TARİHSEL MADDECİLİK
Giriş bölümü - İlkel topluluk
+++++++++++++++++++++++
EŞİTSİZ GELİŞME
KANUNU
++++++++++++++++++++++++
Çok eskiden bütün insanlar ilkel kabileler halinde yaşıyorlardı. Zamanla bu
kabilelerden bazıları köleci topluma, feodal topluma (toprak ağalığı düzenine)
geçtiler. Sonra bazı feodal toplumlar kapitalist topluma dönüştü.
Ama hala yeryüzünde çok az da olsa ilkel kabileleri, toprak
ağalığını görüyoruz. Buradan anlıyoruz ki, dünya üzerindeki insan topluluklarının
hepsi aynı anda aynı gelişmeleri gösterememişlerdir. Bazı toplumlar ilerlerken,
daha ileri aşamalara geçerken, bazıları hemen hiç gelişmemiş, bazıları daha az
gelişmiştir.
Öyleyse, buradan, toplumların gelişme kanunlarından en temel
olanını şöyle ifade edebiliriz:
İnsan toplulukları arasında eşitsiz gelişme kanunu
yürürlüktedir.
İLKEL EŞİTLİKÇİ TOPLUMLAR
+++++++++++++++++++++++++++
İlk insanlar, ilkel eşitlikçi toplumlar halinde
örgütlenmişlerdi. Morgan, Kuzey Amerika yerlileri (Kızılderililer) arasında
çalışarak, bu toplumlar hakkında ilk bilgileri derledi.
Daha sonra, bunlardan daha geri olan Avustralya ve Amazon
yerlileri incelendi. Asya’da Altaylar’da, Moğolistan’da, Yakut bölgesinde
yapılan çalışmalarla bilgiler ilerledi.
I - AŞAĞI BARBARLIK DÖNEMİ
+++++++++++++++++++++++++++
İŞ BÖLÜMÜ
==========
Bu ilk dönemde, insanlar üretim yapmayı bilmiyorlardı.
İnsanlar arasında yaşa ve cinsiyete dayalı bir iş bölümü
vardı.
Erkekler vahşi hayvanları avlamakla yükümlü idiler.
Erkeklerin ikinci görevi kabileyi savunmaktı.
Kadınlar ise bitki ve meyve toplayıcılığı yapıyorlardı.
Onların diğer görevi, yaşanan yeri korumak ve çocuklara
bakmak idi. Bundan dolayı yaşanan yerin çok fazla uzağına gitmiyorlardı.
AVCILIK
=======
O çağda hayvanlar vahşi idi. İnsanların gelişmiş silahları
yoktu. Bazen bir taş, bazen bir odun parçası ile hayvanları avlamaya
çalışıyorlardı. Bunun için hayvanı bir noktada kıstırmak gerekiyordu.
Dolayısıyla birçok insanın bir araya gelmesi gerekli idi. Erkekler bu yüzden
avlanmaya topluca çıkıyorlardı.
YİYECEK YETERSİZLİĞİ
====================
Avcılık ve sebze-meyve toplayıcılığından elde edilen
yiyecekler topluluğun ihtiyacına ancak yetiyordu. Bu yiyeceklerin, topluluğun
her ferdine eşit olarak dağıtılması gerekiyordu. Bazı kişiler daha az yiyecek
alsa, hayatlarını devam ettiremez duruma düşebilirlerdi. Bu ise, istenmeyen bir
durumdu. Çünkü hem av için, hem de diğer kabilelerden gelen saldırılara karşı
koymak için belirli sayıda erkeğe ihtiyaç vardı. Bunun için, kabilenin
nüfusunun azalmaması gerekiyordu. Bu topluluğa “İlkel eşitlikçi toplum”
denmesinin nedeni budur. Yiyecekler zorunlu olarak eşit dağıtıldığı için, bu
topluma ilkel eşitlikçi bir toplum diyoruz.
SAVAŞ
======
Rakip kabileler arasındaki bir savaş sonucunda esir
alınanlar:
-Ya öldürülüyor
-Veya topluluğa kabul ediliyorlardı
Niçin öldürüyorlar?
Çünkü, onları esir olarak tutmanın bir anlamı yok. O çağda
bir kişi ancak kendisi için gereken yiyeceği sağlayabildiği, yani bir kişi
çalışarak 5-10 kişiye, hatta 2-3 kişiye bile yetecek kadar yiyecek temin
edemediği için, esirler bir işe yaramazdı.
Niçin topluluğa kabul
ediyorlar?
Eğer bir topluluğun nüfusu çeşitli nedenlerle azalmış ise,
kabileyi kuvvetlendirmek için, esirler, eşit haklara sahip üye olarak o
kabileye kabul edilirler. Yani ilkel toplumlarda ikinci sınıf insan gurubu
bulunmaz.
MÜLKİYET
=========
Bu aşamadaki toplumlarda özel mülkiyet görülmez. Çok az olan
kullanım gereçleri, doğal olarak herkesin kullanımına açık olmalıdır. Özel
mülkiyetin olmaması, malların yetersiz oluşunun doğal bir sonucudur.
ANASOYLU AİLE
==============
Babanın üremedeki yeri bilinmediği için, çocuğun sadece
anası biliniyordu. Bundan dolayı, bu toplumlarda anasoylu aile düzeni vardı.
Ana ile dayı, çocuklar üzerinde eşit hak sahibi oluyordu. “Dayı mısın” deyimi,
bu çok uzak geçmişimizin bir kalıntısıdır.
CİNSLER ARASI TAMAMLAYICILIK MODELİ
=====================================
Erkeklerin getirdiği av eti düzensiz idi. Bu yüzden
erkeklerin topluluğa katkısı çok güvenilir değildi. Ama erkekler av faaliyeti
ile kaslarını geliştirdiklerinden, savaşlarda topluluğu koruyorlardı.
Kadınların bitki-meyve toplayıcılığı daha düzenli yiyecek
sağlıyordu. Üstelik kadın doğuruyor, kabilenin devamını sağlıyordu. Bundan başka,
kadınlarda belli dönemlerde olan kanama, onları öldürmüyordu. Halbuki avda
vahşi hayvanın yaraladığı erkek, kan kaybından ölüyordu. Anlam veremedikleri bu
durum, kadının bir nevi kutsallık kazanmasına neden oluyor, erkekler onlardan
çekiniyordu. Böylece anasoylu aile düzeni, kutsal bir neden de kazanmış
oluyordu.
Erkeğin gücü ile kadının gizemi (doğum ve kanama) birbirini dengeliyor, böylece her iki cins,
birbirleri üzerinde tahakküm kurmadan denge halinde yaşıyorlardı.
Dolayısıyla, bu toplulukta “politik güç” olarak bildiğimiz
bir iktidar durumu yoktur.
Bunun yerine, eşdeğerde olan kadın-ana ile kutsal-avcı
vardır.
Anasoyluluk, erkeğin ikincil konumda olduğu bir topluluk
değildir.
Bundan dolayı, bu topluma “anaerkil” demek yanlış olacaktır.
Çünkü kadının erki, egemenliği söz konusu değildir.
Erkek ve kadın kendi alanlarında değişik güç alanlarını
denetlemekte, diğeri üzerinde bu yolla özel bir etki yaratmakta idi.
Kutsal ayinleri kadınların gerçekleştirmesi, düzenli
bitkisel yiyecek sağlaması, doğum vs. gibi özellikleri kadını otorite kılmıyor,
fakat bedensel güç üstünlüğü olan erkek karşısında kadının aşağı duruma
düşmesini önleyerek denge sağlıyordu.
==========
Yin ile Yang, iki karşıt ilkeyi temsil eder.
Bu iki karşıtın denge durumunda olmasına İYİ, dengenin
bozulması durumuna ise KÖTÜ denir. Örneğimizde bu karşıtlar kadın ile erkektir.
Anasoylu toplumda bu iki unsur denge halindedir.
Daha sonra göreceğimiz ataerkil aileye geçiş döneminde erkek
eliyle “iktidar” denen olgu yaratılır. Artık karşıtlardan biri diğerinin
egemenliğine girmiş, ikinci sınıf konuma düşmüş, doğal denge bozulmuştur.
Pandora’nın kutusu dediğimiz “kötülük kutusu” açılmıştır.
Yin ile Yang arasındaki denge bozulmuştur.
Tekrar denge durumuna geçmek için, erkek ile kadın
arasındaki eşitsizlik giderilmelidir.
İLKEL DOĞAÜSTÜ İNANIŞLAR
==========================
O çağda insanlar doğa kuvvetleri karşısında son derece
savunmasızdı. Vahşi hayvanlar, yağmur ve seller, gök gürültüsü, şimşek, rüzgar,
orman yangınları insanlarda tarifsiz korkular yaratıyordu. Açıklayamadıkları bu
tehlikeler, onların arkasında göremedikleri bazı varlıkların olduğu sanısını veriyordu. Gördükleri
rüyalarda onları şaşırtan şeyler oluyor, hayal ve gerçek içinde, düşmanlarla
dolu bir doğa içerisinde, doğaüstü güçler vehmediyorlar ve böylece ilk inançlar
filizleniyor.
Yıldızlarda, hareket eden gök cisimlerinde kutsallık
görüyorlar, ruhlarla karışık anlatılmaz duygulara kapılıyorlardı.
AK ENE (AK ANA)
================
Orta ve Kuzey Asya’da yaşayan Türk ve Moğol kabilelerinde
yapılan çalışmalar sonucunda, en eski kutsal varlığın bir dişi tanrı olduğu
anlaşılmıştır. Sudan çıkan ve suda yaşayan Ak Ana dünyayı ve canlıları
yaratmıştır.
Anasoyluluk döneminde inanılan ilk tanrının dişi olması
doğaldır. Erkeğin üremedeki yeri bilinmediği için, doğuran kadın “yaratıcı”
olarak algılanıyor. Bu da, kutsal yaratıcı ruhun dişi olması sonucunu
doğuruyor.
İşte burada, felsefenin temel sorusu olan “madde mi, yoksa
ruh (yani düşünce) mi önce gelir” sorusunun cavabını verebiliriz.
İnsanlar önce “yaratıcı dişidir” diye düşünüp ondan sonra
soylarının anadan gelmesinin doğru olacağı, yaratıcı dişi olduğu için kadına da
kutsallık verilmesi gerektiği sonucuna varmıyorlar.
Yani önce düşünce, sonra davranış gelmiyor.
Aksine, önce kadının doğurduğunu görüyorlar, çocuğu doğuran
dişi ise, dünyayı ve canlıları yaratanın da dişi olması gerektiği fikri
doğuyor.
Yani insanlar önce maddeyi görüyorlar (doğuran kadın), sonra
yaratıcının da dişi olması gerektiği sonucuna varıyorlar.
O halde, felsefenin temel sorusuna ruhçuların verdiği cevap
yanlış, maddecilerin verdiği cevap doğrudur. Yani önce madde vardır, madde
insanda düşünceyi doğurur.
KAYRA KAN
===========
Ak Ana’nın diğer bir adı da Kayra Kan’dır.
“Kan” kelimesi, kadın adlarının ikinci kısmını teşkil
ediyordu. Kan, aynı zamanda kandaş ilkel kabilenin de simgesidir.
Kan kelimesi, ataerkil aileye evrimleşme döneminde Han,
Hakan, Kağan şeklinde değişikliğe uğradı. Anasoylu dönemde sadece kadın
adlarının ardından kullanılırken, geçiş döneminde hem kadın hem de erkeklerde
kullanıldı. Ataerkil ailenin tamamen oturmasından sonra ise artık sadece erkek
adlarına eklendi.
“Kan” kelimesi, “hakan, kral” anlamında diğer dillere de geçti: İngilizce “king”, Almanca
“könig”, İsveççe “kung”, Çince “huang”, “wang” hep Türkçe “kan” kelimesinden
gelir.
“Kan”, aynı zamanda hem kabilenin ortak kökenine, hem de
aynı kandan geldiğine işaret eder. Bu anlamda Latinceye “gens” olarak
geçmiştir. Genesis=ortak kan bağından türeyiş, genetik=kan bağını araştıran
bilim dalı.
Bazı bölgelerde ilk tanrıça adı olarak Tur Ana görülür.
ŞAMANİZM
==========
Tespit edilebilen ilk dinsel törenler “Şamanizm” adı ile
tanınır.
Moğollar dinsel töreni yapan kişiye “şaman” derler. Türkler
“kam” der.
Türkler bu inanç aşamasına daha önce ulaşmışlar, onlardan
geri olan Moğollar bu inancın ögelerini Türklerden almışlar. Ancak,
araştırmacılar bunu önce Moğollarda gördükleri için, dünyaya bu inanç Moğolca
adıyla tanıtılmış, “şaman” kelimesinin Türkçe “kam”dan geldiği anlaşıldıktan
sonra bile bu alışkanlık bozulmamış.
Anasoylu aşağı barbarlık döneminde kam (şaman) kadın idi.
ORTA BARBARLIK DÖNEMİNE EVRİLME
==================================
Bazı hayvanların evcilleştirilmeye başlanması, tarımın
öğrenilmesi, erkeğin üremedeki rolünün öğrenilmesi gibi ilerlemeler sonucunda,
anasoylu aile yerini yavaş yavaş ataerkil aileye bırakmaya başladı. Kadın,
toplumdaki yerini kaybederek erkeğin egemenliği altına girdi. Eskiden dişi olan
tanrılar, erkekleşmeye başladı. Artık kam da kadın değil, erkek olacaktı.
Toplum aşağı barbarlık döneminden orta barbarlık dönemine
geçiyordu.
2- ORTA BARBARLIK DÖNEMİ
++++++++++++++++++++++++++
HAYVANLARIN EVCİLLEŞTİRİLMESİ
===============================
Orta Barbarlık dönemine geçişin en
önemli olayı, hayvanların evcilleştirilmesidir.
Bunun iki önemli sonucu oldu
1
Yüzyıllar süren bir geçiş dönemi
boyunca, erkeğin üremedeki yeri anlaşıldı.
Yanlarına erkek hayvan konulmayan
dişi hayvanlar, doğuramıyordu.
Böylece, kadının kutsallığı sorgulanmaya
başlandı.
Anasoylu aile yıkılma sürecine
girdi. Çünkü artık baba da bilinebiliyordu.
2
Evcilleştirilen hayvanlar
çoğaltılarak, düzenli et besini elde edilmeye başlandı.
Eski avcılık döneminde, erkek,
topluluğa düzenli et getiremiyordu.
Eski dönemde sadece kadın, düzenli
sebze meyve sağlıyordu. Kadının bu üstünlüğü de ortadan kalktı.
SABANIN BULUNUŞU
==================
Kadının topluluk içindeki konumunu
yerle bir eden üçüncü olay, sabanın bulunuşu idi.
Hayvanlar erkeğin sorumluluğunda
olduğundan, ve sabanı sürmek için erkeğin kas gücü daha uygun olduğundan, tahıl
ve sebze temini de erkeğin eline geçti.
Artık anasoylu ailenin yaşaması
için hiçbir gerekçe kalmamıştı.
Dölü de erkek veriyordu, eti ve
tahılı da erkek sağlıyordu, kabilenin savunmasını da erkek yapıyordu.
Kadın için çocuk doğurup yemek
yapmaktan başka bir uğraş alanı kalmamıştı.
YİN-YANG DENGESİ BOZULUYOR
=============================
Anasoylu toplumda iki karşıt unsur
arasında var olan denge durumu, kadın aleyhine tamamen değişiyor. Anasoylu aile
yıkılıyor. Yerine, unsurları arasında tam bir eşitsizlik durumu olan ataerkil
aile yapısı meydana geliyor.
BÜYÜK MÜCADELE
=================
Aile yapısının değişmesi ve
topluma kabul ettirilmesi kolay olmamıştır. Erkekler, bu yolda çok büyük bir
mücadele verdiler. Şamanın cinsiyet değiştirmesi mücadelesi buna örnektir.
AK KAM - KARA
KAM
===================
Erkek, üstünlüğünü tam olarak
kanıtlayabilmek için, kadınların elindeki görevlerin tümünü üzerine almalıydı.
Döl vermesi, et ve tahıl ihtiyacını karşılaması, topluluğu düşmana karşı
koruması yeterli değildi. Şamanlığı da kadının elinden almalıydı.
Fakat, bu bir anda olabilecek bir
şey değildir. Çünkü ilkel topluluk, binlerce yıldır kadın kam görmeye
alışmıştı. Kadının kam olması tamamen yasaklanamıyor. Erkek şamana AK KAM,
kadın şamana KARA KAM deniyor. Kadın artık murdar sayıldığı için, Ülgen adına
yapılan ayinleri artık erkek şaman yapıyor, kadınlar bu ayine katılamıyor.
KADININ MURDARLIĞI
===================
Anasoylu dönemde, kadındaki
kanamadan korkulduğu için ona bir nevi kutsallık atfediliyordu. Yeni dönemde,
kadına verilen bu kutsallığı ortadan kaldırmak için, erkek, kadının kanama
döneminde “murdar” olduğunu öne sürüyor, bu dönemlerde kadına yaklaşılırsa
murdarlık bulaşacağı uydurması ileriki dönemlerde bile devam ediyor. Uygarlığa
geçiş döneminde ortaya çıkan dinler de bu uydurmayı Tanrı emri kabul ediyorlar.
ÜLGEN BEY’İN (BAY ÜLGEN) ORTAYA
ÇIKIŞI
======================================
Eski Orta Asya Türkçesinde
Bay: Zengin
Ülgen: Ulu
anlamına gelmektedir. Erkekler
toplum içinde bir iktidar mücadelesi, kadını egemenlik altına alma mücadelesi
verirken, dişi yaratıcı Ak Ana’nın da yerini erkek bir yaratıcıya bırakması
gerekiyordu. İşte bu süreçte Ülgen Bey (Bay Ülgen) ortaya çıkar:
Gök ve yer yokken, uçsuz bucaksız deniz vardır. Ülgen Bey bu
deniz üzerinde uçuyor, konacak bir yer arıyordu... Birdenbire su yüzüne çıkan
bir taşı yakaladı ve üzerine oturdu... sonra dünyayı yaratmak istedi. O anda su
içinden Ak Ana çıkıverdi... “Bir nesne yaratmak istersen ‘yaptım, oldu’ de.!”
Ak Ana bunları söyledikten sonra sularda kayboldu.
Görüldüğü gibi, dişi yaratıcı,
yerini artık erkek yaratıcıya devretmekte ve ortadan kaybolmaktadır. Gökte,
yerdeki yeni duruma uygun yeni bir yaratıcı oluşmaktadır.
Daha doğrusu, eskiden var olan
dişi bir kutsallık, yeryüzünde erkeğin egemen olmaya başlaması ile uyum içinde
olarak, erkekleşmektedir. Ülgen, ilk tasarlandığında dişi bir tanrı idi. Bunu
şuradan anlıyoruz: Buryatlar, halen, “Ülgen, anamız yağız yer” demektedirler. Demek ki, aslında toprak tanrıçası olan
Ülgen, ataerkil dönemde erkek tanrıya dönüştü ve yerden göğün 7. katına çıktı.
Ak Ana’nın Ülgen’i toprak
tanrıçası olarak yaratmış olduğu düşünülebilir. Çünkü, Ak Ana, Ülgen Bey’e yol
göstermekte ve istediği şeyleri nasıl yaratacağını öğretmektedir. Yani Ak Ana,
daha üstün konumdadır.
Ak Ana’nın Ülgen’den daha
eski olduğu, başından beri var olan suda
bulunmakta ve yaratma gücüne sahip olmasından bellidir. Ülgen’in uçmaktan
yorulup konacak yer araması, ezelden beri su üzerinde uçar vaziyette olmadığını
gösteriyor.
ŞAMANIN CİNSİYET DEĞİŞTİRMESİ
==============================
Binlerce yıldır kadın kam görmeye
alışmış olan topluma kendilerini kabul ettirebilmek için, erkekler, kadına
benzemeye çalışıyorlar. Kadınsı elbise giyiyor ve göğüslerine metal göğüslükler
takıyorlar.
ŞAMANIN UÇUŞU
===============
Ak kam (erkek şaman), kadın
elbisesi giyer, göğüsleri temsilen yuvarlak madeni nesneler takar ve dişi ruhlar olan EMEGET leri yardıma çağırır. Bu dişi ruh, şamanın ikinci
benliğidir. Ayin sırasında içine girip şamanla bütünleşir, şuuruna hakim olur
ve onu tamamen kadınlaştırır.
Ak kam, göğün 7. katında oturan
Ülgen Bey’e doğru yol alırken, göğün 5. katına geldiğinde, yaratıcı dişi
tanrı YAYUÇI tarafından yolu kesilir. Ak
kam, bu kata yaklaştığında davuluna daha yavaş vurur ve sesini alçaltır.
Yayuçı’ya “anam” diye hitap eder.
Yayuçı ona: “Sen kimin
kalıntısısın, kimin torunusun, kanatlılar uçmayan, tırnaklılar basmayan bu yere
pis kokan böcek gibi nasıl geldin?” der. Şaman çok korkar ve geri geri giderek
yalvarmaya başlar. Yayuçı tekrar sorunca, cevap vermek zorunda kalır:
“Kara kamın kalıntısıyım... anam
Yayuçı Hatun... secde ediyorum” der. Yayuçı, bu cevaptan sonra onu bırakır.
Böylece ak kam (erkek), aslında bir kara kam (kadın) kalıntısı olduğunu hiç
istemediği halde Yayuçı’ya itiraf etmek zorunda kalır. Yayuçı’yı yumuşatmak ve
yol göstermesini sağlamak için şamanın gerçeği söylemesi yeterlidir. Çünkü Yayuçı’nın
beklediği sadece doğruluk, aslını inkar etmemektir.
SOPALI HATUN
=============
Dişi ruhlar yol gösterici,
yaratıcı, koruyucu, sabır, şefkat, merhamet telkin eden özellikler taşır
Bir Şaman duasında dişi ruhun yol
göstericilik özelliği açıkça görülüyor:
“Ey benim solumda bulunan Sopalı
Hatun! Yolumu şaşırırsam yolumu göster, ey büyük anam! Beni doğru yola gönder”
(Eski Türklerde sol taraf kutsal
sayılırdı.)
Erkek kutsallıklara da yönetim,
hakimiyet özellikleri verilir.
Burada, ataerkilliğin başlangıç
dönemlerinde olduğumuzu, dişi ruhların birtakım baskın özelliklerini hala
kaybetmemiş olduklarını anlıyoruz.
İNSANIN TÜREYİŞİ
================
İlk ana-kadın kendi soyunu üretir.
Kadın yağmurda dolaşmış veya mağarada uyurken sarkıtlardan damlayan sular içine
işlemiş ve ruh-çocuk karnına girmiş. Belki anasoylu aileden de önceki dönemin
inanışı böyle idi.
Sonra anasoylu dönem gelir. Bu
dönemde çocuğun ruhu Enem (anam) Yayuçı’nın iradesiyle kurtçuk şeklinde ananın
vücuduna girer.
Ataerkil döneme geçildiğinde,
inanış tekrar değişikliğe uğrar. Ülgen Bey, çocuğun doğması için verdiği emri
oğlu Yayık vasıtasıyla Yayuçı’ya gönderir. Yayuçı da, süt akı gölden
aldığı canla çocuğu doğurtur ve onu hayatı boyunca korur.
MADDE ÖNCE GELİR
==================
İşte anasoylu düzenin yerine
ataerkil ailenin geçişi olayında ve dişi tanrıların yerlerini erkek tanrılara
terk etmesi olayında, maddeci görüşün doğru olduğunu gözlemliyoruz.
İnsanlar düşünüp: “Soyumuzun
anadan gelmesi uygundur, anasoylu düzen kuralım” dememişlerdir. Yani, önce
düşünce meydana gelmemiştir. Aksine, insanlar erkeğin üremedeki rolünü
bilmedikleri için sadece kadının doğurduğunu görüyorlar, ve çocuk ile sadece
ananın bağlantısını biliyorlar. Baba diye bir şey bilinmiyor. Dolayısıyla çocuğun
soyunun anaya bağlanması doğal. Demek ki önce olay görülüyor, düşünce ona bağlı
olarak oluşuyor.
İnsanlar düşünüp: “Anasoylu düzen
iyi değil, ataerkil aileye geçelim” dememişler. Aksine, erkeğin üremedeki yeri
anlaşılınca çocuğun baba ile olan ilişkisi meydana çıkmış, ekonomi de erkeğin
eline geçince erkeğin üstünlüğü fikri gelişmiştir. Demek ki önce toplum içinde
erkek güçlendi, ataerkil aile fikri buna bağlı olarak oluştu.
Aynı şekilde, insanlar düşünüp
“dişi tanrılar uygun değil, tanrıları bundan böyle erkek yapalım” diye
düşünmediler. Yeryüzünde anasoylu aile ataerkil aileye dönüşünce, tanrıların da
erkek olması gerektiği fikri ortaya çıktı. Yani fikri meydana getiren maddedir.
YERLEŞİK DÜZENE GEÇİLMESİ
İLK BÜYÜK İŞ BÖLÜMÜ
==========================
Orta barbarlık döneminde bazı
kabileler yerleşik hayata geçiyor. Bunlar tarımcılığa başlıyorlar. Bitki
yetiştirmek öğrenilmiş, bunun yöntemlerini kadınlar geliştirmiş ancak yeterli
ürün alınamıyor. Erkekler avcılığa devam ediyorlar. Bu esnada madencilik
öğreniliyor, saban yapılıyor. Toprağı sürmek için çoban kabilelerden evcil
hayvan alınıyor, sabanı sürmek güç gerektirdiğinden tarım da erkeklerin eline
geçiyor.
Böylece tarihte ilk defa olarak
iki farklı tipte yaşam biçimi meydana geliyor: Göçebe çoban kabileler ve
yerleşik tarımcı kabileler.
3-YUKARI BARBARLIK DÖNEMİ
++++++++++++++++++++++++++++
ÖZEL MÜLKİYETİN ORTAYA ÇIKIŞI
==============================
Çoğalan hayvanlar ve artan toprak
mahsulleri, kabile yöneticilerinin ellerinde birikmeye
başlıyor. Böylece özel mülkiyet
ortaya çıkıyor.
KÖLELİĞİN ORTAYA ÇIKIŞI
=======================
Köle niçin var? Bunu anlamaya çalışalım.
Değişik felsefi yaklaşımlara göre, şu cevaplar elde edilir:
1- Berkeleyci
ruhçunun anlayışı:
Köle kavramını insanların zihnine Tanrı
sokmuştur. Zaten köle diye maddi bir şey de yoktur. Herşey bizim zihnimizde
vardır, gerçekte madde yoktur.
Bu anlayışı sadece "amin" diye
yorumlayabiliriz.
2- Ruhçu felsefeyi
kabul eden kişinin anlayışı:
Bazı akıllı insanların aklına birdenbire,
"Bizim yaptığımız şey salaklık, esirleri niye öldürüyoruz ki, onları köle
olarak kullansak ya" gibi dahiyane bir fikir geldi, ve ondan sonra kölelik
başladı.
Bu anlayışta, idea (fikir, düşünce) önce
gelmekte, önce kölelik fikri oluşmakta, sonra bu fikir maddi hayatta tatbik
edilmekte. Yani fikir (ruh) maddeyi belirliyor.
Veya din ile açıklama: Köle sahipleri,
köleciliği haklı göstermek için şöyle der:
"Tanrı insanları köleler ve hür
insanlar olarak iki kısım yaratmıştır."
Veya Roma İmparatorluğu'nun açıklaması:
"Kölelik, kötü bir talihtir."
3- Maddeci felsefeyi
kabul eden kişinin açıklaması:
Üretim araçlarının verimliliği, herkesin
kendisinden başka kişileri da besleyebileceği bir yetkinliğe eriştiğinde,
esirlerin öldürülmemesi fikri ortaya çıktı.
Demek ki bu anlayışta, önce maddi değişim (üretim
araçlarının gelişimi) meydana geliyor, eskiden her birey ancak kendine yetecek
kadar üretim yapabiliyorken, esiri yaşatmanın anlamı yoktu; şimdi bir kişi
birçok kişiye yetecek kadar üretim yapabiliyor, esiri köle olarak çalıştırma
gibi bir fikrin doğacağı maddi temel meydana geliyor. Yani madde önce,
maddeye bağlı olarak da fikir sonradan ortaya çıktı. Yani fikirleri meydana
getiren, maddi gerçekliktir.
Yarım asır önce çıkan (Yeni Adam) dergisinde yayınlanmış
olan bir makalede, Gülsüm Sepetçioğlu, maddeci dünya görüşünün doğruluğunu şu
örnekle açıklıyor:
NİÇİN ÖLDÜRÜYORLAR, NİÇİN ÖLDÜRMÜYORLAR
==========================================
Plehanof, "Marksizmin Esas Meseleleri" adlı
eserinde, aşağıdaki sosyal olguyu ele alıyor. Müellifin (yazarın) bu vaka
üzerinde duruşunu enteresan bulduğumuz için, hulasatan (özet olarak)
sütunlarımıza geçiriyoruz: Şarki Afrika'da yaşayan Massaylar harpte ellerine
geçen esirleri öldürüyorlar, Wakambalar ise öldürmüyorlar, onları tarlalarda
köle olarak çalıştırıyorlar. Birbirine komşu olan bu iki kabilenin bu hareket
tarzına sebep nedir? Ekonomi politik bakımından buna sebep, Massayların çoban,
Wakambaların ise çiftçi olmasıdır. Zira Massaylar, esirlerin iş kuvvetinden
istifade edecek teknik imkana malik değildirler. Wakambalar ise bu işi istismar
etmek, ondan faydalanmak vasıtasına maliktirler. Bunun içindir ki esirlere
hayatlarını bağışlarlar ve onları kendilerine köle yaparlar. Demek oluyor ki,
esaretin vücut bulması (köleliğin ortaya çıkışı), sosyal kuvvetlerin, esirlerin
işini işleterek faydalanmaya müsaade eden bir inkişaf seviyesine (gelişme
düzeyine) vasıl olmasiyle mümkündür. Esaret (kölelik) bir istihsal münasebeti
(üretim ilişkisi) olduğuna göre, esaretin meydana gelişi, o ana kadar ancak
cins (kadın-erkek) ve yaş cihetinden taksime uğramış olan bir sosyetenin
(toplumun) sınıflara bölündüğünü, sınıflaştığını gösterir. Bu sınıflaşma
hareketi, ziraatle geçinen bir kabilede, çobanlıkla geçinen kabileye nazaran
(göre) daha barizdir (belirgindir). Bunu, ele aldığımız misalde de açıkça
görüyoruz. Massayların esirleri öldürmeleri, Wakambalara nazaran daha katı
yürekli ve daha kan dökücü olmalarından değil, çoban olmalarındandır.
Demek ki, çoban kabile, esirler bir işine yaramadığı için
öldürüyor, tarımcı kabile ise, belli bir üretim tekniğine ulaştığı ve bir
insanın tarlada çalışması ile birçok insana yetecek kadar mahsul
yetiştirebileceği düzeye geldiği için, esirleri öldürmeyerek çalıştırıyor ve
kabile üyeleri, daha başka işlerle
uğraşacak zaman sahibi oluyorlar. Böylece köleci topluma geçiliyor.
MEDENİYETE (UYGARLIĞA) GEÇİŞ
=============================
Köleci - Feodal düzene geçen toplumda ordu ve devlet örgütleri
oluşmaya başlıyor, barbar ilkel eşitlikçi toplum medeniyete adım atıyor
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder