30 Nisan 2014 Çarşamba

1 Mayıs emperyalizme karşı mücadele günü


1 Mayıs, işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günüdür. Daha doğrusu, bu amaçla her yıl 1 Mayıs’ta etkinlikler yapılması kararı alınmıştı. İlk gösteri 1 Mayıs 1890 günü yapıldı.

***********

19. yüzyılın ortalarında Almanya veya İtalya devletleri yoktu. Ülkeler arasındaki sınırlar genellikle yalnızca harita üzerindeydi. Bir işçinin bir başka ülkede çalışması için vize ve çalışma izni gerekmiyordu. 1848 ihtilalleri kısa bir süre içinde Avrupa’nın tüm önemli ülkelerini sarabilmişti. Bir ülkede kıtlık ve açlık olduğunda, insanlar bir başka ülkeye göç edebiliyordu.

Bu yıllarda bir ülkede büyük grevler olduğunda, işverenler başka ülkelerden grev kırıcı getirebiliyordu. Grev kırıcılığın engellenmesi çabası, ulusal düzeyde örgütlenmiş işçilerin ilk önemli amacıydı.

Bu koşullarda, işçilerin ulus kimliğini aşan enternasyonalist (uluslararası) birliği gündeme geldi.

1864 yılında “Birinci Enternasyonal” adıyla bilinen Uluslararası Çalışanlar Birliği (International Workingmen’s Association) kuruldu.

Marx’ın 29, Engels’in 27 yaşındayken 1847 yılının son aylarında yazdıkları Komünist Partisi’nin Manifestosu, “Bütün ülkelerin işçileri, birleşiniz!” çağrısıyla bitiyordu.

(Bakınız: Yıldırım Koç, Birinci Enternasyonal ve Mirası, Aydınlık, 28 Nisan 2014

***********

Kapitalizmin emperyalizme dönüşmeye başlaması ile beraber, emperyalist ülkelerin (Batı Avrupa ülkelerinin) işçi sınıfları içinde, kendi ülkelerinin kapitalistleri ile birlikte hareket etme eğilimi başladı.

Bunun üzerine, Birinci Enternasyonal’ın merkezi 1872 yılında ABD’ye taşındı ve örgüt 1876 yılında tasfiye edildi.

Böylece, “Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz” ve “İşçilerin vatanı yoktur” dönemi kapanmış, emperyalizme karşı mücadele dönemi başlamış oldu.

Batı Avrupa ve ABD işçileri “Kapitalizmin mezar kazıcısı” konumundan “kapitalizmin payandası” konumuna geçmişlerdi.

(Bakınız: Yıldırım Koç: Günümüzde enternasyonalızm mi, anti-emperyalist milli mücadele mi, Aydınlık, 15 Nisan 2014

***********

Henüz sanayileşme dönemine geçememiş, geri kalmış ülkelerin sanayileşmesine engel olmak, daha sonra da geri sanayilerini bu ülkelere kontrollü olarak aktarmak sureti ile onları pazarları haline getirmek için askeri-mali saldırıya geçen Batı Avrupa ülkeleri ve ABD, bu sayede elde ettikleri gelirin bir kısmını kendi işçilerine aktarmaya başladılar. Bu sayede üretim kesintisiz devam edebilecek, işçi sınıfı grev veya devrim gibi amaçlarla ayaklanmayacaktı.

Marx ve Engels, bu durumu tespit ettiler.

Engels,  bu durumu, İngiliz işçi sınıfının “Burjuva proletarya” haline dönüşmesi olarak ifade etti. İşçi sınıfının bir kısmı değil, bütünü emperyalist sömürüden pay alıyordu.

Engels, 7 Ekim 1858 günü Marx’a yazdığı mektupta şöyle diyor:
“İngiliz proletaryası (işçi sınıfı), giderek daha fazla burjuva oluyor.”

Marx, 11 Şubat 1878 günü Wilhelm Liebknecht’e yazdığı mektupta şöyle diyor:
“İngiliz işçi sınıfı, Liberal Parti’nin yani kapitalistlerin uşağının kuyruğu olma noktasına geldi.”

Engels, 12 Eylül 1882 günü Kautsky’ye yazdığı mektupta şöyle diyor:
“Bana, İngiliz işçilerin sömürge politikası konusunda ne düşündüklerini soruyorsun. Burjuvaların düşündüğünün aynısını düşünüyorlar. Burada işçilerin bir partisi yok. İşçiler, İngiltere’nin sömürgelerden sağladığı ziyafetten keyifle pay alıyorlar.”

(Bakınız: Yıldırım Koç: Marx, Engels ve “Burjuva Proletarya” Aydınlık, 22 Nisan 2014

***********

Geri ülkelerin sömürülmesinden pay alan Batı Avrupa işçileri, dünyanın paylaşımı için verilen savaşta kendi ülkelerinin kapitalistlerinin yanında yer aldılar.

Kautsky başta olmak üzere İkinci Enternasyonal şefleri, Birinci Dünya Savaşı’nda kendi ülkelerinin emperyalist burjuvazilerinin savaş bütçesine kabul oyu vererek “Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz” çağrısına ve işçilerin uluslarararası dayanışma siyasetine son darbeyi indirdiler.

Marx ve Engels, ömürleri yetişmediği için, kapitalizmin emperyalizme dönüşmesinin sonuçlarını tam olarak tespit edemediler.

Bu görevi Lenin yerine getirecekti. Tabii ki, Lenin’den önce bazı araştırmacılar emperyalizmi ekonomik temelde açıklamışlardı.
  
Hobson: Imperialism, A Study

Hilferding: Finans Kapital
Kapitalist Gelişimin Son Aşaması Üzerine Bir Çalışma
Belge Yayınları

Lenin: Emperyalizm
Kapitalizmin En Yüksek Aşaması
SOL Yayınları

Kapitalizmin merkezlerinde biriken sermaye, dünyanın geri kalan bölgelerine silah zoru ile ihraç ediliyordu. Emperyalizmin tarifi kısaca bu idi.

Hobson, Hilferding gibi emperyalizmi tahlil eden bilim adamlarından farklı olarak, Lenin, emperyalizm döneminin devrim teorisini kurdu.

Emperyalizm döneminde dünyanın bir avuç ezen ulus (emperyalistler) ile ezilen uluslar olarak ikiye ayrıldığını tespit etti. Marx döneminde devrim, işçi sınıfı ile sermaye arasındaki çelişmenin sonucu olarak meydana gelecekti. Ancak, emperyalist aşamaya yükselen Batı Avrupa ülkelerinde ve ABD’de işçi sınıfları kendi ülkelerinin sermayesi ile birlikte hareket etmeye başlamıştı. Bu yüzden, artık o ülkelerde devrimci bir durum meydana gelemezdi.

Devrim, emperyalizm ile ezilen ülkeler arasındaki çelişmenin bir ürünü olacaktı. Devrim, emperyalizmin en zayıf halkasında gerçekleşecekti. Devrimin odağı Batı’dan Doğu’ya (Asya, Afrika, Latin Amerika) kaymıştı.

Bütün ülkelerin işçilerinin birleşmesi hedefi, emperyalizmin dünya üzerinden silinmesinden sonra ancak gerçekleşebilirdi.

***********

Benzer tespitleri Atatürk de yapmıştı. savaşımız emperyalizme ve kapitalizme karşı idi. Sadece kendi kurtuluşumuz için savaşmıyorduk. Doğu'da kurtuluşa kavuşacak daha nice milletler vardı.

Emperyalizme ilk darbeyi Kurtuluş Savaşı ve Atatürk Devrimleri ile Türkiye vurdu. Ancak daha sonra tekrar emperyalizmin boyunduruğu altına girdik.

Bu durumda işçi sınıfımızın görevi, “Yeniden Tam Bağımsız Türkiye” hedefi ile emperyalizme karşı koymaktır.

“Özelleştirme” adı altında işletmelerimize el koyan, “Açılım” adı altında ülkemizi bölmeye, “Barış” adı altında KKTC’ye el koymaya çalışan, köleci taşeron düzenini yerleştiren işçi düşmanı iktidarları koruyup kollayan emperyalizm kovulmadıkça, işçi sınıfının genel durumu düzelmeyecektir.

Bu yüzden, günümüzde 1 Mayıs emperyalizme karşı mücadele günü olacaktır. Bu mücadele ancak Türk Bayrakları altında Atatürk’ün Askerleri olarak başarılabilir. Türk Bayrağı yoksa, İstiklal Marşı yoksa, 1 Mayıs bir aldatmacadan, bir yaygaradan başka bir şey olmaz.

Emperyalizme karşı mücadeleyi Taksim Savaşı yolu ile perdelemek, emperyalistlerin kuklası olan bölücülerle birlikte hareket etmek doğru değildir.

Görevimiz işçi sınıfına tam bağımsızlık olmadan işçi sorunlarının çözülemeyeceği gerçeğini anlatmaktır.

 “Yaşasın 1 Mayıs”, “Taksim de Taksim” yaygaralarının işçi sınıfına asıl görevini unutturmasına meydan vermemeliyiz.

Ne ABD, ne AB, Tam bağımsız Türkiye, NATO’dan çıkalım, Avrupa Birliği’ne Aday Üyelik başvurumuzu geri alalım, KKTC ile bütünleşelim. Kahrolsun Amerikan emperyalizmi. CHP, TKP, KESK ve DİSK’i bu anlayışla hareket etmeye çağırıyorum.

Başta Kanal D olmak üzere tüm malum medya, bir yandan DİSK’in, diğer yandan TOMA’ların karşılıklı nasıl savaşa hazırlandıklarını ballandırarak anlatıyor. Kadıköy’den bahseden yok. Bu da size bir şey anlatmıyor mu?

29 Nisan 2014 Salı

TKP bölücülerden kopuyor


Ali Serdar Bolat      28 Nisan 2014

TKP (Türkiye Komünist Partisi) çizgisinde yayın yapan soL gazetesi, bugünkü sayısında Doğu Perinçek ve Öcalan’ın fotoğraflarını sürmanşette yan yana vererek “İktidara destekte buluştular” yorumunu yaptı.

soL, 28 Nisan 2014



TKP’nin Doğu Perinçek aleyhinde yorum yapmış olmasının üzerinde durulacak bir önemi yok. Önemli olan, TKP’nin Öcalan ve BDP üzerinden PKK eleştirisi yapması ve PKK’den uzaklaşması.

********

Doğu Perinçek, konu ile ilgili şu açıklamayı yaptı:

“soL gazetesinin Öcalan’ı eleştiren tutumunu tebrikle karşılıyoruz. PKK’den kopanların buluşacağı gerçek adres İşçi Partisi’dir. TKP, yapılan bu haberle, aslında PKK’den koptuğunu gösteriyor. Bizim için önemli olan da budur. Hangi manşeti atarlarsa atsınlar, PKK’ye ve bölücülüğe bir tavır gösterdikleri için biz onlarla buluşuruz. Bu daha başlangıç, bölücülükle mücadeleye devam! Bu mücadele sonunda emeğin ve vatanın bir bütün olduğunu keşfedecekler. Kendilerini tebrik ediyoruz, onları İşçi Partisi’ne bekliyoruz.”


********

Bölücülerden kopmaya başlamakla beraber, TKP’nin bölücü hareketle ilgili hatalı değerlendirmeleri devam etmektedir. soL gazetesindeki sözkonusu haberde, bölücülere “Kürt hareketinin temsilcileri”, “Kürt siyaseti” rütbeleri takılıyor.

Bakınız:

Demokratik bir cumhuriyette herhangi bir gurup veya parti, o ülkedeki bir etnisitenin temsilcisi (veya siyasi hareketi) olduğunu iddia edemez, en fazla kendi bölücü görüşlerinin temsilcisi olabilir.

Eğer TKP gerçekten PKK-BDP’nin “Kürt hareketinin temsilcisi” olduğunu düşünüyorsa, TKP’nin Kürtleri temsil etmediğini kabul ediyor demektir. TKP tüzüğünde “Partimiz Kürtleri temsil etmemektedir” diye bir madde var mıdır? Yoktur. O halde, TKP, bölücülere bu rütbeleri takamaz.

********

TKP, uzun süre önce başlatmış olduğu “Türk Bayrağını kabul etme” çizgisini Gezi Ayaklanması sürecinde daha ileri bir noktaya getirdi. Bu çizgiyi “Türk Bayrağını taşıma” noktasına kadar getirebildiler mi, önümüzdeki 1 Mayıs eyleminde göreceğiz.

TKP’nin milli kuvvetlere en yakın sosyalist örgüt olduğunu eskiden beri söylemekteyim. HDP adı altında kurulan “çatı partisi”ne katılmayan TKP, kendisini sahte solculardan ayırmıştır.

(Bu konuda geniş bilgi için bakınız:
Sosyalist BOP Partisi için düğmeye basıldı  19 Temmuz 2011

********

SoL gazetesi, “1 Mayıs’ta Taksim’de bölücüler olacak” diyen Perinçek’i “İktidara destek vermek”le suçlamaktadır. Ancak TKP’nin içine düşmüş olduğu çelişki şudur ki, iktidara destek vermekle suçladığı Öcalan ile Taksim’de ortak eylem yapma kararı vermiştir. BDP ve HDP, 1 Mayıs’ta Taksim’de olacaklarını ilan ettiler, tabii Öcalan posterleri ile.

Eğer TKP gerçekten bölücülerden kopma konusunda kararlı ise, Öcalan posterli Taksim’de PKK ile birlikte değil, Türk Bayraklı Kadıköy’de milli kuvvetlerle birlikte olmalıdır.

********

soL gazetesi, şöyle yazıyor:

“Partisinin İstanbul’da Kadıköy’de 1 Mayıs’ı kutlayacağını söyleyen Perinçek, bunun gerekçesi olarak şu ifadeleri kullandı: “Taksim’de emekçi sınıflar yok, bölücülük var. Küresel merkezler tarafından yönlendirilen turuncu kuvvetler Taksim’de. Onun için halkımızı da uyarıyoruz.”
Perinçek bu sözleriyle hem partisinin Gezi Direnişi’nde Taksim’deki varlığını inkar etmiş, hem de AKP’nin söylemi olan “küresel merkezler” ifadesini desteklemiş oldu.”

********

Bir doğru her zaman doğru değildir. Gezi Ayaklanması uzun bir süreçti. Oraya sızmaya çalışan bölücü güçleri, Öcalan posterlerini bir süreç içinde Taksim’den uzaklaştırdık.

Bahçeli dahil malum tayfa “Orada PKK var, Öcalan posteri var” diye feryadı bastı. Bazı iyi niyetli arkadaşlar da, bizi Öcalan posterli bir yere gitmemeye çağırdılar. Ancak biz, kararlı bir tutum alarak Taksim'e gittik ve bölücüleri orada barındırmadık.

Bu defa durum farklı. 1 Mayıs bir gün. Bir gün bile değil, sadece 5-6 saat. Bu süre içinde onları oradan uzaklaştırmak mümkün değil. Ayrıca polis müdahalesi de olacak. “İşçi Partisi ile PKK birlikte polise saldırdılar” yaygarasını taşıyamayız. TKP işin bu yönünü hiç düşünmüyor mu?

Bu konuda Doğu Perinçek şöyle diyor:

"Sınıf neredeyse biz oradayız. İşçi sınıfı Kadıköy'de olacak. Savaşlar hep aynı yerde olmaz, aynı meydanda olmaz. Tarihte birçok meydan muharebesi oldu, savaşlar her defasında aynı meydanda devam etmedi. Sakarya Meydan Muharebesi'ni yaptık, yine Sakarya'dayız diyebilir misiniz? Bu tavır bizi savaş dışı tutar. Mücadele neredeyse biz oradayız."

********

SoL gazetesi şu tespiti yapıyor:

“AKP’nin gücünü pekiştirmek için kullandığı en önemli siyasi davalardan biri olan Ergenekon soruşturmasının sanıklarından İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek...”

TKP’li arkadaşlar şunu düşünmeli:

AKP, gücünü pekiştirmek için acaba neden İşçi Partisi’ne operasyon yapıyor da, TKP’nin kılına bile dokunmuyor?

Madem ki TKP “Bu rejime karşı çıkan en doğru parti biziz, sosyalizmi en doğru şekilde biz savunuyoruz, AKP’yi yıkma mücadelesinde en doğru strateji ve taktikleri biz uyguluyoruz” iddiasındadır...

O halde, neden TKP yöneticileri hakkında sahte belgeler düzenlenmiyor, neden sabahın körlerinde evleri ve parti binaları basılıp hallaç pamuğu gibi atılmıyor, neden yıllarca hapislerde süründürülmüyorlar?

O meşhur anlatımda “Önce komünistler alındı” deniyordu, değil mi? (Bakınız: http://tr.wikipedia.org/wiki/Martin_Niem%C3%B6ller ). Madem TKP komünist, neden önce TKP yöneticileri alınmadı?

Gerek emperyalizm, gerekse AKP iktidarı, TKP’yi adam yerine koymuyor da ondan. TKP “AKP’ye en karşı olan biziz, en iyi mücadeleyi biz veriyoruz” diyor ama, gerek emperyalizm gerekse AKP iktidarı TKP’den hiç rahatsız değil.

Siz hiç bölücü, şeriatçı, Amerikancı yayın organlarında, emperyalizmin, gladyonun ana medyasını teşkil eden Milliyet ve Vatan gaz tenekelerinde, Amiral Gemisi Hürriyet’te, TKP aleyhinde bir kampanya gördünüz mü? Bunların hepsi İşçi Partisi’ne, Türk Ordusu’na yükleniyorlar, TKP’yi adam hesabına alıp uğraşmıyorlar.

TKP’li arkadaşlar bu konuyu hiç düşündüler mi?

Hele bir Türk Bayraklarıyla yürüsünler, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye bağırsınlar, Balyoz tutsağı komutanlarla dayanışma için Silivri ve Hasdal önünde toplansınlar, Vardiya Bizde Platformu’nun Cumartesi etkinliklerine katılsınlar, TKP’li arkadaşlar işte o zaman düşmanın kendileri ile nasıl uğraşmaya başlayacağını göreceklerdir.

********


27 Nisan 2014 Pazar

Cumhurbaşkanı adayım Hüsamettin Cindoruk


İP Genel Başkanı Doğu Perinçek, 21 Nisan günü Ulusal Kanal'da yaptığı söyleşide, İşçi Partisi'nin Cumhurbaşkanı adaylığı için bir isim önermeyeceğini, milli kuvvetlerin kararlaştıracağı adayı destekleyeceğini açıklamıştı.

Söyleşinin 18:40 - 29:50 dakikaları arasında 11 dakika bu konu tartışılıyor.

Doğu Perinçek:

Cumhuriyet kuvvetlerinin, milli kuvvetlerin bir Cumhurbaşkanı adayı olacak. Cumhuriyet kuvvetleri kimi belirlerse, biz onun kazanması için savaşta en önde yer alacağız. İşçi Partisi olarak bir Cumhurbaşkanı adayı önermeyi doğru bulmuyoruz. 

CHP ve MHP yönetimi farklı. Onların hangi oyunlar içerisinde olacağını bilmiyoruz. Oralarda Fethullah Hoca ile ortak adaylar üretiliyor. Ama CHP ve MHP tabanı, AKP tabanının da bir kısmı yani Türkiye'nin çoğunluğu elbette Türkiye'nin bağımsızlığı ve bütünlüğünden yanadır. O kuvvetler mutlaka bir aday çıkaracak. 

Bu konuda çalışmalar da var. Burada da bekleyen bir tutum içinde değiliz. Bu çalışmaların içinde varız. Biz CHP ve MHP'nin de (yönetimleri kastediyor) Cumhuriyet kuvvetlerinin ortak adayında birleşmesini öneriyoruz ve bunun için çalışıyoruz.

Erdoğan yıkılıyor. Türkiye'nin geleceğinde ne Erdoğan var, ne Abdullah Gül, ne de Fethullah Hoca. Artık bunlar Türkiye'yi yönetemez. Çankaya seçimini kazansalar bile orada oturamayacaklar, oradan yıkılacaklar. Bir tepeyi fethettiğiniz zaman mesele elinde tutmak. Orada kalabilecekler mi?

Arkaya bakarak önümüzü göremeyiz. 20 Nisan günü arkaya bakarak, 621 yıl süren Osmanlı yönetimine bakarak 23 Nisan'ı görebilir misiniz? 12 yıl yönetimde kalmış olmaları bir şey ifade etmez. Onların oturacakları iskemle Yüce Divan iskemlesi. 

Türkiye'de yükselen bir AKP görünümü yok. Alçalan, dağılan, parçalanan bir AKP görünümü var. Türkiye bir bölünme süreci içinde. Bu bir vatan krizi. Bu yılın sonu, öbür yılın başında çok derin bir ekonomik deprem geliyor. Oralardan Tayyip Erdoğan'ın sıcak para diktatörlüğü politikaları ile çıkmak mümkün değil. Önümüzdeki günler Tayyip Erdoğanların sorgulanacağı ve alaşağı edileceği günlerdir.

Sistemin çıkmaza girdiği son çırpınışlarda bu tür (30 Mart seçimlerini kastediyor) seçim sonuçları olur. Dünya tarihinde de yıkılmakta olan sistemlerin buna benzer son atakları vardır. Son seçimlerden Tayyip Erdoğan başarı ile çıkmamıştır, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli, Erdoğan'ın başarısı için çalışmışlardır. Zaten onlar Tayyip Erdoğan iktidarda kalsın diye o partilerin tepesine tayin edilmişlerdir. Oramiral Nusret Güner onlara "Yandaş Muhalefet" diyor bu yüzden. 

İktidar ve Yandaş Muhalefet. Türkiye bu tablodan kurtulacak. Şimdi emekçi sınıfların ve milli kuvvetlerin muhalefetinin öne çıkacağı bir döneme giriyoruz.

Cumhurbaşkanlığı için kafamda bir isim yok. Daha doğrusu şöyle söyleyeyim, İşçi Partisi'nin bugün kendi başına bir isim ortaya atması doğru değil. Milli kuvvetler oturacaklar, ve oturuyorlar, Türkiye'yi yeniden Atatürk Devrimleri rotasına sokacak bir isim saptayacaklar. CHP ve MHP'nin de milli kuvvetlerle beraber hareket etmesini istiyoruz. Ama, CHP ve MHP yönetimlerinde başka eğilimler gözüküyor. Fethullah ile işbirliği halinde bu seçimlere girme eğilimi gözüküyor.

Zaten bunu söylediler. CHP Milletvekilleri beni Silivri'de ziyaret ettiler ve bana açıkça şunu söylediler, ben bunu ilk defa burada söylemiyorum, dediler ki, "Biz seçimden sonra Fethullah Gülen Cemaati ile birlikte bir geçici hükümet kuracağız" dediler. Biz şimdi CHP'ye diyoruz ki, Fethullah ile birlikte hareket etmeye son verin. Son vermezlerse, o onların bileceği iştir ve onun sonuçlarına katlanırlar. Öyle bir CHP yönetimi ayakta kalamaz.

1 saat 37 dakika süren Doğu Perinçek söyleşinin video kaydı için bakınız:
veya:

"Yandaş Muhalefet" için bakınız:

***********

Benim adayım, Milli Merkez Başkanı, TBMM Eski Başkanı Hüsamettin Cindoruk. Milli kuvvetlere bu ismi öneriyorum.

(Daha doğrusu, Sayın Tuncay Erciyes'in önerisini destekliyorum.)

Sayın Cindoruk, sonradan Milli Merkez'e dönüşen Milli Anayasa Forumu'nun örgütlenmesi ve Bölücü Anayasa'yı engellemesi mücadelesinde çok önemli bir rol oynamıştır.

Bakınız:
Milli Merkez kuruluş toplantısı 23 Nisan Ankara
Milli Merkez kuruldu

***********



Hüsamettin Cindoruk, 23 Nisan günü Ulusal Kanal'da yapmış olduğu konuşma ile, bu görevi en iyi başarabilecek, milli güçleri en iyi şekilde temsil edebilecek bir güç olduğunu bir kere daha ortaya koymuştur.

26 dakikalık video kaydı için bakınız:

veya:



***********

Ulusal Kanal sitesinde yayımlanan "Cumhurbaşkanı Kim Olmalı?" anketinde Sayın Cindoruk'un yer almaması çok büyük bir eksikliktir. Ulusal Kanal yöneticilerinden isteğim Sayın Cindoruk'un listeye eklenmesidir.

İşte  http://www.ulusalkanal.com.tr/anketler.html sayfasındaki liste:

Cumhurbaşkanı kim olmalı?
Abdullah GülAziz YıldırımDeniz BaykalDevlet BahçeliEmine Ülker TarhanHaşim Kılıçİlker BaşbuğKemal KılıçdaroğluMeral AkşenerMetin FeyzioğluRecep Tayyip ErdoğanÜmit KocasakalÜmit BoynerKamer GençSabih KanadoğluTansel Çölaşanİlber Ortaylı

***********



26 Nisan 2014 Cumartesi

Ateş hırsızının dönüşü

Özdemir İnce’nin 21 Nisan 2014 günlü Aydınlık köşe yazısının özetini sunuyorum:

Mahmut Esat Bozkurt (solda) – Şükrü Saraçoğlu (sağda)

Yıl 1957.
Gazi Eğitim Enstitüsü’nün kütüphanesinde hademe kadrolu çalışıyordum. Bir gün istenen bir kitabı raflarda ararken sert kapaklı büyük boy bir kitap buldum.

Yazarı: Max Beer
Adı: Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Umumi Tarihi
Çeviren: Cumhurbaşkanlığı Özel Kalemi’nden Zühtü Uray
Önsöz: Atatürk’ün Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt
Basım yılı: 1941
Maarif Vekaleti Yayını
Kitabın çevrilme ve yayımlanma nedeni: Atatürk’ün önerisi üzerine

Kitabı yanıma aldım ve Mahmut Esat Bozkurt’un yazdığı önsözü okumaya başladım:

“Hemen her ülkede, hatta Yunanistan ve Bulgaristan gibi komşu ülkelerde bile sayısız çevirileri ve yorumları yapılmış olan Karl Marx’ın Kapital’inin, bizde, anlaşılmaz bir iki broşüründen başka bir şey yoktur.
Nerede kaldı ki, biz, Anayasamızla devletçiliği kendimize mal etmiş bulunmaktayız. Bunun anlamı, devlet sosyalistliğini kendimize mal etmiş olmaklığımızdır. Şu halde, kısmen olsun, "Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Umumi Tarihi", yeni Türk Devlet İlkelerinin nedenlerini ve edebiyatını oluşturuyor.”
“Klemanso, 9. Konferansında der ki: ‘Cumhuriyetçi ve demokrat doğdum ve öyle öleceğim. Fakat şunu itiraf etmeliyim ki, demokrasinin haykıran acılarını Marx’ı okuduktan sonra duyabildim."

“Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Umumi Tarihi”, yüreğimde ve beynimde sulak bir toprak buldu.

Mahmut Esat Bozkurt’u çok uzun yıllar aydın bir devlet adamı olarak düşündüm ve saygı duydum. Büyüklüğünün henüz farkında değildim. Taa “Atatürk İhtilali” ni okuyana kadar.


Ama, Kaynak Yayınları tarafından yayımlanan öteki kitapları okuyunca, bir “fenomen”le karşı karşıya olduğumu anladım. Bozkurt, Fransızların “érudit” dedikleri türden bir insandı.



Derken, Doç. Dr. Şaduman Halıcı ile tanıştım. Bana, “Yeni Türkiye Devleti’nin Yapılanmasında Mahmut Esat Bozkurt” adlı kitabını gönderdi. Ardından ziyaretime geldi.
Kendisini kutladıktan sonra, Mahmut Esat Bey’in makalelerinin Kaynak Yayınları’nın yayımladığı kitapçıklardan ibaret olup olmadığını sordum. Gazete ve dergilerde yayımlanmış binlerce sayfalık makalesi olduğunu, bunları kendisinin derlediğini, yeni Türk harflerine çevirdiğini ve yayımlayacak “babayiğit” bir yayıncı aradığını söyledi.
“Yayıncıyı bulmayı siz bana bırakın!” dedim.
Başta Genel Yayın Yönetmeni Sadık Usta ve editör Kurtuluş Güran olmak üzere Kaynak Yayınları bu dev esere sahip çıktı ve Şaduman Halıcı’nın titiz ve dikkatli emeğini tamamladı.
Tamamı 4 cilt olan “Toplu Eserler”in ilk cildi yayımlandı:
Okur, makaleleri izledikçe, Cumhuriyet’in dehasını çok iyi anladığı ve onu her türlü saldırıya karşı koruduğu, koruyucu önlemleri almaya çalıştığı için, mürteci tayfasının saldırı ve iftirasına hedef olmuş çok boyutlu, çoğul ve çağının çağdaşı bir demiurgos’la karşı karşıya olduğunu anlayacaktır. Mahmut Esat Bozkurt’u bir “demiurgos” (epitken) olarak tanımlamam, lütfen, bir abartı, bir süsleme olarak görülmesin. İktisat ve Adalet Bakanı olarak yapıp ettiklerini, pek emin değilim ama, bir başkası da yapabilirdi diyelim. Elinizde tuttuğunuz ve bunu izleyecek olanlarla dört ciltlik bu dev eseri yaratacak bir başka kimse var mıydı ülkede; işte bunu yanıtlamak çok zor. Bence, yaşadığı dönemde, ülkede, onun derinliğinde, uyanıklığında, onun adanmışlığında, çok boyutlu bir başkası yoktu.
Bunu anlamak için ilgilendiği ve irdelediği konuları adlarıyla anmak yeter: Tarih, Osmanlı tarihi, ekonomi, köy, köylülük, köy kalkınması, yeni Türkiye’nin anlamı, Türk Devriminin ilkeleri; halk, halkçılık, halk devletinin ilkeleri, halk devletinin politikaları, yönetim sanatı, ulusal eğitim, yeni Türkiye’nin davası ve emperyalistler, Sevr ve Ortadoğu barışı; köy bankaları, çiftçi ortaklıkları, demiryolları; Cumhuriyet Yasaları, Şeyh Sait İsyanı ve Takrir-i Sükûn Yasası, irticayla mücadele...
(Demiurgos sözcüğünün anlamı için bakınız: http://blog.milliyet.com.tr/demiurgos--demiurge-/Blog/?BlogNo=313977 )

(Özdemir İnce’nin “Ateş Hırsızının Dönüşü” adlı yazısının tamamı için bakınız: http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/183-oezdemir-nce/38673-ozdemir-ince-ates-hirsizinin-donusu.html )

********
Ek:
Atatürk'ün 2 numaralı not defterinden:
 
"Akla uygunluğun başta gözle görülene üstün olması, bununla beraber akla uygunluğu gözle görülenle terbiye esası.
Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı!"
Tarih: 1904
(Atatürk'ün Bütün Eserleri Cilt 1 Sayfa 15)
 
Kırmızı yazıların fotokopisi:

********

24 Nisan 2014 Perşembe

Türkiye Başbakanı 24 Nisan açıklaması yapamaz

Tayyip Erdoğan, başta ABD olmak üzere emperyalistlerin “Ermeni soykırımını anma günü” ilan ettikleri 24 Nisan’da bir mesaj yayınladı.

Mesajında tehcirin insanlık dışı sonuçlar yarattığını söyleyerek o koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin torunlarına taziye dileklerini iletti.

24 Nisan’da emperyalist devletlerin yöneticilerinin ve onların dümen suyunda giden Ermeni önderlerinin açıklama yapmaları olağan bir uygulama idi. Bu yıl, ilk defa bir Türkiye Başbakanı açıklama yapmış oldu.

Tayyip Erdoğan, Ermenice dahil 9 dilde yayınlattığı mesajında ne söylerse söylemiş olsun, bu açıklamanın 24 Nisan tarihine atıfla yapılmış olması Soykırım iddialarını kabul etmiş olduğu anlamına gelir.

Çünkü, 24 Nisan anmalarında esas vurgu Ermeni halkının çekmiş olduğu acılar değil, Türklerin Ermenilere soykırım uyguladıkları iddiasıdır, daha doğrusu iftirasıdır.

Dolayısıyla, herhangi bir gün Ermenilerin çekmiş oldukları acılar hakkında konuşmak başka şey, 24 Nisan tarihine atıf yaparak bu konuda konuşmak ayrı bir şeydir. Çünkü, bu tarihte konuşursanız, siz ne derseniz deyin, konuşmanız “soykırım” ile ilişkilendirilecektir.

Savaşta diğer halkların da acı çektiğinden bahsedilmesi bir anlam ifade etmemektedir. Çünkü mesaj Ermeni soykırımı anma gününde yapılmakta ve Ermenilerin çektiği acılardan özellikle ve vurgu yaparak bahsetmekte ve sadece Ermenilere taziye dileklerini iletmektedir.

Tayyip Erdoğan, 24 Nisan’a şu cümlesi ile atıfta bulunmaktadır:

“Ermeni vatandaşlarımız ve dünyadaki tüm Ermeniler için özel bir anlam taşıyan 24 Nisan, tarihi bir meseleye ilişkin düşüncelerin özgürce paylaşılması için bir fırsat sunmaktadır.”

Hürriyet gaz tenekesi bile bu noktaya parmak basmaktadır:

“Ancak Başbakan'ın, 24 Nisan mesajı yayınlamasının yanısıra yaptığı bir başka "ilk", 1915 olayları nedeniyle ilk kez o dönemde yaşanan olaylar sırasında hayatını kaybeden diğer Osmanlı halklarından ayırarak, Ermeni halkına ayrıca taziye dileklerini iletmesi;..”




Aydınlık’ın söyleşi yaptığı Kandilli Ermeni Kilisesi Vakfı Başkanı Dikran Kevorkyan şöyle konuştu:
                              
“100 sene önce olan olay soykırım değil, tehcir. Burada mutlaka acılar da çekilmiştir. Ama bu acıları soykırıma tahvil etmek, abesle iştigaldir.”

“Dış güçlerin bunu karıştırmasına tahammül edemeyiz. Ne bugün, ne 2015’te aramıza nifak sokabilirler.”

Söyleşinin tamamı için bakınız:


********
  
Dikran Bey soykırım iddiasında emperyalistlerin parmağını işaret etmekte, soykırım olmadığını söylemekte, fakat Tayyip Bey “Soykırım yapmadık, vatanımızı savunduk” diyememektedir.

Aksine, soykırım iddialarına hoşgörü göstermekten bahsetmektedir. Okuyalım:

“...kırgınlıkları yeniden dostluklara dönüştürmemiz mümkün olacaksa, farklı söylemlerin empati ve hoşgörüyle karşılanması ve bütün taraflardan benzer bir anlayışın beklenmesi tabiidir.”

Emperyalist ülkelerin soykırım iddiaları ile paralel olarak Ermenistan’da Soykırım Anıtı dikiliyor, okullarda Türkler soykırımcı katiller olarak anlatılıyor, Türk bayrakları yakılıp çiğneniyor, diplomatlarımız öldürülüyor.

Buna karşın,Türkiye’de okullarda Ermeni düşmanlığı öğretilmediği, Türkiye’de Ermeni düşmanlığı görülmediği, Ermenistan bayrakları yakılıp çiğnenmediği, dünya çapında “Ermeniler Türkleri kesti” yaygarası yapılmadığı halde, Tayyip Bey “Bütün taraflardan benzer anlayış” beklemektedir. Biz bu hareketleri yapmadığımız halde niçin anlayış bekliyoruz? Ne yapıyoruz da anlayış bekliyoruz? İnanılır gibi değil.

Tayyip Erdoğan’ın mesajının tamamı için bakınız:

********

Tayyip Erdoğan, Doğu Perinçek’in AİHM zaferinden son derece rahatsızdır. 23 Nisan resepsiyonunda şöyle dedi:

"Malum Almanya mahkemesinin verdiği bir karar var. Tabii buna itiraz var. Oralardan nasıl bir şey gelir bilemiyorum. Her alanda işi zaten normalleşmeye götürelim diyoruz"

“Almanya mahkemesi” dediği AİHM. “İtiraz var” dediği de, İsviçre’nin yapmaya hazırlandığı itiraz.

Tayyip Bey: “İtiraz kabul edilse de Perinçek belasından kurtulup soykırım yaptığımızı kabul etsek” konumlarındadır.

********



Doğu Perinçek:
“Bu açıklamayı ancak emperyalizmin sözcüsü yapabilir.”
“AİHM kararından sonra bu açıklama bir ihanet belgesidir. AİHM Ermeni soykırımı yoktur diyor, Tayyip Erdoğan ise vatan savunmasının gereği olan tehciri aynı emperyalistler gibi mahkum ediyor.”
“Bu tavrıyla Tayyip Erdoğan 1920 yılının Ermenistan başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin vicdanlı ve hakikatsever tutumunu bile paylaşmıyor. Kaçaznuni, tehcir için “Bir zorunluluktu, Türkler vatanları için gereğini yaptılar” diyordu.”


 Mehmet Perinçek’in Moskova’daki arşivlerden bulup çıkardığı ve Türkçeye çevirdiği kitap: Kaçaznuni’nin Taşnak Konferansı’na Raporu.

********

Emekli Büyükelçiler Tayyip Bey’in mesajını yorumladı:

Onur Öymen:
“Türkiye Başbakanı 24 Nisan açıklaması yapamaz”
“Erdoğan, Ermeni ayaklanmasını mazur gören bir tavır içindedir. Tehcir için “İnsanlık dışı sonuçlar doğurdu” diyor, ama, tehcire niye gerek duyuldu,onu söylemiyor.”
“Ermenistan’ın eski Başbakanı Kaçaznuni’yi okusun, gerçeği bizzat ondan öğrensin.”

Nüzhet Kandemir:
 “Sadece Ermenilere bir taziye mesajı göndermesi, bunun bir özür mesajı olarak algılanmasına yol açacaktır. Ermeni taleplerine yönelik bir taviz olarak yorumlanacaktır. Türkiye’nin tezlerinde büyük zaafiyet yaratacaktır.”


Şükrü Elekdağ:
“AİHM’in Doğu Perinçek kararı, oyunu bozmuştur. Bu karar kritik önemdedir. Bu kararda “Soykırım vardır” denilmiyor. Perinçek kararından sonra Ankara’nın eli güçlenmiştir. Ben Başbakanlık açıklamasının Ermenilerin tutumunu değiştireceğini sanmıyorum”.

Evet, Şükrü Elekdağ haklı çıktı:



********