.
***********
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder