30 Ağustos 2014 Cumartesi

Tarihsel Maddecilik (Giriş bölümü - İlkel topluluk)

TARİHSEL MADDECİLİK 
Giriş bölümü - İlkel topluluk
+++++++++++++++++++++++

EŞİTSİZ GELİŞME KANUNU
++++++++++++++++++++++++

Çok eskiden bütün insanlar ilkel kabileler halinde yaşıyorlardı. Zamanla bu kabilelerden bazıları köleci topluma, feodal topluma (toprak ağalığı düzenine) geçtiler. Sonra bazı feodal toplumlar kapitalist topluma dönüştü.

Ama hala yeryüzünde çok az da olsa ilkel kabileleri, toprak ağalığını görüyoruz. Buradan anlıyoruz ki, dünya üzerindeki insan topluluklarının hepsi aynı anda aynı gelişmeleri gösterememişlerdir. Bazı toplumlar ilerlerken, daha ileri aşamalara geçerken, bazıları hemen hiç gelişmemiş, bazıları daha az gelişmiştir.

Öyleyse, buradan, toplumların gelişme kanunlarından en temel olanını şöyle ifade edebiliriz:
İnsan toplulukları arasında eşitsiz gelişme kanunu yürürlüktedir.


İLKEL EŞİTLİKÇİ TOPLUMLAR
+++++++++++++++++++++++++++

İlk insanlar, ilkel eşitlikçi toplumlar halinde örgütlenmişlerdi. Morgan, Kuzey Amerika yerlileri (Kızılderililer) arasında çalışarak, bu toplumlar hakkında ilk bilgileri derledi.

Daha sonra, bunlardan daha geri olan Avustralya ve Amazon yerlileri incelendi. Asya’da Altaylar’da, Moğolistan’da, Yakut bölgesinde yapılan çalışmalarla bilgiler ilerledi.

I - AŞAĞI BARBARLIK DÖNEMİ
+++++++++++++++++++++++++++

İŞ BÖLÜMÜ
==========
Bu ilk dönemde, insanlar üretim yapmayı bilmiyorlardı.
İnsanlar arasında yaşa ve cinsiyete dayalı bir iş bölümü vardı.
Erkekler vahşi hayvanları avlamakla yükümlü idiler.
Erkeklerin ikinci görevi kabileyi savunmaktı.
Kadınlar ise bitki ve meyve toplayıcılığı yapıyorlardı.
Onların diğer görevi, yaşanan yeri korumak ve çocuklara bakmak idi. Bundan dolayı yaşanan yerin çok fazla uzağına gitmiyorlardı.

AVCILIK
=======
O çağda hayvanlar vahşi idi. İnsanların gelişmiş silahları yoktu. Bazen bir taş, bazen bir odun parçası ile hayvanları avlamaya çalışıyorlardı. Bunun için hayvanı bir noktada kıstırmak gerekiyordu. Dolayısıyla birçok insanın bir araya gelmesi gerekli idi. Erkekler bu yüzden avlanmaya topluca çıkıyorlardı.

YİYECEK YETERSİZLİĞİ
====================
Avcılık ve sebze-meyve toplayıcılığından elde edilen yiyecekler topluluğun ihtiyacına ancak yetiyordu. Bu yiyeceklerin, topluluğun her ferdine eşit olarak dağıtılması gerekiyordu. Bazı kişiler daha az yiyecek alsa, hayatlarını devam ettiremez duruma düşebilirlerdi. Bu ise, istenmeyen bir durumdu. Çünkü hem av için, hem de diğer kabilelerden gelen saldırılara karşı koymak için belirli sayıda erkeğe ihtiyaç vardı. Bunun için, kabilenin nüfusunun azalmaması gerekiyordu. Bu topluluğa “İlkel eşitlikçi toplum” denmesinin nedeni budur. Yiyecekler zorunlu olarak eşit dağıtıldığı için, bu topluma ilkel eşitlikçi bir toplum diyoruz.

SAVAŞ
======
Rakip kabileler arasındaki bir savaş sonucunda esir alınanlar:
-Ya öldürülüyor
-Veya topluluğa kabul ediliyorlardı
Niçin öldürüyorlar?
Çünkü, onları esir olarak tutmanın bir anlamı yok. O çağda bir kişi ancak kendisi için gereken yiyeceği sağlayabildiği, yani bir kişi çalışarak 5-10 kişiye, hatta 2-3 kişiye bile yetecek kadar yiyecek temin edemediği için, esirler bir işe yaramazdı.
Niçin topluluğa kabul ediyorlar?
Eğer bir topluluğun nüfusu çeşitli nedenlerle azalmış ise, kabileyi kuvvetlendirmek için, esirler, eşit haklara sahip üye olarak o kabileye kabul edilirler. Yani ilkel toplumlarda ikinci sınıf insan gurubu bulunmaz.

MÜLKİYET
=========
Bu aşamadaki toplumlarda özel mülkiyet görülmez. Çok az olan kullanım gereçleri, doğal olarak herkesin kullanımına açık olmalıdır. Özel mülkiyetin olmaması, malların yetersiz oluşunun doğal bir sonucudur.

ANASOYLU AİLE
==============
Babanın üremedeki yeri bilinmediği için, çocuğun sadece anası biliniyordu. Bundan dolayı, bu toplumlarda anasoylu aile düzeni vardı. Ana ile dayı, çocuklar üzerinde eşit hak sahibi oluyordu. “Dayı mısın” deyimi, bu çok uzak geçmişimizin bir kalıntısıdır.

CİNSLER ARASI TAMAMLAYICILIK MODELİ
=====================================
Erkeklerin getirdiği av eti düzensiz idi. Bu yüzden erkeklerin topluluğa katkısı çok güvenilir değildi. Ama erkekler av faaliyeti ile kaslarını geliştirdiklerinden, savaşlarda topluluğu koruyorlardı.

Kadınların bitki-meyve toplayıcılığı daha düzenli yiyecek sağlıyordu. Üstelik kadın doğuruyor, kabilenin devamını sağlıyordu. Bundan başka, kadınlarda belli dönemlerde olan kanama, onları öldürmüyordu. Halbuki avda vahşi hayvanın yaraladığı erkek, kan kaybından ölüyordu. Anlam veremedikleri bu durum, kadının bir nevi kutsallık kazanmasına neden oluyor, erkekler onlardan çekiniyordu. Böylece anasoylu aile düzeni, kutsal bir neden de kazanmış oluyordu.

Erkeğin gücü ile kadının gizemi (doğum ve kanama)  birbirini dengeliyor, böylece her iki cins, birbirleri üzerinde tahakküm kurmadan denge halinde yaşıyorlardı.

Dolayısıyla, bu toplulukta “politik güç” olarak bildiğimiz bir iktidar durumu yoktur.
Bunun yerine, eşdeğerde olan kadın-ana ile kutsal-avcı vardır.
Anasoyluluk, erkeğin ikincil konumda olduğu bir topluluk değildir.
Bundan dolayı, bu topluma “anaerkil” demek yanlış olacaktır.
Çünkü kadının erki, egemenliği söz konusu değildir.

Erkek ve kadın kendi alanlarında değişik güç alanlarını denetlemekte, diğeri üzerinde bu yolla özel bir etki yaratmakta idi.
Kutsal ayinleri kadınların gerçekleştirmesi, düzenli bitkisel yiyecek sağlaması, doğum vs. gibi özellikleri kadını otorite kılmıyor, fakat bedensel güç üstünlüğü olan erkek karşısında kadının aşağı duruma düşmesini önleyerek denge sağlıyordu.

 YİN – YANG
==========
Yin ile Yang, iki karşıt ilkeyi temsil eder.
Bu iki karşıtın denge durumunda olmasına İYİ, dengenin bozulması durumuna ise KÖTÜ denir. Örneğimizde bu karşıtlar kadın ile erkektir.
Anasoylu toplumda bu iki unsur denge halindedir.
Daha sonra göreceğimiz ataerkil aileye geçiş döneminde erkek eliyle “iktidar” denen olgu yaratılır. Artık karşıtlardan biri diğerinin egemenliğine girmiş, ikinci sınıf konuma düşmüş, doğal denge bozulmuştur.
Pandora’nın kutusu dediğimiz “kötülük kutusu” açılmıştır.
Yin ile Yang arasındaki denge bozulmuştur.
Tekrar denge durumuna geçmek için, erkek ile kadın arasındaki eşitsizlik giderilmelidir.

İLKEL DOĞAÜSTÜ İNANIŞLAR
==========================
O çağda insanlar doğa kuvvetleri karşısında son derece savunmasızdı. Vahşi hayvanlar, yağmur ve seller, gök gürültüsü, şimşek, rüzgar, orman yangınları insanlarda tarifsiz korkular yaratıyordu. Açıklayamadıkları bu tehlikeler, onların arkasında göremedikleri bazı varlıkların  olduğu sanısını veriyordu. Gördükleri rüyalarda onları şaşırtan şeyler oluyor, hayal ve gerçek içinde, düşmanlarla dolu bir doğa içerisinde, doğaüstü güçler vehmediyorlar ve böylece ilk inançlar filizleniyor.

Yıldızlarda, hareket eden gök cisimlerinde kutsallık görüyorlar, ruhlarla karışık anlatılmaz duygulara kapılıyorlardı.

AK ENE (AK ANA)
================
Orta ve Kuzey Asya’da yaşayan Türk ve Moğol kabilelerinde yapılan çalışmalar sonucunda, en eski kutsal varlığın bir dişi tanrı olduğu anlaşılmıştır. Sudan çıkan ve suda yaşayan Ak Ana dünyayı ve canlıları yaratmıştır.
Anasoyluluk döneminde inanılan ilk tanrının dişi olması doğaldır. Erkeğin üremedeki yeri bilinmediği için, doğuran kadın “yaratıcı” olarak algılanıyor. Bu da, kutsal yaratıcı ruhun dişi olması sonucunu doğuruyor.
İşte burada, felsefenin temel sorusu olan “madde mi, yoksa ruh (yani düşünce) mi önce gelir” sorusunun cavabını verebiliriz.
İnsanlar önce “yaratıcı dişidir” diye düşünüp ondan sonra soylarının anadan gelmesinin doğru olacağı, yaratıcı dişi olduğu için kadına da kutsallık verilmesi gerektiği sonucuna varmıyorlar.
Yani önce düşünce, sonra davranış gelmiyor.
Aksine, önce kadının doğurduğunu görüyorlar, çocuğu doğuran dişi ise, dünyayı ve canlıları yaratanın da dişi olması gerektiği fikri doğuyor.
Yani insanlar önce maddeyi görüyorlar (doğuran kadın), sonra yaratıcının da dişi olması gerektiği sonucuna varıyorlar.
O halde, felsefenin temel sorusuna ruhçuların verdiği cevap yanlış, maddecilerin verdiği cevap doğrudur. Yani önce madde vardır, madde insanda düşünceyi doğurur.

KAYRA KAN
===========
Ak Ana’nın diğer bir adı da Kayra Kan’dır.
“Kan” kelimesi, kadın adlarının ikinci kısmını teşkil ediyordu. Kan, aynı zamanda kandaş ilkel kabilenin de simgesidir.
Kan kelimesi, ataerkil aileye evrimleşme döneminde Han, Hakan, Kağan şeklinde değişikliğe uğradı. Anasoylu dönemde sadece kadın adlarının ardından kullanılırken, geçiş döneminde hem kadın hem de erkeklerde kullanıldı. Ataerkil ailenin tamamen oturmasından sonra ise artık sadece erkek adlarına eklendi.

“Kan” kelimesi, “hakan, kral” anlamında diğer  dillere de geçti: İngilizce “king”, Almanca “könig”, İsveççe “kung”, Çince “huang”, “wang” hep Türkçe “kan” kelimesinden gelir.

“Kan”, aynı zamanda hem kabilenin ortak kökenine, hem de aynı kandan geldiğine işaret eder. Bu anlamda Latinceye “gens” olarak geçmiştir. Genesis=ortak kan bağından türeyiş, genetik=kan bağını araştıran bilim dalı.

Bazı bölgelerde ilk tanrıça adı olarak Tur Ana görülür.

ŞAMANİZM
==========
Tespit edilebilen ilk dinsel törenler “Şamanizm” adı ile tanınır.
Moğollar dinsel töreni yapan kişiye “şaman” derler. Türkler “kam” der.
Türkler bu inanç aşamasına daha önce ulaşmışlar, onlardan geri olan Moğollar bu inancın ögelerini Türklerden almışlar. Ancak, araştırmacılar bunu önce Moğollarda gördükleri için, dünyaya bu inanç Moğolca adıyla tanıtılmış, “şaman” kelimesinin Türkçe “kam”dan geldiği anlaşıldıktan sonra bile bu alışkanlık bozulmamış.

Anasoylu aşağı barbarlık döneminde kam (şaman) kadın idi.

ORTA BARBARLIK DÖNEMİNE EVRİLME
==================================
Bazı hayvanların evcilleştirilmeye başlanması, tarımın öğrenilmesi, erkeğin üremedeki rolünün öğrenilmesi gibi ilerlemeler sonucunda, anasoylu aile yerini yavaş yavaş ataerkil aileye bırakmaya başladı. Kadın, toplumdaki yerini kaybederek erkeğin egemenliği altına girdi. Eskiden dişi olan tanrılar, erkekleşmeye başladı. Artık kam da kadın değil, erkek olacaktı.

Toplum aşağı barbarlık döneminden orta barbarlık dönemine geçiyordu.


2- ORTA BARBARLIK DÖNEMİ
++++++++++++++++++++++++++

HAYVANLARIN EVCİLLEŞTİRİLMESİ
===============================
Orta Barbarlık dönemine geçişin en önemli olayı, hayvanların evcilleştirilmesidir.
Bunun iki önemli sonucu oldu
1
Yüzyıllar süren bir geçiş dönemi boyunca, erkeğin üremedeki yeri anlaşıldı.
Yanlarına erkek hayvan konulmayan dişi hayvanlar, doğuramıyordu.
Böylece, kadının kutsallığı sorgulanmaya başlandı.
Anasoylu aile yıkılma sürecine girdi. Çünkü artık baba da bilinebiliyordu.
2
Evcilleştirilen hayvanlar çoğaltılarak, düzenli et besini elde edilmeye başlandı.
Eski avcılık döneminde, erkek, topluluğa düzenli et getiremiyordu.
Eski dönemde sadece kadın, düzenli sebze meyve sağlıyordu. Kadının bu üstünlüğü de ortadan kalktı.

SABANIN BULUNUŞU
==================
Kadının topluluk içindeki konumunu yerle bir eden üçüncü olay, sabanın bulunuşu idi.
Hayvanlar erkeğin sorumluluğunda olduğundan, ve sabanı sürmek için erkeğin kas gücü daha uygun olduğundan, tahıl ve sebze temini de erkeğin eline geçti.
Artık anasoylu ailenin yaşaması için hiçbir gerekçe kalmamıştı.
Dölü de erkek veriyordu, eti ve tahılı da erkek sağlıyordu, kabilenin savunmasını da erkek yapıyordu.
Kadın için çocuk doğurup yemek yapmaktan başka bir uğraş alanı kalmamıştı.

YİN-YANG DENGESİ BOZULUYOR
=============================
Anasoylu toplumda iki karşıt unsur arasında var olan denge durumu, kadın aleyhine tamamen değişiyor. Anasoylu aile yıkılıyor. Yerine, unsurları arasında tam bir eşitsizlik durumu olan ataerkil aile yapısı meydana geliyor.

BÜYÜK MÜCADELE
=================
Aile yapısının değişmesi ve topluma kabul ettirilmesi kolay olmamıştır. Erkekler, bu yolda çok büyük bir mücadele verdiler. Şamanın cinsiyet değiştirmesi mücadelesi buna örnektir.

AK KAM  -  KARA KAM
===================
Erkek, üstünlüğünü tam olarak kanıtlayabilmek için, kadınların elindeki görevlerin tümünü üzerine almalıydı. Döl vermesi, et ve tahıl ihtiyacını karşılaması, topluluğu düşmana karşı koruması yeterli değildi. Şamanlığı da kadının elinden almalıydı.
Fakat, bu bir anda olabilecek bir şey değildir. Çünkü ilkel topluluk, binlerce yıldır kadın kam görmeye alışmıştı. Kadının kam olması tamamen yasaklanamıyor. Erkek şamana AK KAM, kadın şamana KARA KAM deniyor. Kadın artık murdar sayıldığı için, Ülgen adına yapılan ayinleri artık erkek şaman yapıyor, kadınlar bu ayine katılamıyor.

KADININ MURDARLIĞI
===================
Anasoylu dönemde, kadındaki kanamadan korkulduğu için ona bir nevi kutsallık atfediliyordu. Yeni dönemde, kadına verilen bu kutsallığı ortadan kaldırmak için, erkek, kadının kanama döneminde “murdar” olduğunu öne sürüyor, bu dönemlerde kadına yaklaşılırsa murdarlık bulaşacağı uydurması ileriki dönemlerde bile devam ediyor. Uygarlığa geçiş döneminde ortaya çıkan dinler de bu uydurmayı Tanrı emri kabul ediyorlar.
  
ÜLGEN BEY’İN (BAY ÜLGEN) ORTAYA ÇIKIŞI
======================================
Eski Orta Asya Türkçesinde
Bay: Zengin
Ülgen: Ulu
anlamına gelmektedir. Erkekler toplum içinde bir iktidar mücadelesi, kadını egemenlik altına alma mücadelesi verirken, dişi yaratıcı Ak Ana’nın da yerini erkek bir yaratıcıya bırakması gerekiyordu. İşte bu süreçte Ülgen Bey (Bay Ülgen) ortaya çıkar:

Gök ve yer yokken, uçsuz bucaksız deniz vardır. Ülgen Bey bu deniz üzerinde uçuyor, konacak bir yer arıyordu... Birdenbire su yüzüne çıkan bir taşı yakaladı ve üzerine oturdu... sonra dünyayı yaratmak istedi. O anda su içinden Ak Ana çıkıverdi... “Bir nesne yaratmak istersen ‘yaptım, oldu’ de.!” Ak Ana bunları söyledikten sonra sularda kayboldu.

Görüldüğü gibi, dişi yaratıcı, yerini artık erkek yaratıcıya devretmekte ve ortadan kaybolmaktadır. Gökte, yerdeki yeni duruma uygun yeni bir yaratıcı oluşmaktadır.

Daha doğrusu, eskiden var olan dişi bir kutsallık, yeryüzünde erkeğin egemen olmaya başlaması ile uyum içinde olarak, erkekleşmektedir. Ülgen, ilk tasarlandığında dişi bir tanrı idi. Bunu şuradan anlıyoruz: Buryatlar, halen, “Ülgen, anamız yağız yer” demektedirler. Demek ki, aslında toprak tanrıçası olan Ülgen, ataerkil dönemde erkek tanrıya dönüştü ve yerden göğün 7. katına çıktı.

Ak Ana’nın Ülgen’i toprak tanrıçası olarak yaratmış olduğu düşünülebilir. Çünkü, Ak Ana, Ülgen Bey’e yol göstermekte ve istediği şeyleri nasıl yaratacağını öğretmektedir. Yani Ak Ana, daha üstün konumdadır.

Ak Ana’nın Ülgen’den daha eski  olduğu, başından beri var olan suda bulunmakta ve yaratma gücüne sahip olmasından bellidir. Ülgen’in uçmaktan yorulup konacak yer araması, ezelden beri su üzerinde uçar vaziyette olmadığını gösteriyor.

ŞAMANIN CİNSİYET DEĞİŞTİRMESİ
==============================
Binlerce yıldır kadın kam görmeye alışmış olan topluma kendilerini kabul ettirebilmek için, erkekler, kadına benzemeye çalışıyorlar. Kadınsı elbise giyiyor ve göğüslerine metal göğüslükler takıyorlar.

ŞAMANIN UÇUŞU
===============
Ak kam (erkek şaman), kadın elbisesi giyer, göğüsleri temsilen yuvarlak madeni nesneler takar ve dişi ruhlar olan EMEGET leri yardıma çağırır. Bu dişi ruh, şamanın ikinci benliğidir. Ayin sırasında içine girip şamanla bütünleşir, şuuruna hakim olur ve onu tamamen kadınlaştırır.

Ak kam, göğün 7. katında oturan Ülgen Bey’e doğru yol alırken, göğün 5. katına geldiğinde, yaratıcı dişi tanrı YAYUÇI tarafından yolu kesilir. Ak kam, bu kata yaklaştığında davuluna daha yavaş vurur ve sesini alçaltır. Yayuçı’ya “anam” diye hitap eder.

Yayuçı ona: “Sen kimin kalıntısısın, kimin torunusun, kanatlılar uçmayan, tırnaklılar basmayan bu yere pis kokan böcek gibi nasıl geldin?” der. Şaman çok korkar ve geri geri giderek yalvarmaya başlar. Yayuçı tekrar sorunca, cevap vermek zorunda kalır:

“Kara kamın kalıntısıyım... anam Yayuçı Hatun... secde ediyorum” der. Yayuçı, bu cevaptan sonra onu bırakır. Böylece ak kam (erkek), aslında bir kara kam (kadın) kalıntısı olduğunu hiç istemediği halde Yayuçı’ya itiraf etmek zorunda kalır. Yayuçı’yı yumuşatmak ve yol göstermesini sağlamak için şamanın gerçeği söylemesi yeterlidir. Çünkü Yayuçı’nın beklediği sadece doğruluk, aslını inkar etmemektir.

SOPALI HATUN
=============
Dişi ruhlar yol gösterici, yaratıcı, koruyucu, sabır, şefkat, merhamet telkin eden özellikler taşır
Bir Şaman duasında dişi ruhun yol göstericilik özelliği açıkça görülüyor:
“Ey benim solumda bulunan Sopalı Hatun! Yolumu şaşırırsam yolumu göster, ey büyük anam! Beni doğru yola gönder”
(Eski Türklerde sol taraf kutsal sayılırdı.)
Erkek kutsallıklara da yönetim, hakimiyet özellikleri verilir.
Burada, ataerkilliğin başlangıç dönemlerinde olduğumuzu, dişi ruhların birtakım baskın özelliklerini hala kaybetmemiş olduklarını anlıyoruz.

İNSANIN TÜREYİŞİ
================
İlk ana-kadın kendi soyunu üretir. Kadın yağmurda dolaşmış veya mağarada uyurken sarkıtlardan damlayan sular içine işlemiş ve ruh-çocuk karnına girmiş. Belki anasoylu aileden de önceki dönemin inanışı böyle idi.

Sonra anasoylu dönem gelir. Bu dönemde çocuğun ruhu Enem (anam) Yayuçı’nın iradesiyle kurtçuk şeklinde ananın vücuduna girer.

Ataerkil döneme geçildiğinde, inanış tekrar değişikliğe uğrar. Ülgen Bey, çocuğun doğması için verdiği emri oğlu Yayık vasıtasıyla Yayuçı’ya gönderir. Yayuçı da, süt akı gölden aldığı canla çocuğu doğurtur ve onu hayatı boyunca korur.

MADDE ÖNCE GELİR
==================
İşte anasoylu düzenin yerine ataerkil ailenin geçişi olayında ve dişi tanrıların yerlerini erkek tanrılara terk etmesi olayında, maddeci görüşün doğru olduğunu gözlemliyoruz.

İnsanlar düşünüp: “Soyumuzun anadan gelmesi uygundur, anasoylu düzen kuralım” dememişlerdir. Yani, önce düşünce meydana gelmemiştir. Aksine, insanlar erkeğin üremedeki rolünü bilmedikleri için sadece kadının doğurduğunu görüyorlar, ve çocuk ile sadece ananın bağlantısını biliyorlar. Baba diye bir şey bilinmiyor. Dolayısıyla çocuğun soyunun anaya bağlanması doğal. Demek ki önce olay görülüyor, düşünce ona bağlı olarak oluşuyor.

İnsanlar düşünüp: “Anasoylu düzen iyi değil, ataerkil aileye geçelim” dememişler. Aksine, erkeğin üremedeki yeri anlaşılınca çocuğun baba ile olan ilişkisi meydana çıkmış, ekonomi de erkeğin eline geçince erkeğin üstünlüğü fikri gelişmiştir. Demek ki önce toplum içinde erkek güçlendi, ataerkil aile fikri buna bağlı olarak oluştu.

Aynı şekilde, insanlar düşünüp “dişi tanrılar uygun değil, tanrıları bundan böyle erkek yapalım” diye düşünmediler. Yeryüzünde anasoylu aile ataerkil aileye dönüşünce, tanrıların da erkek olması gerektiği fikri ortaya çıktı. Yani fikri meydana getiren maddedir.


YERLEŞİK DÜZENE GEÇİLMESİ
İLK BÜYÜK İŞ BÖLÜMÜ
==========================
Orta barbarlık döneminde bazı kabileler yerleşik hayata geçiyor. Bunlar tarımcılığa başlıyorlar. Bitki yetiştirmek öğrenilmiş, bunun yöntemlerini kadınlar geliştirmiş ancak yeterli ürün alınamıyor. Erkekler avcılığa devam ediyorlar. Bu esnada madencilik öğreniliyor, saban yapılıyor. Toprağı sürmek için çoban kabilelerden evcil hayvan alınıyor, sabanı sürmek güç gerektirdiğinden tarım da erkeklerin eline geçiyor.

Böylece tarihte ilk defa olarak iki farklı tipte yaşam biçimi meydana geliyor: Göçebe çoban kabileler ve yerleşik tarımcı kabileler.



3-YUKARI BARBARLIK DÖNEMİ
++++++++++++++++++++++++++++

ÖZEL MÜLKİYETİN ORTAYA ÇIKIŞI
==============================
Çoğalan hayvanlar ve artan toprak mahsulleri, kabile yöneticilerinin ellerinde birikmeye
başlıyor. Böylece özel mülkiyet ortaya çıkıyor.

KÖLELİĞİN ORTAYA ÇIKIŞI
=======================
Köle niçin var? Bunu anlamaya çalışalım.
Değişik felsefi yaklaşımlara göre, şu cevaplar elde edilir:

1- Berkeleyci ruhçunun anlayışı:
    Köle kavramını insanların zihnine Tanrı sokmuştur. Zaten köle diye maddi bir şey de yoktur. Herşey bizim zihnimizde vardır, gerçekte madde yoktur.
    Bu anlayışı sadece "amin" diye yorumlayabiliriz.

2- Ruhçu felsefeyi kabul eden kişinin anlayışı:
    Bazı akıllı insanların aklına birdenbire, "Bizim yaptığımız şey salaklık, esirleri niye öldürüyoruz ki, onları köle olarak kullansak ya" gibi dahiyane bir fikir geldi, ve ondan sonra kölelik başladı.
    Bu anlayışta, idea (fikir, düşünce) önce gelmekte, önce kölelik fikri oluşmakta, sonra bu fikir maddi hayatta tatbik edilmekte. Yani fikir (ruh) maddeyi belirliyor.
    Veya din ile açıklama: Köle sahipleri, köleciliği haklı göstermek için şöyle der:
    "Tanrı insanları köleler ve hür insanlar olarak iki kısım yaratmıştır."
    Veya Roma İmparatorluğu'nun açıklaması:
    "Kölelik, kötü bir talihtir."

3- Maddeci felsefeyi kabul eden kişinin açıklaması:
    Üretim araçlarının verimliliği, herkesin kendisinden başka kişileri da besleyebileceği bir yetkinliğe eriştiğinde, esirlerin öldürülmemesi fikri ortaya çıktı.
  
Demek ki bu anlayışta, önce maddi değişim (üretim araçlarının gelişimi) meydana geliyor, eskiden her birey ancak kendine yetecek kadar üretim yapabiliyorken, esiri yaşatmanın anlamı yoktu; şimdi bir kişi birçok kişiye yetecek kadar üretim yapabiliyor, esiri köle olarak çalıştırma gibi bir fikrin doğacağı maddi temel meydana geliyor.  Yani madde önce, maddeye bağlı olarak da fikir sonradan ortaya çıktı. Yani fikirleri meydana getiren, maddi gerçekliktir.


Yarım asır önce çıkan (Yeni Adam) dergisinde yayınlanmış olan bir makalede, Gülsüm Sepetçioğlu, maddeci dünya görüşünün doğruluğunu şu örnekle açıklıyor:

NİÇİN ÖLDÜRÜYORLAR, NİÇİN ÖLDÜRMÜYORLAR
 ==========================================
Plehanof, "Marksizmin Esas Meseleleri" adlı eserinde, aşağıdaki sosyal olguyu ele alıyor. Müellifin (yazarın) bu vaka üzerinde duruşunu enteresan bulduğumuz için, hulasatan (özet olarak) sütunlarımıza geçiriyoruz: Şarki Afrika'da yaşayan Massaylar harpte ellerine geçen esirleri öldürüyorlar, Wakambalar ise öldürmüyorlar, onları tarlalarda köle olarak çalıştırıyorlar. Birbirine komşu olan bu iki kabilenin bu hareket tarzına sebep nedir? Ekonomi politik bakımından buna sebep, Massayların çoban, Wakambaların ise çiftçi olmasıdır. Zira Massaylar, esirlerin iş kuvvetinden istifade edecek teknik imkana malik değildirler. Wakambalar ise bu işi istismar etmek, ondan faydalanmak vasıtasına maliktirler. Bunun içindir ki esirlere hayatlarını bağışlarlar ve onları kendilerine köle yaparlar. Demek oluyor ki, esaretin vücut bulması (köleliğin ortaya çıkışı), sosyal kuvvetlerin, esirlerin işini işleterek faydalanmaya müsaade eden bir inkişaf seviyesine (gelişme düzeyine) vasıl olmasiyle mümkündür. Esaret (kölelik) bir istihsal münasebeti (üretim ilişkisi) olduğuna göre, esaretin meydana gelişi, o ana kadar ancak cins (kadın-erkek) ve yaş cihetinden taksime uğramış olan bir sosyetenin (toplumun) sınıflara bölündüğünü, sınıflaştığını gösterir. Bu sınıflaşma hareketi, ziraatle geçinen bir kabilede, çobanlıkla geçinen kabileye nazaran (göre) daha barizdir (belirgindir). Bunu, ele aldığımız misalde de açıkça görüyoruz. Massayların esirleri öldürmeleri, Wakambalara nazaran daha katı yürekli ve daha kan dökücü olmalarından değil, çoban olmalarındandır.

Demek ki, çoban kabile, esirler bir işine yaramadığı için öldürüyor, tarımcı kabile ise, belli bir üretim tekniğine ulaştığı ve bir insanın tarlada çalışması ile birçok insana yetecek kadar mahsul yetiştirebileceği düzeye geldiği için, esirleri öldürmeyerek çalıştırıyor ve kabile üyeleri,  daha başka işlerle uğraşacak zaman sahibi oluyorlar. Böylece köleci topluma geçiliyor.

MEDENİYETE (UYGARLIĞA) GEÇİŞ
=============================
Köleci - Feodal düzene geçen toplumda ordu ve devlet örgütleri oluşmaya başlıyor, barbar ilkel eşitlikçi toplum medeniyete adım atıyor






















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder